Milli takımların taraftarı olur mu?

Geçtiğimiz haftasonu Amsterdam Arena'da oynanan karşılaşmanın sonucu, Türkiye'nin gruptaki kötü gidişatına kısmen dur diyebilmesiyle ve hiç değilse üçüncülük yarışına tutunmasıyla sonuçlandı.

Türkiye bu defa da Avrupa Şampiyonasına katılma başarısını gösteremediği takdirde, bu bir büyük turnuvanın üst üste 4. defa ıskalanması ve ülke futbolunun yükselişe geçtiği son 20 yıl içerisindeki en uzun süreli mahrumiyet anlamına gelecek. Aslında milli takımın sahada elde edilen başarısız sonuçlardan daha büyük sorunları olduğu ve bunların başında, futbol seyircisinin eskisi kadar takımı sahiplenmemesinin geldiği uzunca bir süredir konuşuluyor.

Bu tespitin geçerliliği konusunda pek şüpheye yer yok aslında. Milli takımın başarılı sonuçlar aldığında, maçların daha çok izlendiği, tribünlerin, sponsorlara dağıtılan ve onların da müşterileriyle çevrelerine dağıttıkları davetiyelere ihtiyaç kalmadan dolduğunu biliyoruz. Buna karşın işlerin yolunda gitmediği dönemlerde, son Kazakistan maçında olduğu üzere, stadyumun civarından geçenlerin bir alışveriş merkezine çağırır gibi maça çağrıldığı da çokça anlatıldı. Dolayısıyla milli takım ile seyirci arasındaki kopukluğun başlıca nedeninin, başarısız sonuçlar olduğunu söylemek mümkün gözüküyor. Başlıktaki soruya dönersek, milli takımların seyircisi oluyor olmasına da, taraftarı olur mu?

Buradaki seyirci-taraftar ayrımından ne kastedildiği açık olsa gerek. İlk grup bir sanatın ya da zanaatin icrasını izlemenin eğlencesini ve heyecanını yaşamak isteyenlerden, ikincisi ise ilk grubun beklentisini taşımakla beraber, bu süreci daha yoğun duygularla ve belirli bir kolektif kimliğin içerisinde yaşamak isteyenlerden oluşuyor. Doğal olarak, seyirci iyi oyun ya da aynı anlama gelmek üzere iyi eser ya da ürün izleyemeyince ilgisini kaybederken, taraftarın hevesi kırılsa da, ilgisi yitmiyor. Eleme gruplarında ilk birkaç maç sonucu havlu atıldığı 1990'lı yıllara kadar olan dönemde, taraftarların milli takıma desteği azalmıyordu. Jupp Derwall anılarında, Federal Almanya'yı çalıştırdığı dönemde, Türkiye'ye karşı İzmir Atatürk Stadyumunda tıklım tıkış tribünler önünde oynanan ve tatsız bir 0-0'la biten maçtaki taraftarın ateşinin, hiç sönmeden sürdüğünü hayranlıkla anlatıyordu. Bugün değişen nedir, "milli" duyguların azalması mı, ya da Durkheim tabiriyle mekanik dayanışmanın bozulması mı?

Sorunun bundan çok daha sade bir yanıtı olabilir. Avrupa'da ortalama bir kulüp takımı yılda en azından 40 maça çıkar ve iddialı takımlar açısından bu sayı 60'ı bulurken, milli takımlar 2 yılda bir düzenlenen uluslararası turnuvalar dışında, birkaç ayda bir maç yapıyorlar. Ayrıca, canlı maç yayınlarında şu son 10-15 yılda yaşanan patlamayla birlikte adeta bir maç bombardımanı yaşanıyor. (Tribün Dergi twitter hesabı, milli maç arasından sonraki bu ilk hafta sonu için yaklaşık 70 adet canlı yayın saymış!) Dolayısıyla milli takımlarla, kulüp takımlarıyla kurulduğu kadar sürekli bir bağ kurulması zor. Bazı Avrupa ülkelerinde istisnai olarak, kulüp takımlarında görülen "Ultras" benzeri oluşumlara rastlamak mümkün olsa da - İskoçya'dan "Tartan Army" örnek verilebilir - milli takım takipçiliğinde seyircilik ön planda (milliyetçiliğin temel motivasyon olduğu Balkan ülke takımlarının maçlarında görülen ultra eğilimler başka bir bağlamda değerlendirilmeli).

Türkiye'de futbolu yönetenlerin buldukları çözüm, en azından bir süreliğine maçları İstanbul dışında bir kentte, daha hevesli ve takımdaki oyunculara kulüp bazlı ayrımcılık yapmayacak bir seyirci kitlesi önünde oynatmak. Bu tercih, ülkemizde üretilen birçok çözüm gibi geçici, ancak başta İstanbul olmak üzere çeşitli tribünlerde öteden beri var olan kulüpçülük olgusunun, Türk Telekom Arena'da Volkan Demirel'e gösterilen tepkiyle bir kez daha su yüzüne çıkmasının da doğal sonucu. Ne var ki, uzun yıllardır sahada istikrarlı sonuçlar alamayan, giderek oyun gücü de düşen bir takımın seyirciyle barışmasını, yalnızca tebdil-i mekana bırakmak doğru olmayacaktır.

Fenerbahçe otobüsüne yapılan silahlı saldırının haberini, yazıyı yazarken aldım. Bu koşullarda milli takımın seyircisi olsa kaç yazar, diyebilirsiniz. Ne yapalım, yazıyı yazmış bulundum.