Şu altyapı dedikleri

Yıllar önce Jurgen Klinsmann verdiği bir röportajda, Almanya futbolunun geleceğini parlak görmediğini, Alman çocukların zamanlarını sokaklarda, boş arsalarda futbol oynamaktansa, evlerinde video oyunlarıyla değerlendirmeyi tercih ettiğini, bu durumun da yeni yeteneklerin kazanılmasını zorlaştıracağını söylüyordu.

Ampirik gözlemlere dayanarak büyük ölçekli sosyolojik öngörülerde bulunmanın böyle sonuçları olabiliyor; Almanya, hem ulusal liginin ulaştığı seviyeyle, hem milli takımının son yıllarda oluşturduğu hakimiyetle, benzer öngörüleri boşa çıkarmış durumda. Özellikle Dünya Kupası yarı finalinde hem skor, hem de futbol anlayışı olarak Brezilya ile arayı ne kadar açtıklarının ortaya çıktığı hatırlanacak olursa, sokaklarında ya da plajlarında çocukların top koşturduğu ülkelerin, bunun doğrudan bir sonucu olarak başarılı oldukları günlerin geride kalmış olduğu da anlaşılıyor.

Buradaki yanılgını nedeni, futboldaki endüstrileşmenin sonuçlarını bütünlüklü bir biçimde kavrayamamak olabilir. Televizyon yayınlarının yaygınlaştığı 1980'lerden itibaren, futbolda dolaşan para sürekli olarak arttı. Avrupa futbolunun Şampiyonlar Ligi'ini, liglerinde 3. ya da 4. sırada tamamlayan ancak dünya ölçeğinde izleyici sahibi olan takımlara da açarak genişletmesiyle, UEFA'nın kontrol ettiği gelirler astronomik boyutlara ulaştı. Bu gelirlerin önemli bir kısmı organizasyon harcamalarına, pahalı transferlere ve kulüplerin diğer masraflarına gitse de, altyapı yatırımlarına da hatırı sayılır miktarda paralar ayrılabiliyor.

Son örneği, İngiltere Premier Ligi'nin yayın haklarını epeydir elinde bulunduran Sky Sports ve BT Sport'un, 2016 yılından itibaren yürürlüğe girecek olan yeni sözleşme için 5.14 milyar pound gibi inanılması güç bir borcun altına girmesinde görülebilir. 2013-16 arasındaki 3 sezonluk bedelin yaklaşık 1,5 katı olan bu meblağ, Gürcistan, Ermenistan, Makedonya ve Malta gibi bazı küçük ülkelerin, yıllık bütçe gelirlerini dahi aşıyor (bütçe bilgileri için bkz. CIA World Factbook). Lig yönetiminin açıklamasına bakılacak olursa, yayın hakkı satışından elde edilecek gelirin yaklaşık olarak %1'i (56 milyon pound) "grassroots" (altyapı) projelerine ayrılacak. Bir bakıma devede kulak, hele kötü geçirdiği bir sezonda haftada 80 bin pound alan forvet oyuncularının olduğu bir ligde, lafı bile edilmez. Öte yandan, pasta o kadar büyümüş durumdaki, %1'lik katkı bile kayda değer maddi destek sağlayabiliyor altyapı yatırımlarına. Konudan biraz sapmak pahasına bir not olarak düşelim; Premier Lig tv gelirlerindeki bu çarpıcı artış, bilet fiyatları tartışmasını da yeniden alevlendirdi. BBC'nin gerçekleştirdiği bir araştırmaya göre, 2011-2014 yılları arasında, bilet fiyatları, hayat pahalılığındaki artışı ikiye katlamış. Taraftar grupları da, bilet fiyatlarına karşı ileri süregeldikleri itirazları, önümüzdeki haftalarda büyük bir yürüyüşle tekrar tartışmaya açarak , fiyatlarda indirime gidilmesini talep etmeye hazırlanıyorlar.

Altyapı meselesine geri dönelim. Bu kavram ülkemizde sihirli bir sözcük, sporun hemen her branşındaki yapısal sorunların çözüm yöntemi, hatta ülkenin sosyal ya da güncel tabirle "insani" gelişimi açısından da önemli bir kaynak olarak anılıyor. Buna karşın, sporda altyapı tartışması, genellikle büyük takımlar mali sıkıntıya girip, iyi transferler yapamadıklarında, özkaynaklara dönme eğiliminin gelişmesiyle hatırlanıyor. Bu anımsamada da, altyapı gelişimine yönelmenin ekonomik bir yöntem olduğu yanılsaması etkili oluyor. Halbuki altyapı yatırımı, birkaç eski futbolcuyu genç takımın başına getirmek, ya da yetenek keşfine çıkacak bir "scout" ekibi kurmaktan ibaret değil. Avrupadaki bütün büyük kulüplerin, gezegenin hemen her noktasına yayılmış oyuncu izleme ağları, merkezlerinde de gelişmiş futbol akademileri bulunuyor. Bütün bu yatırımlar da, planlamanın yanı sıra, ciddi maddi kaynak gerektiriyor.