'Siyaset Bilimi'nin editörleri: 'Sosyal bilimlerin bir bütün teşkil ettiğine inanıyoruz'

Yordam Kitap'tan yayımlanan "Siyaset Bilimi: Kavramlar, İdeolojiler, Disiplinler Arası İlişkiler" kitabını hazırlayan Gökhan Atılgan ve Attila Aytekin, kitabın temel farkının disipline bütüncül yaklaşımı olduğunu vurguluyorlar. Yazarlar, yeni bir kitap çalışmasının da yolda olduğunu müjdelediler.

Yakın zamanda Yordam Kitap'tan yayımlanan Siyaset Bilimi: Kavramlar, İdeolojiler, Disiplinler Arası İlişkiler kitabını hazırlayan Doç. Dr. Gökhan Atılgan ve Yrd. Doç. Dr. Attila Aytekin, 32 yazarın katkı koyduğu kitapta siyaset bilimine yeni başlayanlar ile alanda derinleşmek isteyen okurları aynı anda hedeflediklerini vurguluyorlar. Kitaplarının ayırt edici özelliğinin siyaset bilimine ve toplumsal gerçekliğe bütüncül yaklaşmaları olduğunu söyleyen yazarlarla yaptığımız söyleşiyi soL okurlarıyla paylaşıyoruz.

Üniversitelerde, siyaset bilimine ilişkin yazılmış çok sayıda kitap bulunurken böyle bir kitapla nasıl bir boşluğu doldurmayı amaçladınız?

Gökhan Atılgan- Türkiye’de siyaset bilimi alanında yazılmış mevcut kitapları üç kategoride toplayabiliriz. Bunlardan birincisi çeviri kitaplar, ikincisi Türkiye’den sosyal bilimcilerin ya da siyaset bilimcilerin yazdığı orijinal çalışmalar, Münci Kapani ve, Ahmet Taner Kışlalı’nın, daha öncesinden de Bülent Daver’in kitapları buna örnek olarak verilebilir. Üçüncü kategoride de Batıda ders kitabı niteliğinde yazılmış kitapları taklit eden ve belirli bir oranda onların çevirisine dayanan kitaplardan söz edebiliriz. Bunun çarpıcı örneği de Mümtaz’er Türköne’nin derlediği Siyaset kitabıdır.

Oysa Türkiye büyük bir ülke ve bu ülkenin sosyal bilimler tarihi sandığımızdan daha zengin, sandığımızdan daha büyük bir potansiyel taşıyor. Dolayısıyla çevirilerin Türkiye’de ders kitabı olarak kullanılması en azından uygun değil diyebiliriz. Çünkü bu ülke, bu alanda ders kitabı yazabilecek sosyal bilimcileri çoktan yetiştirmiş durumdaydı. İkinci kategorideki kitaplar aslında hem başarılı hem de öncü çalışmalar. Hem Münci Kapani Hoca’nın, hem Bülent Daver Hoca’nın, hem Ahmet Taner Kışlalı Hoca’nın kitapları hem yazım teknikleri bakımından hem de dönemlerine göre kapsamları bakımından iyi kitaplar ama söz gelimi, Münci Kapani Hoca’nın kitabının ilk baskı tarihi 1976, dolayısıyla aradan on yıllar geçmiş ve siyaset biliminin tartışma hatları, güzergâhları epeyce değişikliği uğramış, o bakımdan bu kitaplar günümüzün ihtiyaçlarına cevap vermiyorlar. Bizim kitabı hazırlama fikrimiz de tam da bu gerekçelerden doğdu.

'Hocalarımızdan çok destek gördük, ilgiden memnunuz'

Madem Türkiye bu kadar büyük bir ülke, madem sosyal bilimlerin tarihi bu kadar eski, madem son derece yetkin ve yetkin olmaya aday çok sayıda sosyal bilimci var, bunların kolektif çabasıyla bir siyaset bilimi kitabı acaba hazırlanamaz mı diye düşündük. Ama bize hayal gibi geliyordu. Sonra biraz daha yakın plana alınca olabileceğine inandık. Kitaptaki bütün yazarlardan, başta daha bizim hocalarımızın hocası olan isimlerden büyük destek gördük, bunlar da bizi motive etti ve sonunda bir yıl gibi kısa sayılabilecek bir sürede kitap meydana gelmiş oldu. Siyaset biliminin, sosyal bilgiler öğretmenliği dahil, iletişim fakülteleri de dahil, pek çok sosyal bilim fakültesinde okutulduğunu düşünürsek, on binlerce öğrencinin gördüğü bir ders olduğunu varsayabiliriz. Bizim bu kitaptaki amacımız hem perspektifi sağlam hem konu başlıkları arasında bağlantıları, ilişkileri kurabilecek hem de bu ülkenin sosyal bilimcilerinin ortak bir çabası olabilecek bir ders kitabını dolaşıma sokmaktı. Amacına ne kadar ulaşabileceğini ilerleyen zamanlarda göreceğiz.

Şu anki ilgiden memnunuz ve sevinçli olduğumuzu söyleyebiliriz. Ama amacımız sadece üniversite öğrencilerini hedeflemek ve ders kitaplarına yönelik bir müdahale ya da katkı yapmak değildi, genel okuyucuya seslenmeyi de hedefledik. Siyaset ve siyasetin temel kavramları, ideolojiler bunlar hep merak edilen kahvelerden yüksek tartışma yerlerine kadar tartışılan konulardır. Burada da daha bilimsel bir katkı sunmaya çalıştık. Bu düzeydeki okuyucuların ilgisinden de memnun olduğumuzu söyleyebiliriz. Kitap Ağustos ayında yayımlandı, yani üniversiteler henüz açılmamışken, o dönemdeki satış miktarının yüksekliği genel okurun da ilgi gösterdiğine işaret ediyor.

Attila Aytekin: Cesaret işiydi bizim için. Bu işe kalkışırken Gökhan’ın saydığı o üç kategorinin dışında, çok da fazla eser olmaması bize aslında cesaret vermiş olabilir. Daha fazla eser olsaydı, belki cesaret edemezdik. Üniversitelerde bu kadar çok okutulan bir ders için, Gökhan’nın da söylediği gibi, giriş kitapları çok az. Böyle bir boşluk da gördük aslında. Dolu bir alana bir müdahaleden ziyade öncü çalışmaları olan ama bir süredir ihmal edilmiş bir alana katkı olarak düşündük ve tasarladık.

Sanki hem bütüncül bir gözlemle yazılıyor hem de güncele dair bir değerlendirme var, bir güncelleme arzusu var. Öyle diyebilir miyiz gerçekten de?

G.A.: Aslında ne kadar başarılı olacağını okuyucular değerlendirecek. Ama siyaset bilimi ile yeni tanışmış öğrenciler için keyifli bir başlangıç olacağını, bir yandan da konuya çok hakim kimseleri bazı konularda yeniden düşünmeye, dağınık olan bilgi dağarcığını belki yeniden bir araya getirmeye de vesile olabilecek diyoruz. Başlangıç seviyesinde bir okuyucuyla daha ileri seviyesinde olan okuyucuyu aynı andan hedeflemek mümkün ve gerekli bir şey, kitabın temel dertlerinden birisi de bu.

Güncelleme kaygısı?

A.A.: O biraz da yazarlara kalan bir alandı. Bölümden bölüme farklılıklar da var. Dediğiniz gibi bazı alanları güncelleme kaygısı da var ama bazı bölümlerde, 1. Sınıf sosyal bilimler öğrencisini hedefleyen ama bunun ötesini amaçlamayanlar da vardı. Müdahale etmedik tabii yazarlara, editoryel müdahalenin dışında. Giriş düzeyinde yazın ya da bu konuda bir tartışma açalım gibi bir müdahalemiz olmadı. Ama okuyucuya göre değişebilir bu tabii. Çıkan ürün ve bunun okuyucu tarafından nasıl algılanacağı ile alakalı tabii, bu önemli.

G.A.: Belirli müdahalelerden aslında kaçınmamızın temel bir sebebi var çünkü, bizim tasarrufumuzda kitap şöyle bir şeydi: siyaset bilimi dersi verilen bir yerde birinci sınıf öğrencileri hayal edin, bu öğrencilere Cem Eroğlu Hoca, siyasetin ne olduğuna dair ders veriyor. Artık o, öğrencileriyle nasıl ilişki kuracaksa, kendi üslubuyla, birikimini aktarıyor Korkut Boratav Hoca, toplumsal sınıfları anlatıyor… Hocaların hepsinin farklı üslupları var. Bunların tümü de yazarların tercihi, ve bence, kitabın hemencecik görünmeyen ama en zengin yanlarından birisi bu. Çok farklı tarzları aynı yapı içerisinde görmek bir zenginlik doğuruyor diye düşünüyorum.

'Farkımız sosyal bilimlerin bir bütün teşkil ettiğine inanmamız'

Kitabın siyaset bilimi konusunda daha önceki yazarlardan ne gibi farklılıkları bulunuyor?

G.A.: Biz kitabı tasarlarken hem Türkiye’den hem de yurtdışından pek çok örnek inceledik. Bizim görebildiğimiz kadarıyla siyaset bilimine giriş kitaplarında, siyaset biliminin sosyal bilimlerle nasıl ilişki kurduğuna ilişkin özel tasarlanmış bir bölüm yok. Ama bizim kitabımızda bu başlı başına bir bölümde değerlendiriliyor. Bilebildiğimiz kadarıyla, kitabın orijinal kısmı bu diyebiliriz. Aslında bizi böyle bir kısım hazırlamaya yönlendiren şey de sosyal bilimlere dair bütüncül bir yaklaşıma sahip olmamız. Sosyal bilimlerin alt dallara ayrılma fikri aslında, devleti siyaset bilimine, toplumu sosyolojiye, bireyi psikolojiye bırakan ve herkes kendi alanında çalışsın, kimse kimseye karışmasın gibi bir mantığın ürünü. Biz bu mantığa ve bu mantığın gerisindeki felsefeye de karşı çıkıyoruz. Bu bakımdan sosyal bilimlerin hepsinin birbiriyle ilişkili, içsel olarak ilişkili, bir bütün teşkil ettiğine inanıyoruz. Kitabın temel derdi buydu. Herhalde kitabın en ilgi çekici yanlarından birisi de budur diye düşünüyoruz.

Atilla Aytekin: Lisans derecesini ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü'nden, yüksek lisans derecesini Bilkent Üniversitesi Tarih Bölümü'nden aldı. Doktorasını 2006'da ABD'de State University of New York, Binghamton'da tamamladı. Kent tarihi ve Türkiye siyasal hayatı, ondokuzuncu yüzyılda sınıfsal ilişkiler ve Osmanlı hukukunun evrimi konularıyla ilgileniyor. Praksis yayın kurulu üyesi. ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü'nde çalışıyor.

A.A.: Perspektif anlamında, kitabın ayrıt edici yönü nedir dediğimizde ben de bunları söyleyebilirim. Sosyal bilimlerin ortaklığının vurgulanması, siyaset bilimi ismi, siyaset bilimi isminin fetişleştirilmesi, ayrılaştırılması… Özellikle Amerikan siyaset bilimi, mesela, çok tekniktir, çok teknik bakar. Seçmen davranışları, seçim sonuçları, kamuoyu gibi daha dar yerlere sıkıştırır. Buna karşı çıkan da bir şeydi aslında. Cenk Saraçoğlu’nun yazdığı siyaset biliminin sosyoloji ile ilişkisi, Pınar Bedirhanoğlu'nun yazdığı siyaset biliminin uluslar arası ilişkiler ile ilişkisi, mesela… Uzun uzadıya metodolojik tartışmalar da var bu disiplinler niye birbirinden ayrılamaz diye. Ben kısmen tarih ile ilişkisine girmeye çalıştım. Öyle bir vurgusu var aslında. Hem bizim bu bölümü koymamız itibariyle hem de yazarların aynı tanıya sık dönüp vurgu yapması, toplumsal gerçeğin bir bütün olduğu, öyle kolayca parçalanamayacağı vurgusu var.

'Sosyalist mücadele içindeki yazarların katkıları çok yararlı oldu'

Kitaba katkı koyan isimlere baktığımızda akademisyenlerin yanı sıra sosyalist mücadelenin içerisinde bulunan yazarların da yer aldığını görüyoruz. Bu çalışmayla akademinin gündemine solu sokmayı mı amaçladınız. Ya da solda siyaset bilimi alanına dair bir boşluğu doldurmak mı istediniz?

G.A: Böyle bir niyet yoktu aslında. Böyle iki yazar var, Metin Çulhaoğlu ve Gün Zileli. Bir tanesi sosyalist mücadelenin içinde, diğeri daha farklı bir noktada, daha anarşist bir hareketin içinde. Ama biz, şöyle düşündük, ders kitabı projesinde yer almak için mutlak surette akademik unvan taşımak gerekmez. Türkiye’de Metin Çulhaoğlu, Gün Zileli gibi, ve daha pek çok örnek gibi, akademik bir unvan taşımasa bile büyük bir akademi potansiyeli olan, düşüncelerini akademik olarak da ifade edebilme yeteneği taşıyan epeyce yazar var. Bunlara kitabın kapıları niçin kapalı olsun? Onların kazandıracağı ayrıca zenginliklerin olduğunu düşündük ve her iki bölümde okuyucular görecekler ki yazarlar akademisyen olmamalarına rağmen üst düzeyde bir anlatı sergiliyorlar. Gayet yetkince yazılmış bölümler. Aslında zihnimizde şu olabilir akademinin ayrı bir dünyası vardır, akademi dışı yazarların apayrı bir dünyası vardır gibi sentetik bir ayrımı da reddettiğimiz, bu yazarların katkılarıyla da söylenebilir ki, bizim açımızdan çok iyi, çok yararlı oldu.

A.A: Daha geleneksel bir yaklaşımla bakacak olursak, Burak Gürel de akademide ama doktora derecesi olmayan bir yazar. Ama bu bizim için sorun değildi. Metin Çulhaoğlu’nun ve Gün Zileli’nin katkılarından gayet memnunuz. Zaten, özel olarak, sosyalist mücadelenin içinde olan yazarlar dediğiniz için Metin Çulhaoğlu akademik alanla siyasal alanı sosyalist mücadele içinde birleştirebilen birkaç isimden birisi. O anlamda da kitapta olması bizim için önemli. Belki daha fazla olmalıydı bu tür isimler.

'Kitabın birinci amacı pedagojikti'

Kitapta temel kavramlar ve siyasi ideolojiler öğretici bir üslupla alanlarında yetkin kişiler tarafından kaleme alınmış. Temel kavramların algısında ve siyasi ideolojilerin tarifinde bir kafa karışıklığı yahut eksen şaşırtmacası varken, bu çalışmanın bir toparlama gereksinimini cevapladığı söylenebilir mi? Yani kitabın öğretici olmanın yanı sıra tartışma amacı taşıdığı da söylenebilir mi?

A.A.: Söylenebilir, ama birinci amaç daha çok pedagojikti. Tabi ki siyaset bilimi gibi bir disiplinde ortaya konacak herhangi bir eserin siyasi bir takım tartışmalar yaratması beklenebilir, keşke yaratsa. Bir toparlama gereksinimi var ama onu da daha çok pedagojik amaçlarla düşündük. Devlet, sivil toplum, iktidar, toplumsal sınıflar gibi kavramlar üzerinden bir kafa karışıklığı olduğu doğru. Genel olarak Türkiye’deki tartışmalarda, politik ve güncel tartışmalarda, bunun farkındayız. Esasen farkında olmakla birlikte müdahalemizi pedagojik bir yolla yapmak istedik. Yani devlet kavramı çok yanlış anlaşılıyor, yanlış tartışılıyor politik düzeyde, güncel düzeyde, buna müdahale edelim değil, devlet kavramı bir siyaset bilimi eğitiminde, siyaset bilimine genel bir yaklaşımda öğrenciler için çok kritiktir, tam olarak anlaşılamadan üzerine başka şeyler bina edilemez düşüncesiyle yola çıktık. Ama dediğim gibi tartışma yaratması beklenir.

Gökhan Atılgan: Doktora derecesini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi Bölümü’nden, yüksek lisans derecesini Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden aldı. Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye Bölümü mezunu. Yön - Devrim Hareketi: Kemalizm ile Marksizm Arasında Geleneksel Aydınlar ve Behice Boran: Öğretim Üyesi, Siyasetçi, Kuramcı adlı iki kitabı, değişik sosyal bilimler dergilerinde ve kitaplarda yayımlanmış makaleleri var. Praksis dergisi yayın kurulu üyesi. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde çalışıyor.

Kitabın otuz iki yazar tarafından oluşturulduğu görülüyor. Belirli bir ortak paydası bulunduğu söylenebilse bile yazarların kimi konularda nüanslı yaklaşımlara sahip olduğunu siz de belirttiniz. Buradan yola çıkarak derleme kitapların handikapları ve avantajları konusunda neler söylemek istersiniz?

A.A- Kitabın otuz iki yazar tarafından oluşturulmasının belli avantajları, dezavantajları var. Zaten aralarında yaklaşım farklılıkları olmaması mümkün değil. Belirli bir ortak görüş, dünyaya soldan bakmak, ilerici bir siyasi görüş gibi ortak bir şey söylenebilse de tabi ki farklılıklar olacaktır. Sadece politik değil akademik ve yöntemsel farklılıklar da var. Bu aslında çok olağan bir şey, başka türlü olması da düşünülemez. Neticede bir giriş düzeyde kitap olduğu için daha az kişi tarafından yazılsaydı, tek kişi tarafından yazılsaydı tabi ki daha az farklılık olacaktı ve bu öğrenciler için başlangıçta belki rahatlatıcı bir şey olacaktı. Üslup farklılıkları ve metodolojik farklılıklar daha az olacaktı. Ama bir dezavantajı da olacaktı benim siyaset bilimine giriş derslerini verirken gördüğüm şey kendi üniversitemde bu tür hazır rahatlatıcı cevaplar öğrenciler için her zaman çok iyi olmayabiliyor. Bir anlamda başlangıçta en çok rahatsız olunan ve öğrenciler için zor gelen şey tek bir doğrunun olmaması, hayatın o kadar kolay olmaması. “Bir devlet kavramı şudur” diye değil de “devleti şu perspektif böyle tanımlar, bu perspektif şöyle tanımlar”, “iktidar söyle de anlaşılabilir böyle de anlaşılabilir” vs… Kitabın çok yazar tarafından yazılmasının böyle bir algının öğrenciye geçmesi açısından böyle bir avantajı olabileceğini düşünüyorum ben. Siyaset biliminde pek çok farklı pozisyonlar var, pek çok farklı tartışmalar var, farklı kavramlar var. Değişik yazarlar değişik, değişik düşünürler, değişik kuramcılar değişik perspektiflerde bu kavramlara başka türlü bakabiliyorlar. Metodolojik bazı farklılıklar olabiliyor. Bunları görmelerini kolaylaştıracağını düşünüyorum.

G.A- Aslında otuz iki farklı yazar demek otuz iki farklı üslup demek her şeyden önce. Yazarların her birinin Türkçeyi kullanma, metin yazma tekniği, konuyu ele alma, organize etme biçimleri birbirinden farklı. Bunun yanı sıra kimi temel konularda birbirinden hafifçe farklılaşan kimi yaklaşımlar da var. Okunduğunda görülecektir ki Galip Yalman’la Metin Çulhaoğlu Marksist devlet sorunsalına aynı şekilde bakmaz. Ama bunlar birbirine yakındır, birbirini tamamlar. O devlet kuramı içindeki zenginlikleri yansıtması bakımından da elzemdir.

Dolayısıyla ben nüanslı yaklaşımların olmasının gayet yerinde olduğunu düşünüyorum. Kolaycı baktığımızda diğer dil konusundaki farklılıkların okumayı zorlaştıracağını varsayılabilir. Ben buna da katılmıyorum, çünkü diyelim ki hep aynı ritimde aynı yapıda okuduğumuz bir metin belirli bir süre sonra pekâlâ sıkıcılaşmaya başlayabilir. Ama kitap içerisinde durmaksızın farklı üsluplar, farklı seslenme biçimleri devreye girdiğinde okuyucuyu diri tutan, motive eden bir şeye de dönüşebilir. İkinci olasılığın son derece güçlü olduğunu düşünüyorum.

'Yeni bir çalışmamız yolda'

Yani teknik üzerine oluşabilecek handikapların yanı sıra siyasal bir handikap olabilir mi?

G.A.: Onunla ilgili şöyle söyleyeyim. Buradan haber de verelim. Biz aslında, kitaptaki yazarlara baktığınızda, 2001 yılından beri yayınlaya geldiğimiz Praksis adlı sosyal bilimler dergisinin yazarlarının yayın kurulu üyelerinin, danışma kurulu üyelerinin büyük bir ağırlığı olduğunu göreceksiniz. Aslında kitabın ana beslendiği yer o. Fakat aynı dergi içerisinde bile bizlerin arasında bile nüanslı yaklaşımlar olabiliyor. Bunları bir zenginlik olarak kabul etmek gerekiyor. Hani birbirine karşıt, birbirine muhalefet eden, birbiriyle tokuşan yaklaşımlardan söz etmiyoruz nihayetinde. Aynı konuya birazcık daha farklı yönlerinden, farklı bakma noktalarından eğilen yaklaşımlardan söz ediyoruz. Yazar ekibi daha dar olsaydı dahi bu nüanslı yaklaşımlar yine olacaktı. Şimdi yine bizim Praksis dergisinin yazarlarından 6 kişilik ekiple yeni bir çalışmamız yolda. Orada ekip daha dar olmakla birlikte yine farklı yaklaşımlar ortaya çıkıyor. Ve biz yine bunu birbirini destekleyen ve zenginleştiren bir olgu olarak algılıyoruz. Yani tekdüze, birbiriyle aynı şekilde bakmak zaten imkânsız. İmkânlı olsa bile o kadar iyi ve tercih edilebilir bir şey değil aynı zamanda.

A.A.: Evet zaten Praksis’in ilk başta çıkışından beri temel yaklaşımı böyle oldu, tarihsel materyalist geleneği bir bütün olarak sahiplenmek... Zaten, iç kapağında da yazan şey genel yaklaşımı. Onun aslında yansıması itibarı ile bu tür farklılıkları dert etmeyip, zenginlik olarak görerek yola çıktık.

G.A: Belki son olarak şöyle bir şey söyleyebiliriz. Burada Türkiye’den üç kuşak sosyal bilimci var. Mesela, Mehmet Yetiş benim hocamdı, Korkut Boratav da Mehmet Yetiş’in hocasıydı. Şimdi bu kısacık tanımda bile üç tane farklı kuşağın olduğunu görüyoruz. Hem bizim kuşağımızdan sosyal bilimciler, hem bir önceki kuşaktan, Tarık Şengül, Galip Yalman gibi hocalarımız, hem de Türkiye’de sosyal bilimler tarihine damgalarını vurmuş Cem Eroğul gibi, Taner Timur gibi Korkut Boratav gibi hocalarımızın kitaba büyük bir cömertlikle destek vermeleri bizim için gerçekten çok önemliydi. Bu bakımdan bütün emek veren yazarlara teşekkür borçluyuz.

Çok teşekkür ederiz.

Röportaj: Onur Yılmaz - Selin Albayrak (soL)