Rıfat Okçabol

Halk egemenliğini kaybetmemek için, yurttaşların öncelikle laikliğe ve özgürlüklere sahip çıkması gerekmektedir.

Cumhuriyet ve laiklik

Rıfat Okçabol

Halk egemenliğine dayalı Cumhuriyet rejiminin en temel iki özelliği, yurttaşların eşitliği ve laikliktir.  

Bir başka deyişle, yurttaşlarına eşit davranılmayan ve/ ya da laiklik anlayışının geçerli olmadığı ülkelerde halk egemenliğinden ve de demokrasiden söz edilemez.

Halk egemenliğinin geçerli olduğu ülkelerde yurttaşların eşitliği, onların cinsiyet, etnik köken ve inanç gibi özelliklerinin de eşdeğerde olduğu anlamına gelmektedir.  Çünkü bir cinsiyet/etnik köken/inanç … diğerinden üstün sayıldığında yurttaşların eşitliğinden söz etmek mümkün olmamaktadır. Bu nedenle halk egemenliğinin geçerli olduğu ülkeler, insan haklarının geçerli olduğu ülkelerdir.

Laiklik, Özgür Şen’e göre,1“halksallaşma” ve “etimolojik olarak halka din adamı ve kurumlarından daha fazla yetki verme sürecidir.” Yargıtay başkanlarından Prof. Dr. Sami Selçuk’a göre2 de “felsefi açıdan laiklik, inanç/akıl alanlarının ayrışmasıdır." Hukuksal/ siyasal açıdan laiklik ise “hukukun ve siyasal otoritenin kaynağı yalnızca insan aklıdır, insanın ürettikleridir.”

Bu nedenle, kısaca nesnel/objektif/gerçek bilgi üretme ve de gerçek bilgiye önem vermek anlamına gelen bilimsellik, laik olmanın en temel özelliklerinden biridir.  

Bu arada laiklik ve bilimsellik, kişinin özgürleşmesini kolaylaştıran ve de kişiyi özgürleştiren anlayıştır, tutumdur. Öte yandan özgür kişi de, doğası gereği laik ve bilimsel anlayış sahibidir.

İnsan, gerçek olup olmadığını bilemediği söylemlere değil de, bilimsel yöntemlerle üretilmiş gerçek bilgileri öğrendikçe özgürleşmektedir. İnsan, söylemlere göre değil de, gerçekler üzerinden hareket ettikçe özgürleşmektedir. İnsan, merak ettikçe, düşündükçe, sorguladıkça, irdeledikçe ve gerçeği aradıkça özgürdür. İnsan, kendi iradesiyle hareket edebildikçe özgürdür.

Başkalarının inancı, etnik kökeni, cinsiyeti, yaşadıkları yöre, ten rengi gibi konularda takıntıları olmayan, bu farklılıkları eşdeğerde gören insan da özgür insandır.

Laiklik, bilimsellik ve insan haklarına saygılı olmak, bireyi özgürleştirdiği gibi, aynı zamanda bireyi toplumsallaştırıp insancıllaştıran özelliklerdir.

Özgür insan, iktidarın bir sülaleye bağlı olmasını-baba dan oğula geçmesini- benimseyemez. Kendi özgür iradesiyle seçeceği kişilerin kendi adına devleti yönetmesini yeğler; beğenmediği yönetimi de oyuyla iktidardan uzaklaştırmak ister.

Özgür insan, günlük yaşamda ortaya çıkan sorunların çözümünde, inanç bilgisindense, ağırlıklı olarak insanlığın geçmiş deneyimlerinden ve de ürettiği bilimsel bilgilerden yararlanır. Çünkü inançla ilgili bilgiler, yalnız o inançta olanlar için geçerli olabilirken, bilimsel bilgi hangi inançta olurlarsa olsun, herkes için geçerli olan bilgidir. Çünkü inanç bilgisi ağırlıklı olarak, o inancın yaygınlık kazanmasından önceki yılların deneyim ve bilgi birikimlerinin ürünüdür. İnanç bilgisinin geri planında, sonradan ortaya çıkmış olan aşılar, ilaçlar, organ nakilleri, röntgen, emar, tomografi, DNA ve gen gibi tıbbi gelişmelerle; kulaklık, gözlük, takma diş, otomobil, vapur, telefon, internet ve uçak gibi araçlar-gereçlerle; hastalık, beslenme ve deprem gibi doğal olayları anlamaya yarayan buluşlarla ilgili bilgiler yoktur. Bilindiği gibi çocuk ölümlerinin azalmasının ve insan ömrünün uzamasının nedeni, dualar değil, bilimsel buluşlardır. Çünkü yeni bir sorun ortaya çıktığında, çağdaş insan çözümü dualarda aramaya çalışmaz: Corona virüs olayında bilim insanlarının derde deva olan aşıyı üretmeleri gibi, yeni araştırmalarla soruna çözüm arar ya da o konuyla ilgili uzmanların yaptıkları görüş alışverişleri sonunda soruna çözüm bulunabilir. 

Halk egemenliği anlayışının geçerli olduğu ülkelerde, yaşamın gönenç ve huzur içinde kardeşçe sürdürülmesini sağlayan kurallar da, bir kişinin ya da bir inancın belirlediği kurallar değildir. İnsanlığın binlerce yılda edindiği acı-tatlı deneyimlerden, bilimsel buluşlardan ve yapılan yanlışlardan alınan derslerden kaynaklanan ve insan iradesiyle tartışılıp uzlaşılan, koşullar değiştiğinde değiştirilebilen ve yenilenebilen kurallardır.

Halk egemenliği anlayışının geçerli olduğu ülkelerde, “Müslüman laik olamaz” söylemi gerçekçi bir söylem değildir. Hele Anadolu Müslümanları için bu söylem hiç de geçerli değildir. Çünkü Osmanlı Müslümanı, yüz yıllarca Müslüman olmayan kişilerle komşuluk etmiştir. Ne başkasının inancından rahatsız olmuş, ne de kendi inancını başkalarına dayatmaya kalkışmıştır. Günümüzün dindarları da benzer anlayıştadırlar. Genelde başkasının başörtüsüne, namazına,  içkisine, … karışmadığı gibi, karşılaştığı sorunu için imama ya da üfürükçüye de başvurmazlar. Dolayısıyla Anadolu Müslümanı, doğal ve geleneksel tutumuyla laiktir.

Ancak toplumda dinci, din tüccarı ya da din bezirganı olarak tanımlanan ve dini kendi çıkarları için kullanmaya kalkışanlar, laiklik ve dolayısıyla bilimsellik karşıtıdır. Her derde deva dualar üretenler bu tür insanlardır. Vicdanları rahatsız etse de, dinen doğru, olmasa da, hatta yasal olarak suç olsa da, bir kişinin aklından “6 yaşındaki kızlar evlenebilir; haram para kazananların hacca gitmesi de sevaptır” gibi düşünceler geçebilir. Ancak bu tür düşüncelerini dinle ilişkilendirerek yazılarıyla/söylemleriyle topluma yansıtanlar, dinciye/din tüccarına dönüşmektedir. Böylesi söylemi olan bir kişinin üniversiteye konuşmacı olarak çağırılması ise, dinciliğin ötesinde din ve Cumhuriyet düşmanlığıdır: Üniversitenin insanlığa, bilime ve gerçeklere yabancılaştığının kanıtıdır.  

Bu bağlamda toplumu kandırıcı bir başka söylem de, “Din toplumsal barışı sağlar” söylemidir. Bu söylem tarihsel gerçekler ışığında ne yazık ki geçerli olmayan bir söylemdir. Bilindiği gibi İslam’da ilk dört halifeden üçü öldürülmüştür. Müslüman ülkelerin tarihi iç isyanlarla doludur. Ayrıca Müslüman ülkeler arasındaki savaşlarda öldürülen Müslüman sayısı, Hıristiyan ülkelerle yapılan savaşlarda öldürülen Müslüman sayısından çok daha fazladır. Günümüzde şeriatla yönetilen ülkelerde de (örneğin Sünni şeriatıyla yönetilen Afganistan’da ve Şii şeriatıyla yönetilen İran’da olduğu gibi) toplumsal barışın zerresi yoktur.

Toplumsal barışı sağlayan ve güvenç altına alan tek anlayış laikliktir (dolayısıyla bilimselliktir ve insan haklarına saygılı olmaktır). Her derde dua üretilmesi; “bayramlarda tatile gitmek günahtır” gibi söylemler; tarikatlara pirim verilip onlarla işbirliği yapılması vb uygulamalar, bireyi laiklikten, bilimsellikte, insan haklarına saygılı olmaktan uzaklaştırmaya, dolayısıyla insanın özgürleşmesini engellemeye yönelik eylem ve söylemlerdir.

Halk egemenliğini –Cumhuriyet sistemini- kaybetmemek için, yurttaşların öncelikle laikliğe ve özgürlüklere sahip çıkması gerekmektedir.  

[email protected]

  • 1

    Özgür Şen (2014): Türkiye’de Laiklik ve SolYazılama Yayınevi, s. 35.

  • 2

    Sami Selçuk (1994): “Laikliğin Anlamı”, Milliyet Gazetesi, 12 Mart 1994, s. 21.