Türkiye basketbolunun tarihi sezonu?

Galatasaray Avrupa basketbolunun 2. kupası Euro Cup'ı kazanırken, biri Euroleague olmak üzere kadınlardaki 2 kupasının yanına bir yenisini eklemiş oldu. Mali sorunlar ve üst üste alınan mağlubiyetlerle geçen bir önceki sezonun ardından, bütçe neredeyse yarı yarıya azalmış ve takım büyük ölçüde yenilenmiş olmasına rağmen, sezon başında hedef olarak belirlenen kupayı kazanmak önemli bir başarı. Sarı kırmızılıların, Bayern Münih, Karşıyaka, Strasbourg gibi Euroleague deneyimi olan takımlarla, Gran Canaria gibi bu kupanın gediklisi diğer takımları elemiş olması da kayda değer. Bir artı da, takım kaptanı Sinan Güler ve Koç Ergin Ataman'ın, öyle laf olsun diye değil, içten biçimde Fenerbahçe'nin Euroleague şampiyonluğunu dilemesiydi; ki Ataman'ın son yıllarda Fenerbahçe salonunda pek sevilen bir isim olmadığı malum.

Bu dileklere basketbol sektöründen hemen herkes katıldı ve Euroleague'i de Türkiye'den bir takımın alması halinde, ülke basketbolu için tarihi bir sezon olacağı hususunda hemfikir olundu. Galatasaray'ın kupayı kazanması ve Fenerbahçe'nin üst üste 2. sezon Final Four'a yükselmesi, bu takımlar ve bir anlamda, sponsorlarıyla, medyasıyla basketbol sektörü açısından elbette başarı sayılacak gelişmeler. Ancak ülke basketbolu açısından başarı sayılabilir mi, burası hayli tartışmalı. Her iki takımın Avrupa maçlarından birer örnek verelim. Anadolu Efes altyapısından yetişen Sırbistan kökenli Duşan Cantekin, sezon başında Galatasaray kadrosuna dahil edildi. Takımın iki pivotundan birisi olan Dorsey'in ayrılmasından sonra diğer pivot Stephan Lasme hemen her maç 30 dakikanın üzerinde süre almasına rağmen Cantekin'e pek şans gelmediği gibi, alternatif olarak uzun süredir basketbol oynamayan Chuck Davis transfer edildi. Çeyrek final maçında bir pozisyonda, sahadaki uzunları dinlendirmek adına ve maçın kritik bir anında oyuna giren Cantekin, ilk savunmasında bir basket faul'e sebebiyet verdiği için 20 saniye içerisinde oyundan alındı. Benzer bir örnek, Real Madrid'e karşı oynanan ilk çeyrek final maçında Fenerbahçe cephesinde görüldü. Cantekin'in aksine kendisini kanıtlamış ve milli takım kadrosunda da yer alan Barış Hersek, yine tek uzunu Udoh'u 30 dakikanın üzerinde oynatan Obradoviç tarafından oyuna alındı ve tıpkı Cantekin gibi Hersek de, henüz ısınma şansı bulamadan bir basket faule neden olduğu için kenara alınıp, bir de üstüne Obradoviç'in bağırırken kıpkırmızı kesildiği ünlü azarlarından birisine layık görüldü.

Koçların, özellikle her hücum ve savunmanın önemli olduğu çekişmeli maçlardaki böylesi tercihlerini eleştirmek değil maksat. Kulüp yönetimleri belirli bir yatırım yapıp deneyimli koçlarla anlaşıyor, onların istediği oyuncuları almaya çalışıyor ve karşılığında da başarı bekliyorlar. Koçlar da maçları yalnızca kazanılacak hedefler olarak algılayıp, daha az süre alan oyuncuların doğal karşılanması gereken hatalarına tolerans göstermiyorlar. Buna karşın ortada bir tuhaflık olduğu da ortada. Fenerbahçe'nin bu sezon Euroleague şampiyonluğuna ulaşması şaşırtıcı olmayacak. Bunu yaparken yerli oyuncuları, yalnızca kritik eleme maçlarında değil, bütün bir Avrupa sezonu boyunca neredeyse hiç kullanmamış olacak. Bir başka deyişle, kitlesel taraftar desteği ve büyük ölçüde bu sayede sağlanan finansman (sponsorluk ve reklam gelirleri) haricinde, sahanın içerisindeki oyun anlamında bir "yerli üretim" katkısı olmadan kazanılan bu başarı, medyada Türk basketbolunun tarihi sezonunun bir parçası olarak anılacak. Galatasaray açısından durum, ülke basketbolunun Avrupa basketboluna katkısı olarak değerlendirilebilecek bir Koç ve hem oyuna, hem de takımın bütünlüğüne olan katkısıyla gerçek bir kaptanla bunu başardıkları için bir nebze daha farklı, ama o kadar.

Oyunun kalitesini arttırmak ve bunun için pek sabırlı olmamak adına, böyle bir tercih yapılabilir. Yabancı oyuncu sınırlamasının büyük ölçüde kaldırılmasıyla, basketbolu yönetenler bu konuda tercihlerini de yapmış oldular zaten. Kulüplerin de, seyircilerin de şikayet ettikleri yok. Sınırlamanın kalkmasıyla Türkiye ligi, gerçekten de çok sayıda şampiyon adayının olduğu, seyir zevki ve çekişmenin yüksek olduğu bir lige dönüştü. Burada iki soru ortaya çıkıyor. Birincisi, büyük ölçüde sermaye yatırımlarına dayanan  bu sistemin sürdürülebirliği şüpheli. Avrupa ortalamalarının çok üzerinde bir yatırımın olduğu bir sistem - yalnızca Euroleague'in ana sponsor dahil olmak üzere neredeyse tüm sponsorlarının Türkiye'den olmasındaki tuhaflığa bakılabilir - iktisadi gerçekliklerden uzak duruyor. İkincisi, hemen hiç kimsenin sormadığı bir soru, milli takıma ne olacak? Bir önceki on yılda yerli oyuncular takımlarında daha fazla süre alıp kendilerini geliştirebiliyor ve bu sayede, hem NBA'e, hem de Avrupanın önemli takımlarına transfer olabiliyorlardı. Bu oyuncular, sezon sonundaki milli takım kampına da hatırı sayılır bir pratikle gelmiş oluyorlardı. Bu yaz Türkiye olimpiyat elemelerine katılacak ve kadronun önemli bir kısmı, sezonu bankta oturarak geçirmiş oyunculardan oluşacak. Ülke basketbolunu geliştirme misyonuna halen belirli ölçülerde sahip çıkıp, yerli oyunculara belirli roller vermeye çalışan Anadolu Efes'ten gelecek birkaç genç oyuncu ve yabancı sınırlamasının kalkmasının da etkisiyle takımlarından ayrılıp, Darüşşafaka'da toplanmış olan oyuncu grubu, durumu bu sene için kurtarabilir. Buna karşın, sistem böyle devam ettiği sürece, önümüzdeki yıllarda bu oyuncuları bulmak da mümkün olmayabilir. Şu anda kendi takımına belirli bir seviyede katkı sağlayan, yokluğu hissedilebilecek olan 25 yaş altında bir yerli oyuncu - Cedi Osman'dan başka kimse gelmiyor aklıma - var mı?

Öte yandan işlerin böyle olmadığı ve yerli oyuncuların takımlarında önemli bir yer tuttuğu bir kadın voleybolu örneği var. Kadınlar Voleybol Ligi, erkek basketbolunda olduğu gibi kıtanın en güçlü birkaç liginden birisi. Bu sezon, Şampiyonlar Liginin Final Four aşamasına kalan takımların üçü Türkiye'dendi. Dördüncü takım olarak Galatasaray da, yerli ve hatta kulübün altyapısından yetişen oyuncuların ağırlıkta olduğu kadrosuyla, basketboldaki Euro Cup'un muadili olan kupada final oynadı. Her iki branşın milli takımlarının son yıllardaki derecelerine bakıldığında da, kadın voleybolcuların önde olduğu görüldüğü gibi, önümüzdeki yıllar için de daha fazla ümit verdikleri kesin.

Her şey bir yana geçtiğimiz günlerde FIBA, Avrupa ülkelerinin federasyonlarıyla olan sorununu, Euro Cup'a katılacak olan federasyonların milli takımlarını, kendisinin düzenlediği uluslararası turnuvalardan çıkarmakla tehdit etmeye kadar vardırdı. Avrupa basketbolunun derdi çok da, hepsini bir yazıda anlatmak mümkün değil.