Oyunun devrimcisi

Futbola ve oyunun etrafında yaşananlara bakarken, seyir zevki ve taraf olmanın duygusallığının yanısıra, entellektüel bir nitelik, sosyolojik altyapı ya da herhangi bir zeka kırıntısı arayan gözler için ideal figürlerden birisiydi Johann Cruyff. Hayatını kaybettiğinin duyulmasının ardından hatırlanan aforizmalarından da bu özelliği anlaşılıyor. Ülkemizde ve İngilizce basında yazılan birçok yazıyı okuduktan sonra, daha az değinilen birkaç noktaya, Hollanda'nın futboldaki çıkışını ve Cruyff'un serüvenini anlatan David Winner'ın, "Brillant Orange" kitabı üzerinden değinmeye çalışacağım.

soL Portal'ın serbest kürsü sayfalarında Reşat Bilici'nin yazısında yer alan bir bilgiyle başlayalım. Cruyff, 1973-74 sezonunda dönemin transfer rekorunu kırarak Barcelona'ya transfer olmuştu. Halbuki Ajax'ta oynadığı ilk yıllarda, diğer bütün takım arkadaşları gibi bir amatördü ve geçimini sağlamak için bir gazetede çalışıyor, gerektiğinde sokakta gazete satıyordu. Aslında bu yıllarda Avrupa'nın kapitalist yarısındaki birçok ülkede, 1. Lig seviyesinde oynayan futbolcular geçinmeye hatta nispeten zengin olmaya yetecek kadar para kazanmaya başlamışlardı; hatta bazı ülkelerde futbolcuların salt futboldan para kazanmasının geçmişi, savaş öncesi yıllara kadar dayanıyordu. Hollanda doğrusuyla yanlışıyla amatör ruhun korunduğu ender ülkelerdendi. Ajax'ta bu durum, Rinus Michels'in etkisiyle değişti. Yerleştirmeye çalıştığı ve sonraları Total Futbol olarak adlandırılacak sistem için futbolcuların maddi dertlerden kurtulmaları gerektiğine inanıyordu. Bu sistemin işleyebilmesi için, her şeyden önce sahadaki 11'in özgüven duygusuyla oynaması gerekiyordu. Sonuç olarak 1960'lı yılların sonuna doğru Ajax'lı futbolcular, futboldan da gelir kazanmaya başladılar ve açıkçası bunda Cruyff'un ne kadar dahli olduğunu bilemiyorum. Bununla birlikte Cruyff, Hollanda milli takımının seyahatlerinde "Kraliyet" Futbol Federasyonu yetkililerine sigorta yapılması ancak futbolcuların kapsam dışı bırakılmasına karşı çıkmış ve aynı güvenceden futbolcuların da yararlanmasını sağlamış. Dolayısıyla futbolcuların hakları konusunda uğraş verdiğine dair bir izlenim edinebiliyoruz.

Peki Cruyff, Brian Clough ya da Bill Shankly gibi futbol alimlerinin benimsediği anlamda, bir sosyalist miydi? (Shankly'nin meşhur sözü, "benim için sosyalizm herkesin aynı amaç uğruna çalışması ve getirileri paylaşmasıdır, futbola da hayata da böyle bakıyorum") Bu soruya yanıt aramadan önce biraz total futbol üzerine durmak gerekiyor. Cruyff'un veciz sözlerinden birisini değiştirerek söylersek, total futbol izlerken basit bir sistemmiş gibi algılanan ama basit oynaması, yıllarca süren emeğe ve işbirliğine dayanan bir sistem. Oyunun mucidi Michels'in öğrencileri, aslında sistemin zaman içerisinde, çeşitli denemelerle ve bir anlamda içgüdüsel biçimde geliştiğini söylüyorlar. Winner'ın kitabından bir örnek verelim, bir dönem Galatasaray teknik ekibinde de yer almış olan Johann Neeskens, Ajax orta sahasında yer alan ve görevi rakibin oyun kurucusunu marke etmek, hatta hayatı ona çekilmez hale getirmek olan bir futbolcu. İlk başlarda Neeskens rakibini rakip yarı sahanın içlerine kadar takip ettiğinda Ajaxlı diğer oyuncular pozisyonlarını korurlarken, herhangi bir maçın herhangi bir anında onu takip etmeye başlıyorlar ve başka bir maçta, takımın Partizan'dan ithal Yugoslav liberosu Velibor Vasoviç, doğru zamanda ileri birkaç adım atarsa, karşı atağa kalmakta olan rakibi ofsayta düşürebileceğini fark ediyor. Ajax ofsayt taktiğini uygulamaya böyle başlıyor.

Günümüzde defans hattını öne çıkararak alan daraltma, top rakipteyken baskı yapma artık alışılagelmiş ve hemen her takımın gücü oranında uygulamaya çalıştığı taktikler. Ancak mevki ve görev ayrımının katı bir biçimde uygulandığı o dönemde, Hollandalıların yukarıda anılan taktiklerin yanısıra, bekleri hatta savunmanın en gerisindeki oyuncuyu ileri çıkarması, bu oyuncular ileri çıkarken orta saha oyuncularının kademeye girmesi, hücum oyununu zenginleştirmişti. Hakkını yemeyelim, Franz Beckenbauer de benzer bir rolü Bayern'de ve Federal Almanya'da üstleniyordu, zaten Cruyff ve arkadaşlarını dünya şampiyonluğundan eden de onlar olmuşlardı.

Burada özetlemeye çalıştığım ve futbolseverlerin de bildiği üzere, saha içerisinde sıklıkla yer ve hücum biçimini değiştirebilmek, saha içi koordinasyonu ve bu da, oyuncular arasında etkin iletişimi dayatan meşakkatli bir iş. Ajax'tan takım arkadaşlarının anlatımları da bunun kolay olmadığını hissettiriyor. Cruyff'un saha içi liderliğine hep saygı duymuşlar ancak buyurgan tavrı ve kendisinin o sistem içerisinde serbest bir pozisyonu olmasından da pek hoşnut kalmamışlar. Saha dışındaysa işler biraz daha tatsızmış. Takım üst üste 3 yıl Avrupa Şampiyonu olduktan sonra 1973-74 sezonunun başında yapılan geleneksel kaptanlık seçiminde oyuncular, yönetimle ilişkilerde takım arkadaşlarını daha fazla öne çıkardığına inandıkları Piet Keizer'ı tercih edince Cruyff, hemen telefona sarılıp kayınpederini arayarak, Barcelona'nın teklifini kabul etmesini söylemiş.

Cruyff'a, bugün Barcelona, Bayern Münih gibi Avrupa'nın süper takımlarında halen izleri görülebilecek katkılarından dolayı hayranlık duymamak mümkün değil. Saha dışında da, Franco'nun henüz ölmediği bir dönemde Real Madrid yerine o sıralarda ligin zayıf takımları arasında yer alan Barcelona'yı tercih edip, kısa bir süre sonra doğan oğluna Katalanca "Jordi" ismini -Franco İspanyasında Katalan isimlerinin kullanılması yasak olduğu için, Hollanda'da nüfus kaydını yaptırarak- vermesi gibi, güçlü karakterini yansıtan hikayeleri olduğunu biliyoruz. Bir anlamda, müesses nizamla derdi olan ve mesleki uzmanlığıyla kendine alan açan bir figür. Takım arkadaşlarıyla yaşadığı anlaşmazlıklar biraz da, Hollandalı futbolcularda bugün de gördüğümüz (en son Galatasaray'da Sneijder'ın teknik direktör tercihleri konusundaki yorumlarını hatırlayalım) açıksözlülükten kaynaklanıyor. Bunlarla birlikte bir Shankly, Socrates değildi, kendisinin sosyalist olup olmadığıyla da pek kimsenin ilgilendiğini hatırlamıyorum zaten. Öte yandan savaş sonrası Amsterdam'dan zayıf ama uzun bacaklı bir işçi çocuğu olarak çıkıp, futbolla o zamana kadar pek haşır neşir olmamış ülkesinin bir futbol gücü haline gelmesinde başrol oynaması, onu oyunun devrimcilerinden birisi yapıyor.