Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (Organisation for Economic Co-operation and Development-OECD), 2000’den bu yana her üç yılda bir 15 yaş grubundaki öğrencilerin kazanmış oldukları bilgi ve becerileri değerlendiriyor. OECD bu değerlendirmeyi, Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (Program for International Student Assessment-PISA) ile gerçekleştiriyor.
İmamların “imam” oldukları geçmiş yıllarda bu söylem, bilinen ancak çok sık kullanılmayan bir söylemdi. 12 Eylül 1980’den sonra ve de özellikle AKP iktidarında yaşanan gericileşme ve piyasalaşma furyasıyla, imamlara biçilen işlev, neredeyse toplum mühendisliğine dönüşmüş bulunuyor. Bu dönüşümle de, “İmamın dediğini yap, yaptığını yapma!” söylemiyle ilişkili olarak bazı değişimler oluyor.
Osmanlıda okur-yazar oranının düşüklüğünün Arap harfleriyle okuyup-yazmanın güçlüğüne bağlayan tartışmalar, 1800’lerde gündeme gelmiştir. Bu konudaki arayışlar II. Meşrutiyetle birlikte hız kazanmıştır.
Kasım ayı Türkiye için, 1 Kasım'da (1928) Yeni Türk harflerinin kabulü, 10 Kasım'da (1938) Atatürk'ün ölümü ve 24 Kasım öğretmenler günü gibi önemli günleri içermektedir. Kasım ayı, Dünya Çocuk Hakları Günü (20) ve Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü (25) gibi tüm dünya için önemli olan günleri de içermektedir.
Ortaöğretim kurumlarından olan Çok Programlı Anadolu liseleri, Güzel Sanatlar liseleri, AKP’nin bir yaygın eğitim kurumu olsa da örgün eğitim içine aldığı Mesleki Eğitim Merkezleri, Mesleki ve Teknik Anadolu liseleri ve Spor liseleri bakanlığın Mesleki ve Teknik Eğitim Genel Müdürlüğüne bağlı kurumlardır. Bu okullarda okuyan öğrenci sayısı 1.485.328’dir (Çizelge 1).
Erbakan’ın Refah Partisi, 8 yıllık zorunlu eğitimin kesintisiz olmasına imam hatip ortaokulları kapatılacağı için karşı çıkmıştır. Refah Partisi’nden türeyen AKP de, hem kesintisiz eğitime hem de 1999’da başlayan katsayı uygulamasına karşı çıkmış, gerçek tam da ters yönde olmasına karşın, katsayı uygulamasıyla meslek liselilerin mağdur olduğu edebiyatına başlamıştır.
Mesleki eğitimin günümüzdeki durumunu irdelemek için önce geçmişe kısaca göz atmakta yarar vardır.
AKP Öncesi Durum
Bakan olarak söyledikleriyle uygulamaları arasındaki farklar nedeniyle insanları şaşırtan Selçuk, geçenlerde tüm öğrencilere zekâ ve yetenek testi uygulamayı planladıklarını açıklayarak, yeni bir şaşkınlığa yol açmıştır. Çünkü bu plan, Hitler'in üstün ırk yaratma düşüncesini çağrıştırmaktadır.
Bilindiği gibi eğitim bakanlığı neredeyse önüne gelen her gerici kuruluşla protokol imzalamaktadır. Bu protokollerden biri, Ensar Vakfı ile 24 Temmuz 2017 tarihinde imzaladığı ortak seminer ve sosyal etkinlikler düzenleme protokolüdür. Bu protokolün iptali için Eğitim-Sen’in açtığı dava sonunda, Danıştay 8.
Dördüncü sınıf öğrencilerinin önemli bir bölümünün okuduğunu anlamaması, “ilerideki yıllarda okuduklarını anlarlar” gibi söylemlerle geçiştirilecek bir konu değildir.
Bakanlık, geçen ay, “Türkçe-Matematik-Fen Bilimleri Öğrenci Başarı İzleme Araştırması (TMF-ÖBA) 4. Sınıf Seviyesi” raporunu açıkladı. Bu araştırmayı milli eğitim bakan yardımcısı Prof. Dr. Mahmut Özer yürütmüş.
Üniversiteleri, devlet olarak imzaladığımız evrensel bildirgelerdeki ifadelerle ulusal yasalar doğrultusunda çalıştırma sorumluluğu, öncelikle YÖK ve sonra da üniversite yönetimlerinindir.
67 bin okuldan ve 1,1 milyon öğretmenden sorumlu olup 18 milyon çocuğumuzu emanet ettiğimiz Milli Eğitim Bakanı kim? Yıllarca özel okulculuk yapan ve uzmanlık alanı, rehberlik ve psikolojik danışmanlık olan bir profesör!
2019-2020 eğitim-öğretim yılı Pazartesi günü başladı. 18 milyona yakın öğrenci, 1,1 milyon öğretmenle 67 bin ilk ve ortaöğretim kurumunda buluştu. Bu buluşma özünde sevinilecek bir olay ama, bu öğretim yılında olacaklar/olmayacaklar akla gelmese.
Geçen haftalarda, devlet olarak uygulayacağımıza dair imza verdiğimiz evrensel bildirgelerle toplum olarak uymak zorunda olduğumuz bazı yasa maddelerine yer vermiştik.
İktidarın, üniversitenin ve akademisyenin eğitim-öğretimle ilgili görev ve sorumlulukları, bu kez aşağıda ulusal yasalar çerçevesinde özetlenmektedir.
İktidarın, üniversitenin ve akademisyenin görev ve sorumluluklarına, evrensel bildirgelerle ulusal yasalarda yer verilmektedir. Aşağıda evrensel bildirgeler üzerinden görev ve sorumluluklar örneklenmektedir.
AKP iktidarı öncesinde, Galatasaray, İstanbul Erkek, Robert Kolej ve Ankara TED Koleji gibi liselerle, Boğaziçi, ODTÜ, Siyasal Bilgiler, Mülkiye ve Harbiye gibi eğitim kurumları toplumun gözdesi olan kurumlardı. Bu tür kurumların mensupları mezun oldukları kurum ile tanınır ve birbirlerine diğerlerine göre daha çok bağlılık göstermeleriyle bilinirlerdi.
ÖSYM, YKS sonrasında gerçekleştirilen başvurularla ilgili yerleştirme sonuçlarını açıklamış. Seçme sınavları eğitim sisteminin sınıfta kaldığını gösterirken, yerleştirme sonuçları da, toplumun yanıltıldığını gösteren bilgiler içeriyor.
Geçen haftaki “YKS sonuçları” başlıklı yazımla ilgili olarak bir e-posta gönderen öğrenci, “Haftada ortalama 40 saat ders gören bir öğrencinin 2 dersi din kültürü olması mı güncel sorunları din kültürü dersine bağlayıp çözmeye çalıştığını gösteriyor?” diye sormuş.
Geçen hafta, gecikmeli olarak Liselere Giriş Sınavı (LGS) sonuçlarına değinmiştik. Bu hafta da Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) sonuçlarına değinelim.
Bilindiği gibi YKS, zorunlu olan Temel Yeterlilik Testi (TYT) ve Alan Yeterlilik Testi (AYT) ile zorunlu olmayan Yabancı Dil Testi'nden (YDT) oluşuyor.
Bakanlık 2018 yılından bu yana ‘Eğitim Analiz ve Değerlendirme Raporları Serisi’ yayımlamaya başlamış. Bu serinin son raporu, ‘2019 Ortaöğretim Kurumlarına ilişkin Merkezi Sınav’ adını taşıyor.
İLKE’nin yükseköğretim raporunda pek çok çalışmaya atıfta bulunulurken, laik, bilimsel ve kamusal eğitimi savunan çalışmalara pek atıfta bulunulmaması dikkat çekmektedir. Örneğin ‘B1. Stratejik Bir Yaklaşımla Yükseköğretimde Değişimi Yönetme’ kısmında değinilen değişim yönetimi sürecinin aşamaları, büyük ölçüde konuya bir sistem yaklaşımı niteliğindedir.
“İslami ve insani değerler çerçevesinde yaşama, yaşanmasına vesile olma, toplumda bu yönde bir dönüşümün gerçekleşmesine ön ayak olma” amacındaki İLKE İlim Kültür Eğitim Derneği, 2019 başlarında, "Geleceğin Türkiye’sinde Yükseköğretim” adlı bir rapor daha yayımlamış.
“İslami ve insani değerler çerçevesinde yaşama, yaşanmasına vesile olma, toplumda bu yönde bir dönüşümün gerçekleşmesine ön ayak olma” amacındaki İLKE İlim Kültür Eğitim Derneği, 2018 yılında ‘Geleceğin Türkiye’sinde Eğitim” adlı bir rapor yayımlamış.
İstanbul’un vicdanlı ve sağduyulu AKP’li seçmeninin bir ikilemi de, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı (İBBB) adayının Binali Yıldırım olmasından kaynaklanıyor. İşin özünde, AKP’li seçmen de, Yıldırım’a, muhalif partililerin baktığı gözle bakıyor.
Yıldırım’ın kaderini R. T. Erdoğan’ın belirlediği görülüyor: Örneğin Yıldırım,
Seçmenlerin bir bölümünün, futbol takımı gibi parti tuttuğu, parti fanatiği olduğu görülüyor. Fanatik seçmen, tuttuğu partinin başarılı olup olmadığını irdelemeden oy veriyor. AKP gibi partilerde, fanatik seçmenin önemli bir bölümünü ise gerici beklentilerin peşinde koşanlar oluşturuyor. Bir çıkarı olduğu için parti tutanlar da oluyor.
Bırakın geçmiş yılları, Mayıs ayından bu yana yaşadıklarımızın aşağıdaki özeti bile gidişatı gösteriyor.
Kütahya’nın Altıntaş ilçesinde, müftülük tarafından 4-6 yaş grubu öğrencilerine “Camiyi seviyorum namaza başlıyorum” etkinliği düzenleniyor. Takke ve türban giydirilmiş çocuklara, Kaymakamla birlikte namaz kıldırılıyor.
1919 Mayısından bu yana 100 yıl geçmiş bulunuyor. Bu son yüzyılda yalnız Mayıs aylarında yaşananlar bile, Türkiye’nin nerden gelip nereye gittiğini gösteriyor.
Bakan Ziya Selçuk’un liselerin öğretim izlencesi konusuyla ilgili açıklamalarını dileyince/okuyunca insanın aklına, “imamın dediğini yap, yaptığını yapma; Selçuk giderek mesleğine yabancılaşıyor; Selçuk’un bakan olmasıyla şişirilen balon, ‘2023 Eğitim Vizyonu’ açıklamasıyla hava kaçırmıştı, son açıklamasıyla da tamamen sönmüş bulunuyor” gibi düşünceler geliyor.
Mağduriyetinden söz eden kim? Binali Yıldırım! Yıldırım, YSK’nın hukuk dışı bir kararla İmamoğlu’nun kazandığı İstanbul belediye başkanlığı seçimini iptal etmesi üzerine bu lafı ediyor. Bu lafın ne anlama geldiğini değerlendirmek için, Yıldırım’ın siyasal yaşamına kısaca bakmak gerekiyor.
Bilindiği gibi, her genel seçimden sonra, kullanılan ve kullanılmayan oyların dağılımına bakılarak, “Seçmen ne dedi!” türünden yazılar yazılır. Seçimlerde kullanılan/kullanılmayan oyların dağılımı bir şeyler söylüyorsa, YSK’nın da, verdiği kararla bir şeyler söylemiş olduğunu düşünmek herhalde yanlış olmayacak.
Eğitim bilimleri alanında Türkiye’de yapılan ulusal ve uluslararası sempozyum/kongre sayısının hızla çoğaldığı ve kongre turizm adıyla yeni bir kazanç kapısının açıldığı görülmektedir. Örneğin geçen ay, Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesinde, 18-20 Nisan 2019 tarihlerinde ‘asoscongress: 6. Uluslararası Eğitim Bilimleri Sempozyumu’ ile 20-22 Nisan tarihlerinde ‘ULEAD 2019 Annual 10.
15 Temmuz 2016 darbe girişimi, Fetöcü olanların en azından bir bölümünün, öğrenim düzeyleri ne olursa olsun, kendi egemenliklerinin ayrımına varıp özgürleşemediklerini, ‘yurttaş’ olamadıklarını göstermişti. 5-6 gün önce şehit cenazesinde yaşanan CHP’lilere yönelik saldırı da, özgürleşemeyenlerin yalnız Fetöcülerle sınırlı olmadığını göstermiştir.
“Benim yârim gelişinden bellidir” misali, eğitim konusunda etkinlik düzenleyen sivil kuruluşların genel niteliği de, eğitim bakanı Selçuk’un etkinliğe gelişinden belli olmaktadır. Selçuk, laik ve bilimsel eğitimden yana olan kuruluşların düzenledikleri eğitim toplantılarında pek görünmese de, yandaşların düzenlediği toplantılardan hemen hiç eksik olmamaktadır.
Geçen haftaki yazıma “Belediye seçimleri geride kaldı kalmasına da” sözleriyle başlamıştım. Ancak en azından İstanbul seçimlerinin bir türlü geride bıraktırılmadığı görülüyor. Bu durum bir bakıma seçimlerin ardından biraz daha konuşulmasını gerekli kılıyor.
Belediye seçimleri geride kaldı kalmasına da, akıllar henüz durulmadı. AA’nın saatlerce İstanbul’la ilgili sayım haberlerine OHAL uygulaması akılları karıştırdığı gibi, ‘yenilen pehlivan güreşe doymaz’ misali davranışlar da akıl karıştırıyor.
31 Mart 2019 belediye seçimlerine, ‘beka sorunu’ ile partili cumhurbaşkanının muhaliflerine akıl-almaz sözlü saldırıları damga vurmuş bulunuyor. Türk Dil Kurumu sözlüğü "beka" için: kalıcılık, ölmezlik karşılığını veriyor.
Bir arkadaşımın gönderdiği e-postadan İLKE’nin yayımladığı eğitim raporlarından haberim oldu. İLKE, 2018’de ‘geleceğin Türkiye’sinde eğitim raporu’ ve 2019’da da, ‘geleceğin Türkiye’sinde yükseköğretim raporu’ yayımlamış. İLKE’nin web sayfasına bakınca (ilke.org.tr), bu raporlara değinmeden önce İLKE’yi yakından tanıma gereği ortaya çıkıyor.
TED raporu, yönetişim ve istihdam, kalite araştırmaya yönelik politikalar, öğretmen eğitimi ve mesleki süreç, uluslararası alanda Türkiye, temel eğitim, ortaöğretim, mesleki teknik eğitim ve din öğretimi, özel eğitim ve rehberlik hizmetleri, öğrenci yönlendirme sistemleri ile özel öğretim gibi 10 bölümden oluşuyor.
Savaşlarda olsun günlük yaşamda olsun tarih boyunca kadınlar mağdur olmuştur. Bazı topluluklarda, tanrılarını memnun etmek için genç kızlar kurban edilmiştir. Günümüz yaşamına kültürel ve düşünsel etkileri olan Eski Yunan’da bile kızlar eğitim dışında tutulmuştur. Göksel dinler genelde erkek egemen anlayışı pekiştirip sürdürmüş, cariyeliği ve köleliği benimsemiştir.
YÖK’ün yükseköğretimde toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda bir girişim başlatacağı haberleri üzerine tepkimi 8 Mayıs 2015 tarihli soL’da, ‘YÖK’ün ciddiyeti’ başlıklı bir yazıyla belirtmiştim.
AKP’nin her yeni eğitim bakanı, bir önceki bakanın gerçekleştirdiği gericileşme dönüşümlerine yenilerini ekliyor. Örneğin bakan Selçuk, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği projesine bile son vermiş. Bu ortamda, belki de 58. ölüm yılında Hasan Ali Yücel’i anımsamak, bizlere Türkiye’nin AKP’nin bakanlarına mahkum olmadığını görme fırsatı verebilir.
Türk Eğitim Derneği (TED) de, yan kuruluşu olan TEDMEM üzerinden 2018 Şubat’ında “2017 Eğitim Değerlendirme Raporu” açıklamıştır. 2017 yılı ile ilgili eğitim raporları, en gerici müfredatın uygulanmaya başlandığı bir yılla ilişkili olduğundan, Türkiye’deki durumu açıklamak/anlamak açısından ilginç raporlar olmaktadır.
Laiklik ilkesi 5 Şubat 1937’de Anayasal bir ilkeye dönüşmüştür. Laikliğin bir boyutu inanç özgürlüğü ise diğer boyutu da bireysel özgürlüktür. Özgürleşmemiş bireyin laik olması kolay olmadığı gibi özgür olmayan bir devletin de laik bir devlet olması kolay değildir.
Geçen hafta değinilen Eğitim Reformu Girişimi (ERG) raporunun ‘Öğrenciler ve Eğitime Erişim’ adlı bölümünde, açıköğretim lisesine giden öğrencilerin ortaöğretim öğrencilerine oranının yüzde 24,5 olduğu, ortaöğretim kurumlarında en yüksek devamsızlık oranının mesleki ve teknik Anadolu liselerinde bulunduğu belirtiliyor. Ancak bu olumsuz durumlar hakkında bir yorum yapılmıyor.
Sabancı Üniversitesi bünyesinde kurulmuş olan Eğitim Reformu Girişimi (ERG) birimi de, ‘Eğitimi İzleme Raporu: 2017-18’ adlı bir rapor yayımlamıştır. Devlete bağlı olmayan bu tür kuruluşların eğitim alanında yapılanları irdelemeleri, artarak sürdürülmesi gereken olumlu bir yaklaşımdır.
Üniversitede vahim bir olay yaşanıyor: Bir öğrenci, hem de hukuk öğrencisi, gözünü kırpmadan bir akademisyeni öldürüyor.
Milli eğitim bakanlığı, 2017 yılında ‘Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü: İzleme ve Değerlendirme Raporu (1-2017)’nu da yayımlamıştır.
Mazeret değil ama, 24 Haziran başkanlık seçimleri, yeni bakan ve vizyon derken 2017 yılıyla ilgili raporlara değinmemişiz. Oysa ortalık milli eğitim bakanlığının ve bazı kuruluşların raporlarından geçilmiyor.
‘2023 Eğitim Vizyonu’ belgesinin balonluğu konusunu, belgenin içermediği cek-cak’lara da değinip sona erdirmek gerekiyor.
‘2023 Eğitim Vizyonu’ belgesini hazırlayan bakan, fırsat buldukça eğitim konularına “Sayın Cumhurbaşkanının baktığı çerçeveden bakıyoruz” diyor. Sayın Cumhurbaşkanının ise, eğitim ve kültür alanına, özetle dinin ve kininin davacısı olacak gençlik yetiştirme, imam hatipleri yüceltme ve de 1400 yıllık İslam medeniyeti çerçevesinden baktığı biliniyor.
Kapak sayfaları dışında 133 sayfa olan ‘2023 Eğitim Vizyonu’nuyla ilgili yazılı belgeyi okuyunca, vizyonun balonluğu daha açık bir şekilde göze çarpıyor. Belgenin balon niteliği, başlıkta bizim kendi sözcüklerimiz hedef-hayal-düş yokmuşçasına ‘vizyon’ sözcüğünün kullanılması ile başlıyor.
Okullar açıldığında dile getirilen söylemlerden biri, “Bilim insanlarının yurda dönüş seferberliğini başlatıyoruz. Dünyanın her yerindeki bilim insanlarımızı ülkemizde başlattığımız bilim ve teknoloji atılımımıza katılmaya çağırıyorum” şeklindedir.
Bu çağrı güzel bir davet olsa da “Kim döner?” ve “Siz bilim insanı olsanız döner miydiniz?” gibi soruları akla getiriyor.
Toplumun gözde üniversitelerinden birinin eğitim fakültesi, 26 Kasım’da düzenledikleri Öğretmenler Günü etkinliğine eğitim bakanını davet etmiş! Bu davetin, öğretmenler gününün anlamı ve bakanın işlevi açısından herhalde bir anlamı vardır!
20 Kasım Dünya Çocuk Günü, öncelikle bizim çocukların durumunu akla getiriyor. TUİK'in 2017 raporuna göre Türkiye'nin nüfusunun yüzde 28,3'ünü (22.883.288) çocuklar oluşturuyor. Ancak son yıllarda Türkiye toplumunda çocuk sevmezliğin ve de hatta çocuk düşmanlığının tehlikeli boyutlara vardığı görülüyor. Çocuk konusunda nereye bakılırsa bakılsın bir umut ışığı yanmıyor.
Türkçe ezan, Arap harflerinden vazgeçilmesi konusunda olduğu gibi, Osmanlı zamanında gündeme gelmiş bir konudur. Ziya Gökalp’in 1918’de yazdığı “Vatan” şiirindeki şu dizeler bu durumun bir kanıtıdır: “Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur,/ Köylü anlar mânasını namazdaki duanın…/ Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur’an okunur, Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüdanın… .”
Bakan Selçuk, vizyon açıklamasını izleyen 28 Ekim Pazar günü CNN TÜRK’te yayımlanan ‘Hafta Sonu’ programında da pek çok açıklamalarda bulundu. Sunucusunun, yeni havalimanı açılışının reklamını yaparken, “Artık kuşlar İstanbul Havalimanı üstünden uçmamayı öğrenecekler” dediği program!
Şunu baştan söylemek gerekiyor: 4+4+4 sistemiyle dini öğretimde değişikliğe gitmeyen, din kültürü ve ahlak bilgisi dersini seçmeli derse dönüştürmeyen, açık öğretimi zorunlu öğretim dışına çıkarmayan, öğrencileri imam hatip liseleri gibi istemedikleri liselere gitmek zorunda bırakan süreçler yanında, gerici kuruluşlarla işbirliğine son vermeyen değişiklikleri vizyon diye açıklamak, toplumu oya
Selçuk’un bakan olmasından bu yana, bakanlıktan umutları kırıcı haberler gelse de, gündeme Selçuk’la ilgili kulağa hoş gelen söylemler damga vurmuştu. Eylül başında, bakan yardımcısı Mustafa Safran, Selçuk'un, “Ekim'de eğitimde adalet, verimlilik ve süreklilik adına yeni bir eğitim inşası raporunu kamuoyuyla paylaşacağını” söylemişti.
Son iki haftada burada yapılan irdelemelerin özeti:
Bir söylem şöyle;
"Tek tipçi, yasakçı, öğrencinin tekamülü yerine formatlanmasını esas alan eski eğitim öğretim mantalitesini bir daha geri gelmemek üzere rafa kaldırdık. … Çok daha özgürlükçü, demokratik, sorgulayıcı yapıya kavuşturduk.”
Gerçek (yeni açılan bir ‘ilim ve kültür merkezi öğrencileri) böyle:
Geçen hafta, “Tek tipçi, yasakçı, öğrencinin tekamülü yerine formatlanmasını esas alan eski eğitim öğretim mantalitesini bir daha geri gelmemek üzere rafa kaldırdık” söyleminin gerçeklerle bağdaşıp bağdaşmadığı öğretim izlencesi (müfredat) üzerinden irdelenmişti.
Okulların açıldığı günlerde dile getirilen ilginç söylemlerden biri de "Tek tipçi, yasakçı, öğrencinin tekamülü yerine formatlanmasını esas alan eski eğitim öğretim mantalitesini bir daha geri gelmemek üzere rafa kaldırdık” söylemidir.
İktidar mensuplarının eğitimle ilgili konuşmaları, okulların açıldığı günlerde yoğunluk kazanıyor. Geçen hafta okulların açılması üzerine basına ve televizyonlara yansıyan konuşmalarda, göze- kulağa hoş gelen ve geçmişi suçlayan söylemler dikkat çekiyor. Ancak bu söylemlerin bir kısmının, çağdaş ve evrensel eğitim anlayışıyla bağdaşmadığı gibi, uygulamalarla da örtüşmediği görülüyor.
Mart 2012’de, eğitim sistemini gericileştiren 4+4+4 yasası kabul edilmişti. Arkasından da hızlı bir imam hatipleştirme furyası başlamıştı.
Kimi yazarlar, Selçuk’un eğitim bakanı yapılması üzerine topluma umut dağıtmışlardı. Allah için Selçuk da, selefi olan özellikle Çelik, Avcı ve Yılmaz gibi, konuştukça, mangalda kül bırakmayıp azalan umutları yeniden tazeliyor. Ancak arada bir bakanlıktan gelen haberler, hem Selçuk’un söyledikleriyle örtüşmüyor, hem de umut dağıtanlara yanıt niteliğinde oluyor.
YÖK, 15 Temmuz darbe girişiminin 2. yılı nedeniyle hazırladığı “15 Temmuz ve Türk Yükseköğretimi” adlı kitabı (http://yok.gov.tr/15-temmuz-ve-turk-yuksekogretimi), 14 Temmuz 2018 günü kamuoyuna açıklamış.
AKP’nin pek kanun-manun taktığı yok. Yine de, herhalde AB Müktesebatı çerçevesinde 10 Aralık 2003’te çıkardığı 5018 sayılı ‘Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’na uymaya çalıştığı görülüyor.
YÖK, AKP’lileşmeden önce 2007’de de, bir "Vakıf Üniversiteleri Raporu" açıklamıştı. AKP’lileşen YÖK ise "Vakıf Yükseköğretim Kurumları 2018" raporunu hazırlamış.
Yoğun gündem nedeniyle YÖK’ün, öğretmenlik programlarını güncellemesi konusuna değinememiştik. Oysa bakan İ. Yılmaz ile YÖK Başkanı Saraç, 16 Mayıs 2018 günü düzenlenen bir toplantıda durumu kamuoyuna açıklamışlardı.
Yeni bakan hakkında kendi düşüncelerime ara verip biraz da gazete yazılarına değinelim. Milliyet’ten Abbas Güçlü, 10 Temmuz’da, “Eğitime nihayet eğitimci bir Bakan” başlıklı yazısına, “Ziya Hoca, hemen herkesin bizden dediği bir isim. O bir özel okulcu ama para hırsı olmayanlardan.
Öğrencilerinin “sevgili öğretmeni”, tanıyanlarının “sevgili dostu”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (AÜSBS) çalışanlarının “efsanevi dekanı”, meslektaşlarının “sevgili ve saygın bilim emekçisi ağabeyleri” Prof. Dr. Cevat Geray, 23 Temmuz 2018 günü, aramızdan ayrılıp göklere çekilmiştir.
Bilindiği gibi AKP, iktidar olur-olmaz, Avrupa Birliği (AB) Müktesebatına uyum çerçevesine başlattığı piyasalaşma girişimlerini aynı zamanda gericileşme çabasıyla sürdürmüştür. Açıkladıkları 'Acil Eylem Plânı' ve kamu yönetimi reformu tasavvurları piyasalaşmayı ve gericileşmeyi yaygınlaştırmak içindir.
Yeni bakanlar atanamadan önce bahis oynanmış olsaydı, herhalde Prof. Dr. Ziya Selçuk üzerine oynamış olanlar çok kazanırdı.
Bu atama, bana göre, Selçuk’un bu görevi kabul etmesi açısından beklenmeyen bir şey olduğu kadar, AKP liderinin onu seçmesi açısından da, beklenebilen bir durum.
İnsanların yaşam içinde öğrendikleri, örgün ve yaygın eğitim kurumlarında öğrendiklerinden çok daha fazla olabilmektedir. Çünkü yaşam içindeki öğrenmeler, doğumdan ölüme kadar, her yerde ve her ortama gerçekleşebilmektedir. Öğrenme örgütü ve öğrenme toplumu denmesinin bir nedeni, yaşam içindeki öğrenme olanaklarının yaygınlığıdır.
Aydemir Güler’in birkaç gün önce yayımlanan “Yolsuzluğun yeniden keşfi” yazısındaki “Türkiye’de toplumun sorunu ‘bilmemek’ değildir. AKP yandaşları ve AKP karşıtları ‘biliyorlar’” saptamasına, sanırım katılmayan yoktur.
DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti, Bahçeli’nin erken seçim isteğine uymak zorunda kalmış ve milletvekili seçimi erkene alınıp Kasım 2002’de yapılmıştı. Yeni kurulan bir parti olan AKP, koalisyon partilerinin yüzde 10 barajına takılmaları sonucu % 34 oyla meclis çoğunluğunu elde etmişti!
Son yıllarda;
Dış borç, hayat pahalılığı, çocuk evlilikleri, çocuk istismarı, kadın cinayetleri, yandaşlara kaynak aktarma, doğanın talan edilmesi, çalışma koşulları nedeniyle ölen emekçi sayıları, işsizlik, barış karşıtlığı, hukuksuzluk, Cumhuriyet rejimini benimseyenlerin değil de Osmanlı hayranları ve cemaatlerin peşine takılanlar giderek artıyorsa.
AKP iktidara geldiğinde, imam hatip liselerinde 64 bin ve ilahiyatta 9 bin öğrenci okuyor, 118 bin kişi de Kuran kurslarına gidiyordu. 2011’de imam hatip liselerine gidenler 268 bine, ilahiyatta gidenler 27 bine ve Kuran kurslarına gidenler de 300 bine çıkmıştı.
Bilindiği gibi Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), 3 Mart 1924 Tarih ve 429 sayılı Şer-iyye ve Evkâf ve Erkân-ı Harbiyye-i Umumiyye Vekâletlerinin İlgasına Dâir Kanun çerçevesinde, Şer’iyye ve Evkâf bakanlığı yerine kurulmuştur.
Silahlı kuvvetler, 31 Mart 1908 isyanını bastıran Hareket Ordusuyla, I. Dünya Savaşında Çanakkale ve başka cephelerdeki kahramanlıkları yanında Kurtuluş Savaşı ile de toplumda ayrıcalıklı bir yere sahiptir. 27 Mayıs 1960 devrimi, barış ortamını getirip laik ve demokratik bir açılım sağlayarak bu ayrıcalığı pekiştirmiştir.
Anayasa Mahkemesi (AYM), 7 Mart 1989 tarihli türban kararında, laiklik için, “egemenliğe, demokrasi ve özgürlüğe ve bilgi bileşimine dayanan toplumsal bir atılım, siyasal, sosyal ve kültürel bir yaşamın çağdaş düzenleyicisidir... Laik düzende din, siyasallaşmadan kurtarılır, yönetim aracı olmaktan çıkarılır, gerçek saygın yerinde tutularak kişilerin vicdanlarına bırakılır.
Bilindiği gibi, Türkiye’den Filipinlere ve Japonya’dan Kanada’ya kadar her ülkede yaşayanların, iğneden-ipliğe, ilaçtan-internete kadar kullandıkları her şey, bilimsel çalışmaların ürünüdür. Bu ürünlerin hiçbiri, inançlardan/din kitaplarından ya da peygamberlerin söylemlerinden üretilmemiştir.
Bilindiği gibi üniversite, bilimsel yöntemlerle gerçeğin araştırılıp öğretildiği kurumlardır. Toplumsal yaşamın sürdürülmesi için gerekli olup neyi, nasıl ve niçin yapacağını sorgulayan hakimlerin, savcıların, öğretmenlerin, siyaset bilimcilerinin, … yetiştirildiği yerlerdir. Toplumun aklı ve vicdanı olup laik, demokratik sosyal hukuk düzeninin yaratıcısı ve güvencesi olan bir sistemdir.
AKP, iktidarının ikinci ayında, 3 Ocak 2003’te, 205 faaliyeti içeren bir acil eylem planı açıklamıştı. (bkz. AKP iktidarında eğitim, Ütopya Yayınevi, 2013) Bu acil planın Sosyal Politikalar başlığı altında yer alan 45 faaliyetin 8’i, yükseköğretimle ilgiliydi ve şu faaliyetleri içeriyordu:
Piyasacı ve gerici 12 Eylül 1980 darbesi ile AKP sayesinde toplumun kimyasının bozulduğu her gün daha da belirginleşiyor.
Her gün yeni bir dayatmayla karşı karşıya kalınıyor. Zamların dayatılması güncel bir olaya dönüşmüş bulunuyor. Liseye geçiş dayatılması içimize sindirilmeden bir OHAL daha dayatıldı. Yetmedi 24 Haziran baskın seçim dayatmasıyla karşılaştık. Önümüzdeki günler, yeni dayatmalara gebe gibi. Bereket serde “kadercilik” var. Yoksa toplumun çatır çatır çatlaması an meselesi.
Web sayfasında, “Üniversitemiz, uluslararası çağdaş eğitim sürecine uyumlu, ileri düzeyde eğitim, öğretim, araştırma, geliştirme etkinliklerini sürdürerek, sağlık, sosyal, kültür, sanat, spor, ekonomi ve teknoloji alanlarında gerçekleştirdiği bilimsel araştırmalar ile tüm insanlığa yarar sağlayacak bilgiyi üretmeyi, ürettiği bilgi ve teknolojinin aktarımı ile kullanımını sağlamayı ve insan hakl
Boğaziçi Üniversitesi’nde (BÜ) lokum masasıyla yaratılan yapay sorunun, “Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” işlevine dönüştüğü görülüyor.
Boğaziçi’nin, ister boğaz ve isterse Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) olarak, artık “şen gönüller yatağı” olmadığı her gün biraz daha belirginleşiyor.
17 Nisan 2015 tarihli ve 29329 sayılı “MEB Öğretmen Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği” ile 1-2 hafta önce gündeme gelen Öğretmen Performans Değerlendirme Taslak Yönetmeliğinden söz ediyorduk.
Bakanlık bu taslak yönetmeliği görüş almak için, (ilk kez) eğitim fakültelerine bile göndermiştir. İnsana, “Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü?” dedirten bir durum. Bakanlık ya zor durumda, ne yapacağını bilmiyor, ya da bu kez de eğitim fakültelerini de oyuncak haline getirmek istiyor.
Türkiyeli kadınların durumundan, dünya kadınlarına bakacak halimiz kalmıyor.
Cumhuriyet rejimi kurulur kurulmaz, eğitim konusuna önem verilmiştir. TBMM’de kabul edilen en önemli yasalardan biri, 3 Mart 1924 tarih ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu’dur; günümüz söylemiyle öğretim birliği yasasıdır. Toplam 7 maddeden oluşan bu yasanın önemli maddeleri şunlardır:
1– Türkiye dahilindeki bütün müessesatı ilmiye ve tedrisiye Maarif Vekaletine merbuttur.
Bakanlığın sık sık yönetmelik değişikliğine gitmesinin arkasında birkaç neden olduğu görülüyor.
Okul öncesi, ilköğretim ve ortaöğretim kurumları, bakanlığın ve örgün eğitimin temel kurumları oluyor. Bu kurumlarda okutulacak derslerin içeriği müfredatla belirlenirken, bu kurumlara giriş ve bu kurumlardan mezun olma gibi eğitim-öğretimle ilişkili konuları ise yönetmelikler belirliyor.
AKP, altı yıl kadar önce, Fırsatları Araştırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi (FATİH) Projesi’ni gündeme getirmişti. Bu proje milli eğitim, ulaştırma, denizcilik ve haberleşme bakanlıklarının işbirliği ile yürütülecekti.
Cumhurbaşkanı, 7 Ocak tarihinde Boğaziçi Üniversitesi'nde (BÜ), BÜ Mezunlar Derneği’nin değil, Boğaziçi Üniversiteliler Derneği’nin 14. Genel Kurulu’nda konuşmuştur. Konuşmasının bir bölümünde, “Açık konuşmayı severim” dedikten sonra, “Bu üniversitemiz açıkçası biraz zayıf kalmıştır.
Yükseköğretime birilerin çiftliği, ülke yönetimine de aşiret yönetimi deyince kızanlar oluyor. Şu yardımcı doçentlik konusunda olanları başka türlü açıklamak mümkün mü?
Yükseköğretim de, giderek AKP’nin çiftliğine dönüşüyor. Görev süresi bitmemiş olsa da, görevden alınmasını gerektirecek hiçbir yasal durum olmasa da, istendiği anda, YÖK başkanı görevden alınıp istenen kişiye bu görev verilebiliyor! İstenmeyen rektör adayı, üniversitesinde yüzde 86 oy almış olsa da, rektör yapılmıyor!