'Altın'cı Filo, Kaz Dağı'ndan defol!'

Deniz Aksoy

Blog: Serbest Kürsü

25 yılı geçkin süredir Altınoluk (Balıkesir) yazlık sakinlerinden biri olarak; yılda bir-iki hafta ancak gelebildiğim Kaz Dağı'nda pek de ’sakin’ olunamayacak zamanları; insan olan herkesin yüreğini sızlatır, öfkesini kabartır şekilde, tüm sağduyulu yöre halkı ve doğa dostları gibi ben de yaşıyorum.

Daha buraya gelmeden; Çanakkale Kirazlı'da Alamos Gold isimli Kanadalı altın arayıcısı bir şirketin 195 bin ağaç keserek dünyanın Alpler'den sonraki oksijen deposu diye bilinen Kaz Dağı'nı (Homeros'un İlyada Destanı'nda antik adı İda Dağı) talan görüntüleri büyük bir kitleyi harekete geçirmiş; devamında arka arkaya sosyal medya kampanyaları düzenlenerek olay bir toplumsallığa ulaşmıştı. Bunun üzerine; Kaz Dağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği'nin Ayvalık Tabiat Platformu, Havran Çevre Platformu, Edremit Kent Konseyi ile ortak şekilde 28 Temmuz 2019 Pazar günü maden arama adı altındaki talan alanları ve civar köylere bir kültür ve çevre gezisi planladığını duyunca hiç tereddütsüz katıldım. Geziye İstanbul'dan Mekanda Adalet Derneği üyeleri de katılıp video çekimleri ve röportaj yaptılar. Bu andan sonra izlenimlerimi paylaşmak bir kamusal görev haline gelmişti, paylaşıyorum. Geziyi düzenleyen ve destek veren tüm örgütlere teşekkür ederim.

TERK EDİLMİŞ BİR MADEN: TEPEOBA MOLİBDEN VE BAKIR MADENİ

Önce Edremit-Havran hattında, defineciler dışında henüz gün yüzüne çıkarılmamış Thebe/Thebai antik kentinin kalıntıları ve mezar alanlarını gördükten sonra yol üzerinde Tepeoba (Havran) molibden ve bakır maden arama alanını uzaktan, sonra Havran’dan 15 km kadar tepelere tırmanarak 'cehennem çukuru' da denilen asit havuzunu yakından görme fırsatı buluyoruz.

 

[Tepeoba molibden maden alanı]   

 

[Tepeoba terk edilen cehennem çukuru]

Edinilen bilgiye göre; yedi yıl süreyle bölgede koca bir havzada molibden ve bakır arayan maden şirketi, cevher kalmadığı gerekçesiyle madeni birkaç ay önce terk edip gitmiş. Yöre halkına göre "kaçmış!". Mevzuat ve sözleşmeler uyarınca madenin, kapatılması sonrası rehabilitasyon edilmesi zorunluluğu varken; bırakın rehabilitasyonu, 170 m. derinliğindeki cehennem çukurunda ayrıştırma için kullanılan sülfürik asitin kimyasal kalıntıları yağan yağmurların etkisiyle turkuaz rengi bir göl oluşturmuş durumda. Bu gölün ağır metal içerikli suyu; buharlaşma ile havaya, çevredeki bitki örtüsüne; yeraltına sızması ile suya, körfeze; yakındaki Havran Çayı ile Havran Barajı'na karışmakta; doğaya telafisi mümkün olmayan zararlar vermekte. Daha da kötüsü ilgili bakanlık, geçmiş yıllarda bu çukurda biriken sülfürik asitli suyun 'bölgede yangın söndürmede' kullanıldığını kabul etmiş; yani sülfürik asitli su çevrede yangın söndürmede kullanılıyor, inanılır gibi değil!

BÖLGEDEN FAY HATTI GEÇİYOR!

Bilindiği gibi; Ege Bölgesi ve Kaz Dağı çevresi, Anadolu fay hattının aktif olduğu bir bölge. Tam da Tepeoba cehennem çukurundan aşağıya inerken Kaz Dağı'ndan geçen deprem fay kırığına denk geliyoruz. Aslında gezi rotasında bu kırık zaten var; maden alanlarının, asit çukurlarının, kimyasal alanların fay hattının dibinden geçecek kadar plansız kurulu olduklarını ve ne kadar büyük risk içerdiklerini göstermek amacıyla.

 

[Fay hattı kırığı]

ENGEL OLUNMAZSA SIRADA DEMİRTEPE ALTIN MADENİ VAR

Kaz Dağı onlarca endemik bitkiyi doğasında barındıran çok özel bir coğrafya. Endemik olmayan bitkileri de yamacından tepesine seyri keyifli bir şölen gibi, tadını çıkarmamak çekilen oksijene haksızlık...

[Kaz Dağı bitkileri]   

 

[Dağ kekiği]

Doğa güzelliğinin keyfi içerisinde harika bir köy olan Büyükşapçı (Havran) Köyü'ne giriyoruz. Köye 1,4 km mesafede ormanlık bir alana Demirtepe Altın Madeni yapılması planlanmakta, muhteşem bir manzaranın tam ortasına. Kaz Dağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği'nin açtığı davalar sonucu "ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) raporu alınması zorunludur" kararı çıkmış, bu süreç devam ediyor.

Henüz ağaç kesimi yok; ancak süreç diğer onlarca maden gibi sürecek olursa ve engel olunmazsa kesimin başlaması ve siyanürlü altın madeni kurulması yakındır. 6 Ağustos'ta Ankara'da İDK (İnceleme Değerlendirme komisyonu) toplantısında ÇED raporunun görüşüleceğini öğreniyorum. Şimdiden yerel örgütler buna hazırlık yapıyor, imzalar toplanıyor, toplantıya temsilciler katılacak; ama köylülerin katılımı da çok önemli.

Maden alanı olması planlanan alana karşı tepeden burularak baktıktan sonra 50 kişi civarında bir toplamla köy kahvesine oturuyoruz; hem soluklanıp bir bardak çay içmek hem de köylüler ile yaklaşan tehlikeyi konuşmak için. Yerel örgütler buraya birkaç sefer zaten gelmişler. Ona karşın köylülerin önemli kısmı durumun ya farkında değil ya da ilgisiz. Örneğin orta yaşlı bir amca "Size ABD'den para verip buraya yolluyorlar. İnanmıyorum size. Madende çocuklarımıza iş verecekler, siz buna engel olmaya çalışıyorsunuz. Bizim nasıl öleceğimizi ise Allah bilir" diyor. Sonra da anlatmaya çalıştıklarımıza kulak tıkayıp kızıp gidiyor. Başka bir yaşlı amca "Ben anlamam evladım madenden, çok cahilim ben" diyor. Ama gençler durumun biraz daha farkında. Bir tanesi "Bu zeytinler de bizimdi, bizim olan zeytine el koydular. Madende de aynısını yapacaklar" diyor, ekliyor: "Verdikleri sözler yalan, hiçbirini tutmadılar" Tepeoba'daki molibden ve bakır madeninin açılışında işletme müdürünün köy halkına vaatleri geliyor hemen aklımıza. Madeni açarken köy halkına 150 kişilik istihdam sağlanacağı, köye bir konak yapılacağı, köy okulunun onarılacağı gibi bir dizi rüşvet sözü ya da sus payı verilmiş olduğu halde yarısının dahi yapılmadığını öğreniyoruz. Maden işletmeleri halkın tepkisini azaltmak için bu tür sözler veriyor; ama yeniden doğaya kazandırmakla sorumlu olduğu madeni olduğu gibi atığıyla, kimyasalıyla bırakıp giden bir sömürücü şirketten sözlerini yerine getirmesini beklemek...! Gençler kısmen farkında, farkında olmasına; ama biri şöyle diyor: "Biz o koca, zengin şirketlere karşı ne yapabiliriz ki?" "Yanılıyorsunuz" diyoruz, "Bu mücadele sizsiz yürümez. Bergamalı köylüleri hatırlayın, onlar nasıl da direndiler! Elbette yöre halkı da size destek olacaktır. Yalnız değilsiniz!" Büyükşapçı köyünün üç tane 'solcu'su olduğunu ve en azından bir tanesinin Ankara'da 6 Ağustos'ta yapılacak ÇED İDK toplantısına gelebilme olasılığını dernek yetkililerinden öğrendikten sonra köyden ayrılıyoruz.

[Demirtepe altın madeni yapılması planlanan orman alanına karşı tepeden / köyden bakış]

BİR EKOLOJİK DENGE ÖYKÜSÜ: HAVRAN BARAJI VE SİNEK YİYEN YARASALAR

Gezi, Havran Barajı ile devam ediyor. Havran Barajı'nın yapımı sırasında 20 bin civarı olduğu düşünülen yarasaların yaşadığı doğal mağara sular altında kalmış. Onun yerine barajın üstünde yarasalar için yapay olarak oluşturulan mağarada ise aynı ortamın yaratılamadığı, yarasaların burada kalmadığı söyleniyor. Yarasalar neden önemli? Çünkü o bölgede çokça yer alan zeytin ağaçlarının zararlısı olan zeytin sineklerini yarasalar yiyip zeytin ağaçlarını koruyormuş. Aslında doğalında var olan ekolojik dengeyi bozup yapay olarak yeniden kurmaya çalışmak, bizimkilerin “doğal kafa yapısı”. Tabii bozulan ekolojik denge bu şekilde onarılamıyor. Bu, barajın bölgeye verdiği zararlardan sadece biri. Barajın bozduğu doğal yapı yanında, suyun altında kaybolanlar da cabası.

[Havran barajı]                                                                                                   

 

[Havran Barajı üzerinde oluşturulan yapay mağara]

'KAZ DAĞI'NIN ÜSTÜ 'ALTIN'DAN DAHA DEĞERLİDİR!'

Geziyi, başkaca irili ufaklı ama konu dışı tarihi ve doğal yer, köy gördükten sonra Burhaniye'nin Dutluca Köyü'nde geniş bir körfez günbatımı ile noktalıyoruz. Zihnimizde kalan; nasıl olur da bu doğa güzelliği bu kadar acımasızca talan edilir, insanlık mirası bu toprak ve ağaçlara böylesi bir kıyım uygulanır; nasıl? Üstelik sadece burası mı? Sırada bekleyen bir sürü yer; Salda Gölü, Munzur Dağları, Ovacık, İstanbul’un nefes alamayan binlerce yeri, Ankara’nın tarihi dokusu yok edilmiş binlerce yeri, Haydarpaşa Garı, Ankara tren garı vs. vs… Aslında yanıtını bulmak hiç zor değil ve hepsi de aynı nedene bağlanıyor. Denetim yapmadığı gibi talanı ranta çeviren ve üstüne üstlük bu şirketlere bizim bütçemizden teşvik veren sömürücü iktidarları da, kâr hırslısı maden ya da inşaat şirketlerini de bundan tek başına sorumlu tutmak gerçekçi ve akıllıca değil. Bu konu, geçmişine gidersek; enerjinin özelleştirilmesi, sahillerin ranta açılması, her kamusal değerin piyasalaştırılıp rekabet ve kâr alanına sokulması ile ilgili. Bu bir zihniyet meselesi, bir devlet yönetim aklı gibi gözükse de dünya sermaye gruplarının aklı zaten “gölgesini satamadığı ağacı kesmekte”, kiralayamadığı sahili imara açmakta, hatta yerel ve bölgesel tepkileri kesmek için köylülerin önüne “İş veriyoruz size işte” diye kemik atmakta! Bu, tüm insanlığın baş belası bir sermaye rantı, apaçık bir düzen sorunudur.

Bu anlamda "'ALTIN'CI FİLO, KAZ DAĞI'NDAN DEFOL!" diye boşuna demiyorlar. 1968 yılında Dolmabahçe’den denize dökülen 6. Filo’lar ile şimdi dağı, ormanı talan eden “ALTINcı filo”ların amaç ve nitelik yönünden fazla fark yok. Demek ki; kırk yılda sadece sömürünün biçimi değişmiş. Bu düzen hala ve durmadan farklı yollarla sömürü üretmeye devam ediyor!

PEKİ NE YAPMALI?

Peki Büyükşapçı’nın genç köylüsü haklı mı; yani biz kimiz ve gücümüz zenginlere, patronlara, rantçılara yeter mi? Sözde bağımsız yargısı tasfiye edilmiş adliyelerde hak aramakla kör topal kimi hak kazanımları elde edilebilir ise de; bunu haklı ve meşru görmemekle birlikte, mahkeme kararlarının birilerinin keyfine göre “uygulanmadığı” bir zaman dilimindeyiz. Van Ahlat’taki saray inşaatının durup durmayacağını hep beraber göreceğiz örneğin. Sosyal medyadan yoğun ve büyük çapta kampanyalar da hukuki kazanımlarla birlikte ancak toplumsal meşruiyeti büyütüp bir kanal açabilir; ancak birlikte ve yerinde mücadele etmedikçe mutlak sonuç almak olanaksız. Yerel örgütler ve konunun uzmanları eliyle yöre halkına tüm bu süreçler anlatılmalı ve toplumsal bir ağ inşa edilmeli. Bu ağ sadece Kaz Dağları, Madra Dağları ya da Munzur için değil, bütünsel olarak düzenin tüm sömürücülerine karşı örgütlenmeli ve güçlendirilmelidir. Ancak bu şekilde para babalarına, rantçılara, soygunculara DUR demek mümkün; bunun için de sömürüyü yaratan düzeni değiştirmek lazım, mutlak örgütlü bir şekilde. Ne diyoruz hep; örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez!