FIFA krizi II- Seçim ve reform tartışmaları

ABD Başsavcılığı tarafından başlatılan ve yaklaşık 10 gün önce Zürih'teki FIFA merkezi, Miami'deki CONCACAF merkezi vd. adreslerde yapılan aramalar ve bazı yöneticilerin gözaltına alınmasıyla, uluslararası spor kamuoyunun gündemine giren soruşturmaya rağmen, başkanlık seçimlerini Blatter kazandı. Bu aslında beklenen bir sonuçtu; beklenmedik olan, Blatter'in birkaç gün sonra, istifa edeceğini duyurmasıydı. Devam etmeden önce bir not düşmekte yarar var, Blattter, olağanüstü seçimli genel kurul düzenlenene kadar görevini sürdüreceğini söyledi. Dolayısıyla teknik olarak istifa etmedi, ancak Britanya ve Kuzey Amerika medyası bu gelişmeyi "istifa" olarak yorumlamayı tercih ettiler. Tartışmaların odağında bulunan 79 yaşındaki İsviçrelinin tavrındaki değişikliğin çeşitli nedenleri olabilir. Bunlar arasında, eski CONCACAF yöneticilerinden James Glazer'ın, ABD'de mahkeme önünde kendisi hakkındaki rüşvet suçlamalarını kabul ettiğinin ortaya çıkması da akla geliyor. İlginç bir hayat hikayesi olan Glazer, "whistle blower" (muhbir) olarak anılmaya başlandı. Blatter, eski bir üst düzey yöneticinin itiraflarda bulunmaya başlamasını, bir çözülmenin habercisi olarak düşünmüş olabilir. Çözülmeye dair başka alametler de var.  

Spekülasyonu burada bırakıp, uluslararası futbol yönetiminde değişim talebini ileri süren kesimlerin görüşlerini değerlendirmeye geçelim. FIFA sisteminde değişiklik isteyen çevrelerin bir bölümünü, futbolun yönetiminde, sporun temel bileşenleri olan oyuncular ve taraftarların etkisinin artmasını savunan, oyunun kaderini yozlaşmış yöneticilere ya da sponsorların insafına bırakmak istemeyenler oluşturuyor. Bu gruba reform yanlıları da denilebilir. Yalnız bu grup, aslında birbirinden bağımsız biçimde eleştirilerini kaleme alan, twit atan bireylerden oluşuyor. Bir başka deyişle, mütevazı bir derneğe bile sahip olmayan ve değil uluslararası platformda, ülkelerinin spor yönetimi üzerinde dahi baskı oluşturamayan dağınık bir görünüm sergiliyor.

Etkisi bu ilk grubun kat be kat üzerinde olan ve son yolsuzluk soruşturmasıyla sesi daha gür çıkan ikinci kesimin başını, İngiltere Futbol Federasyonu çekiyor. Bu kesimi restorasyon yanlıları olarak tanımlayabiliriz. İngiltere, 2010 yılının Aralık ayında, 2018 ve 2022 DK organizasyonları için eş zamanlı olarak gerçekleşen çifte oylamayı - 2018'e taliplerdi - kaybettiği andan itibaren, İngiliz spor yöneticileri bu oylamalarla ilgili yolsuzluk iddialarını ileri sürdü. Oysa oylamanın olduğu 2010 yılı içerisinde bile, İngiliz basınında FIFA hakkına çıkan yolsuzluk haberleri, başta Başbakan David Cameron olmak üzere, yetkililer tarafından "vatansever olmamak"la eleştiriliyordu. Henüz 2018 oylaması gerçekleşmemişti ve İngiliz yetkililer, "ayı-dayı" kurallarına riayet ediyorlardı. Bu ikili tavır, İngiliz yöneticilerin yaklaşımındaki tek sorunlu yan değil. Başta İngiltere Futbol Federasyonu olmak üzere, Kuzey Amerika ve Avrupa merkezli çevreler, FIFA sistemi içerisindeki "eşitlik" prensibinden rahatsızlıklarını dile getiriyorlar. En çok üstünde durdukları konulardan birisi de, 200'ün üzerinde üyesi olan - Birleşmiş Milletler'e üye olan devletlerin sayısından fazla - FIFA'nın başkanlık seçimlerinde, her üyenin, nüfus ya da diğer niteliklerden bağımsız biçimde, 1 oy hakkına sahip olması. Gerçekten de, birkaç düzine lisanslı futbolcusu olan bir mikro ada devletiyle Brezilya'nın, eşit oy hakkına sahip olmasının, temsiliyet açısından doğru olmadığını ileri sürmek akla yatkın gözüküyor. Ancak üye federasyonlar arasında eşitlik prensibine nasıl ulaşıldığını da hatırlamak lazım. 1974 yılında Brezilyalı Joao Havalange'ın başkan seçildiği döneme kadar, FIFA Avrupalıların mutlak egemenliğinde olan bir kurumdu. Asya ve Afrika ülkelerinin Dünya Kupası'nda oynayabilmeleri için, kıta elemelerini geçtikten sonra bir Avrupa takımını play-off karşılaşmasında elemeleri gerekiyordu. Havalange yönetiminin sembolik önem taşıyan bir hamlesi, Asya ve Afrika kıtalarına Kupada birer kontenjan ayrılması olmuştu. Sonraları, kupaya katılan takım sayısı 1982'de 24'e, 1998'de ise 32'ye yükseltilirken, Asya ve Afrika kıtalarına ayrılan kontenjan da giderek artıyordu. Tarihte "Afrika Yılı" olarak anılan 1960'tan itibaren, özellikle Afrika'da yeni bağımsız ulus devletlerin kurulması ve dünya ekonomisinin yeni pazar ihtiyacının belirgin hale gelişi, bu genişlemeyi tetikleyen tarihsel gelişmelerdi. Futbolun uluslararası bir endüstriye dönüşmesini sağlayan diğer bir gelişme de, televizyon yayınlarının yaygınlaşmasıydı. 1980'li yıllardan itibaren futbol, küreselleşme döneminin önemli endüstrilerinden birisi haline geldi. Reform ya da restorasyon tartışmaları bir boyutuyla, bu endüstrinin yönetiminde gelişmiş ülkelerle, uluslararası futbolun genişlemesiyle etki alanı genişleyen Afrika, Asya, Orta ve Güney Amerika ülkeleri arasındaki çelişkilere oturuyor. Milyar dolarlarla ifade edilen bir hacme sahip olan endüstrinin yönlendirilmesi konusundaki tartışmalar, bu çelişkileri su yüzüne çıkarıyor.

Önümüzde tek basamaklı bir yılın yaz mevsimi var. Dolayısıyla olimpiyat oyunları ya da dünya kupasının olmadığı uzun günlerde, bu konu üzerinde daha fazla düşünmeye ve yazmaya zaman bulacağız.