Din, inanç ve rüşvet

Fatih Bilici

Blog: Serbest Kürsü

Modern denilen şu dünyada gökdelenlerin yükseldiği şehirlerden, varoş coğrafyalara doğru yürüdüğümüzde milyarlarca insanın aç, sefil ve eğitimsiz olduğunu görürüz.

Kapitalizm buralardaki balı, kaymağı kasasına doldururken, geride insanlara bal ve kaymağın molozları ile kocaman birde alın yazısı ile kader bırakmıştır.

Artık bütün varlıkları ve gelecekleri gasp edilmiş bu milyarlara bir teselli gerekmektedir. İşte o avutma metodolojisi din veya inançlardır.

Tek tanrılı dinlerin ortaya çıkışında ki en büyük etken, biraz daha iyi yaşam, biraz daha özgürlük ve bağımsız bir şekilde yaşama arzuları ile bedenleri ruhsal yönden de tatmin arayışlarıydı.

Aşağılanma, köle muamelesi, baskılar ve ağır çalışma koşullarından kurtulma amacıyla Mısır dan kaçış ile başlayan bu serüven, bu günde aynı arayış ve sonuçlar üzerinden sürüp gitmektedir.

Aklın doğal işleyişinde; hak ve özgürlükler adına mücadele ve savaşmak gerekirken, işte bu din ve inançlar yoluyla anlak ve zeka devre dışı bırakılarak, dünyayı işleten ve yöneten kapitalistlerin ekmekleri yağlanarak hala gönülleri hoş edilir.

İş bununla da bitmez. Bu milyarları daha da birer etkisiz elaman yapabilme adına, onlara cehennem sopasının haşmeti gösterilerek, o sopa bir madalyon gibi de boyunlarına asılır.

Hayatın farklı alanları ve birçok iş kolunda ergenlikten ölüme kadar, yaşamın her bir anında din ile kapitalizm el ele dolaşır.

Bu hortumlama işi; aldığın ücretin hakkını vereceksin, iş imkanı bulduğuna şükredeceksin, yaptığın işi, kendi işini yapar gibi yapacaksın, kendin darda iken dahi iyilik edeceksin, siyasete ayar verme işlerinden uzak duracaksın vb gibi davranışlar, sistematik olarak topluma öğütlenir.

Sadece Tanrı için yaşar, onun adına savaşır ve bu uğurda yaşamını feda etmeyi göze alırsan, ölü bedenin diriltileceği, şehitlik mertebesi verilerek Peygambere komşu olunacağı, takva madalyası ve seçilmişlik rütbesi ile sonsuz yaşam kazanılacağı, ayrıca şarap ırmakları, en güzel yiyecekler ile bekareti hiç bozulmayacak kadınlar insanlara rüşvet olarak sunulur. Daha doğrusu bu beklentilerin heyecanı onlara enjekte edilir.

Hıristiyanlıkta Protestan mezhebinin öncüsü sayılan Martin Luther’in Vatikan’a kafa tutuşunun bir öyküsü bu afyonlama sanatına iyi bir örnek olacaktır. Bu sözleri kendisi demese bile birileri ona yakıştırmışlar.

“Milleti cehennemle korkutup, cenneti para karşılığı satıyorsunuz. Sıkıysa cehennemi satsanız ya?”

Yargıçlardan biri sordu: “Cehennemi kim alır ki?” 

Martin Luther “ben alıyorum, neyse parası vereyim” dedi.

Yargıçlar cehennemi Martin’e bedava verdiler!

Duruşma sonunda Martin kapının önüne çıktı ve duruşma sonucunu merak eden binlerce kişiye seslendi:

“Cehennemi satın aldım, benimdir. Bundan sonra oraya kimseyi almayacağım, korkmayın!” 

Luther’in bu sözleri o yıllarda Avrupa da ki dinsel kilise baskılarını ne oranda etkiledi bu tartışılır. Ama bir çok kere reforme edildiği de bir gerçektir. Fakat hala Luter’in öncüsü olduğu söylenen Protestanlık inancında yukarıda saydığımız olguların tümü ile enjektörü mevcuttur.

Kendi inançları kitaplarının gerçeğinde ise sonsuz yaşam diye bir şey yoktur. Bu durum Tevrat kitabının yaratılış veya başlangıç kısmında altıncı bölüm üçte anlatılır. İslam da sonsuz yaşam öğretisi ise mevcuttur, cennetler de ebedi kalınacağını Kuran söyler.

İşte bunlar ve başkaca nedenlerle kendisine hızlı bir şekilde yabancılaşarak, makinen bir aparatı haline dönüşen insan, ilk önce bedenine, aklına, ruhuna hakaret ve ihanet ettiğinin bilincine varmalıdır.

Büyük usta Marks’ın şu betimlemesi çok ince ve anlamlı şekilde durumu özetlemektedir.

“Din dünyadaki sıkıntıların tesellisi ve baskıları meşrulaştıran teorisidir. Dinin sefaleti hem gerçek sefaletin ifadesi hem de bu gerçekliğe itiraz edilmesidir. Din mutsuzluklar altında ezilen yaratığın son nefesi, kalpsiz bir dünyanın şefkati, ruhsuz bir çağın ruhudur.

Din toplumun afyonudur. Halkın gerçekten mutlu olabilmesi için sahte bir mutluluk olan dinin yok edilmesi gerekir. İçinde bulunduğumuz durumun vehimlerinin yok edilmesini istemek aslında bu vehimlere ihtiyaç duyan durumun terk edilmesini istemektir.”

Esasen insanlık etik – ahlaki yasalarını var etmiş ve bunları sözleşmeleri ve yasalarına koymuştur. Fakat bu yasaların, dünyanın çoğu coğrafyasının pratiğinde uygulanabilirliği yok, hatta bu mümkünsüzdür.

Kapitalistler ve işbirlikçileri, aklın fikir türetme, çözüm bulma ve sorgulama yetilerini sisteme, topluma ve dine karşı azılı bir düşman olduğunu ilan ederler.

Bunun yerine; dinlerin köhne, çağ dışı önermeleri ile birey ve cinsiyet hakkını gözetmeyen ahlaki yasalarını, yaşamın içerisine sürerler. Bunu da dinlerin ruhban sınıfı aracılığıyla beyinlere aşılarlar.

Böylesi bir işbirlikçilik ruhban sınıflarını, vaz geçilmez kılarken aynı zamanda onları madden de besler. Diğer işbirlikçi kapitalizmin de değirmenine sular akmaya devam eder.

Bir başka usta da bizlere şu notu düşmüştür.

"Biz, sınıf bilinçsiz gerçekleşen bütün ahlâki iddiaları reddetmekteyiz. Ahlaki ilkelerimizin kaynağı, proletaryanın sınıf mücadelesi gerçekleri ve ihtiyaçlarıdır." (V.İ.LENİN)

Sonuç olarak; İnsan, doğa ve haktan yana olan anlak ve zeka;  dinler ile onları savunanların ve ortağı kapitalistlerin işlerine hiç mi hiç gelmez!