Organize işler

Tabii ki saplantılı değilim. Zaman zaman lafı Ertuğrul Özkök’e getirip hakkında yazmak özellikle zevk aldığım bir şey de değil doğrusunu isterseniz. Yapıp ettiklerinde hata, yanlış bulup yazı konusu çıkarmak da değil asli işim. Ancak bir türlü durmayan o. Daha önce de çokça eleştirilerimize yol açan tarzını sürdürüyor, ısrarla.

Görmezden gelemeyiz elbette. Çünkü o, benzerleri bu ülkede şöyle ya da böyle kamuoyu oluşturuyorlar. En azından kamuyu etkiliyorlar. Belki de ben abartıyorumdur, ama düşündüklerim bunlar.

Geçtiğimiz hafta yazdığı bir yazıda Başbakan Erdoğan’ın “hitabet”teki olağanüstülüğünden söz etti örneğin. Çiçero ile bile kıyasladı ki, el insaf. Bu Romalı devlet adamı hitabet sanatının piridir malum. Söz sanatlarında üstüne yoktu derler. Hele, siyasi savunmalarını yaparken sıklıkla başvurduğu espride hâlâ bir numara kabul edilir. Roma İmparatoru Sezar’ın konuşmalarını Çiçero’nun esprileriyle süslediği de sır değildir. Yani Özkök’ün, bugüne kadar bir esprisine rastlamadığımız Erdoğan’ı benzettiği Çiçero bu. Erdoğan’ın hoşuna gider miydi bilmiyorum ama belirteyim yine de: Edebiyatta seks sözcüğünü ilk kullanan da Çiçero’dur. Kalsın aklınızın bir yerinde.

Başbakanın kitleleri nasıl büyülediğinden, sesinin ne kadar etkileyici olduğundan öyle bir söz ediyor ki Özkök, ülkenin her şeyden en iyi anlayan tek kişisi olarak, haliyle kendisine inanmamızı bekliyor. Bir şarap tutkunu olsam, Özkök’ün herhangi bir şarap övgüsüne de kulak asmam ben. Övgüsünde endazeyi bu kadar kaçırmış birinin yol tarifine bile güvenemez kişi.

Özkök’ün sözkonusu yazısında başbakana yönelik eleştirileri de yok değil. Sorun da bu zaten. Çünkü, Özkök öyle bir tarz geliştirdi ki, eleştirmeden önce, övgüler sıralamayı ihmal etmiyor. Ona bunu yaptıran siyasal ortamın da etkisi vardır belki ama övgülerdeki tonlama konusunda daha önceki sabıkaları akla gelince bunun onda yerleşik bir tavır olduğunu anlıyoruz. Turgut Özal’ı da çağın en büyük devrimcisi ilan etmişti.

Türkiye’nin en iyi korkan adamıdır Özkök. Korku konusunda, bu korkuyu, duyma, yaşama, başkalarına da nasıl korktuğunu anlatmada en rahat olanımızdır da. Gazetecilik tarzını asla onaylamadığım Emin Çölaşan’ın, zamanın kudretlilerinden Çevik Bir adlı orgenerale bir toplantıda “darbe yapacak mısınız?” diye sorduğunu da anlattı bir televizyon programında, görmüşsünüzdür. “Ben değil, oydu darbeyi isteyen” itirafı bu kadar mı güzel yapılır? Zamanlama mühendisi olarak hep sevmişimdir ben Özkök’ü.

Zamana, zemine uygun kelam etmede ortak özellikler gösteren hayli kalabalık bir kesim var ülkede. Sağlı, sollu ataklarla toplumun kafasını serseme çevirmeye yeminli bir güruh bu. Medyada Özkök’ü görüyoruz bu kesimin temsilcisi olarak. Milli Eğitim’deki, yani “irfan yuvamızdaki” temsilcisi ise şimdilik şu Yakutiye’deki Dumlupınar İlkokulu müdürü olan zat, Mustafa Aydın. Yakutiye Hitleri olarak, övgüdeki abartıda Özkök neyse, kötülüklerle mücadelede (!) yöntemindeki abartıda da bu Aydın bir numara. Benzetmedeki abartı konusunda belki ben de fena sayılmam görüldüğü gibi, ama meseleyi sadece “abartma” noktasında ele aldığım için iki şahıs arasında bir benzerlik kuruyorum. Yoksa, Aydın’ınki türden bir düşünceyi (herhalde) savunmayan Özkök’e haksızlık etmek değil amacım. Uçuyor oluşlarını anlatmak istiyorum ben bu tür insanların. Derdim bu. Konuştukları zaman o kadar hafifliyorlar ki, bu nedenle göğe en hızlı ulaşan uçurtmalarımız oluyor bunlar bizim. Kuyrukları rüzgara göre dönen uçurtmalardan.

Acun Ilıcalı, “Kötü Sizsiniz” yarışması düzenlemiş olsa, bu yılın birincisi Mustafa Aydın olurdu. Geçen yılın birincisi de, “Kürt-Türk meselesini halletmek için Kürt kadınlarını Türk erkekleriyle evlendirelim” diyen belediye başkanıydı kuşkusuz.

Aydın bir harika. Çok tehlikeli elbette ama gerçekten harika. Cesur bir kere. Ama cesaretini aklından değil, mabadından alıyor. Mabadından cesaret alabilen orasıyla da düşünür haliyle. Bu orasıyla düşünmeyi becermiş olanlardan. Şu laflar -az da çalışıyor olsa- herhangi bir insan aklından çıkar mı sizce: “Çocuklar bir defa genellikle hırsız...Aile ne ise, çocuğu odur. Emniyette suçluların kanını alıp gen haritası çıkarsınlar. Çocuk doğduktan sonra analizi yapılsın. Vatana, millete, bu ülkeye zararlıysa yürümeden yok edilsin.”

Kendisi gibi düşünmeyenlerin çok olduğu bir toplumda yaşadığına dua etsin. Fikirdaşlarının sayısı çok olsaydı, cenin olarak gelip cenin olarak gidenlerden biri de kendisi olurdu şüphesiz. “Bu zekayla gelecekte toplumun bir işine yaramaz bu” diye görüverirlerdi işini öbür Mustafa Aydın’lar.

Aydın’ın görevden alındığını okuduğumda, sıkı bir izleyicisi olduğuna inandığım (akıl yaşları aynı çünkü) Engin Ardıç gibi bir savunma yapmasını bekledim ondan. O da, tıpkı Şafak Pavey’e “özürlü” diye hakaret ettikten sonra gelen tepkiler üzerine “ben ironi yaptım, siz anlamadınız” demişti, hatırlarsınız. Ama Mustafa Aydın’ın mabadına (aklına demiyorum) gelmemiş böyle bir savunma. Poponun da tabii bir kapasitesi var, her şeyi “düşünemiyor”.

Şuraya geleceğim aynı mesleği yapıyoruz diye koruyup kollamam gerekmez Özkök’ü. Mustafa Aydın, kesinlikle “Özkök gazeteciliği” için çok uygun bir ad. Büyük bir gazetecilik beklenmeyeceği için kendisinden, öğrenmesi gereken fazla bir şey de yok. Bir iki ay içinde kıvırır gazeteciliği. Medyada iyi iş tutar. Günümüz medyası kaldırır bu tipleri. Köşe yazarı bile olabilirler bunlar. Hatırlar mısınız bir Gülay Göktürk vardır, Bugün gazetesinde yazıyor hâlâ. “Çocuklara zarar vermeyecekse sübyancılık kötü değil” diye yazdı bir ara. Hatta “yetişkinlerin küçük bedenlere duydukları arzunun lanetlenlenmesini anlayamıyorum” da demiştir. Çocuklarınızı bu kadına emanet eder misiniz bilmem ama bir kanaat önderi olarak köşesinden akıl yağdırıyor memleket insanına. İtibar da görüyor. Evet, hâlâ.

Özkök, övgüde, Aydın tedbirde, Göktürk de liberallikte abartının şahı sayılırlar. Ortak noktaları bu. Diğer ikisi köşe yazıyor da, Mustafa öğretmenim neden yazmasın?

Bu memleket her şeyi mabadından anlayanların memleketi değil mi?

Mabadından konuşan neden dışlansın?

Hadi “öğretmenim”. Bekliyoruz.

Sen de bunu yapacak “mabad” var. Çok belli.