Erhan Nalçacı

Şu doğru işçi sınıfının öncü siyaseti düzene ilişkin en köklü ve kapsamlı eleştiriyi getiriyor. Ama öte yandan yeni bir dünya kurulurken ne yapacağımızı adım adım, saat saat biliyoruz.

Türkiye ŞİÖ’ye girebilir mi?

Erhan Nalçacı

Erdoğan Temmuz ayı içinde birbirleriyle zıtlık içindeki oluşumlar olan ŞİÖ ve NATO zirvelerine katıldı.

Geçen hafta NATO zirvesinde alınan kararları değerlendirmiştik.1 NATO Almanya’ya Rusya’yı vuracak menzile sahip füze yerleştirmeyi, Ukrayna vekâlet savaşına devam edebilsin diye savaş uçağı vermeyi, üye ülkelerin savaş bütçelerini artırmayı, Karadeniz’de genişlemeyi ve Rusya ile sınırı olan Finlandiya gibi ülkelere askeri yığınak yapmayı karar altına aldı. Böylece savaşa doğru bir adım daha atılmış oldu.

Sermaye yanlısı medya Erdoğan’ın zirvede arıza çıkaracağını, Filistin’den bahsedeceğini filan yazıp durdu. Oysa Erdoğan NATO zirvesinden eldeki filden kurtulmak yerine bir fili daha beslemek üzere yanında getirdi: 2026’daki NATO zirvesi İstanbul’da yapılacak.

Hemen öncesinde ise Kazakistan’da yapılan Şangay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) Devlet Başkanları zirvesine katılan Erdoğan tam üyelik talebini bütün ikili görüşmelerde ileri sürdü.

Bilindiği gibi Türkiye 2012’den bu yana ŞİÖ’nün diyalog ortağı. Bu üyelik anlamına gelmiyor, üyelikle sonlanması gerekmeyen uzun bir sürece işaret ediyor.

Türkiye’nin yakın vadede ŞİÖ üyesi olması mümkün mü diye bakalım.

Çin kendi sermaye birikiminin güvenliğini almak için 1990’larda Rusya’daki karşı-devrim sonrası iktidarla sınır sorunlarını çözmeyi tercih etti. Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın katılımı ile güvenlik odaklı örgüt 1996’da Şangay Beşlisi adını aldı. 2001’de Özbekistan’ın katılımı ile oluşumun adı Şangay İş Birliği Örgütü oldu.

2017’de Hindistan ve Pakistan, 2022’de İran ve bu son zirvede Belarus örgüte dâhil oldular. Aşağıdaki harita ŞİÖ’nün şu anda ulaştığı kapsamı anlamamıza yardımcı olacak.

Şekil altı: Haritada 2024 Temmuz’unda Belarus’un da ŞİÖ’ye katılmasıyla ŞİÖ’nün kapladığı alan ve sınırları görülüyor. Bu haliyle ŞİÖ doğuda Japonya, Kore, Vietnam, batıda Finlandiya, Polonya, Ukrayna ve Baltık Cumhuriyetleri, güneyde Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan, Irak ve Körfez ülkeleri ile komşu bulunuyor. Bu geniş coğrafyanın içinde kalan Afganistan ve Moğolistan ise gözlemci üye olarak tanımlanıyorlar.

Orta Avrupa’dan Pasifik okyanusuna, Kuzey Buz Denizi’nden Ortadoğu’ya ve Hint Denizi’ne uzanan ŞİÖ dünya nüfusunun %40 kadarını kapsıyor, dünya üretiminin üçte biri kadarını önemli bir kısmı Çin ve Hindistan tarafından olmak üzere gerçekleştiriyor.

Türkiye sermaye sınıfının bu ekonomik olanaklara gönlünün kaydığını görüyoruz, ancak üyelik için güvenlik meselesine dönmemiz gerekiyor.

ABD liderliğindeki Batı emperyalizmi 1990 sonrası birçok araçla bu bölgede hegemonyasını kurmaya çalıştı. Sermaye ihracatı, Afganistan’da olduğu gibi askeri müdahale, ikili anlaşmalar doğrultusunda askeri üsler, sivil toplum kuruluşları, renkli devrim girişimleri, yönlendirilmiş cihatçı çeteler ve terör saldırıları… Gerçek olayları listelesek sayfalar alır.

Dolayısıyla ŞİÖ öncelikle Batı emperyalizminin bu doğrudan veya dolaylı saldırısına karşı bir güvenlik örgütü olarak kuruldu. Gerçekten bu coğrafyadaki ABD üsleri hemen hemen temizlendi, Batı emperyalizminin uzantısı olan sivil toplum kuruluşlarının etkinliği sınırlandırıldı, renkli devrimlere karşı yerel burjuvaziye ait iktidarlar daha kararlı hale geldiler.

Sonrasında ise Çin’in Asya, Avrupa ve Afrika’yı içeren geniş bir alanda Çin’den mal ve sermaye ihracatının, Çin’e hammadde ve enerji sevkiyatının güvenliği sorunu ortaya çıktı. Batı emperyalizmi ve NATO bu geniş coğrafyayı askeri olarak kuşatmak için harekete geçmişti.

ŞİÖ üyesi olabilmek için başta NATO olmak üzere Batı emperyalizminin askeri örgütlerine üye olmamak gerekiyor. Üye ülkeler aralarında istihbarat değişimi yapıyorlar, suçluları birbirlerine iade ediyorlar, teröre karşı önlem alıyorlar ve ortak askeri tatbikatlar düzenliyorlar.

NATO’nun bugün temel amacının emperyalist paylaşım savaşıyla Çin’deki sermayeyi yok etmek veya kontrol altına almak olduğu düşünülürse neden iki örgüte birden üye olunamayacağı anlaşılır. Bunu ne NATO ne ŞİÖ kabul eder.

Ancak bir istisnadan bahsetmeliyiz: Hindistan NATO üyesi değil tabi ama ABD emperyalizminin Pasifik savaşı için ördüğü ABD, Japonya ve Avustralya’nın dâhil olduğu QUAD üyesi.

Hindistan çok büyük bir ekonomi haline geldi, onu tutabilmek ve tarafsızlaştırabilmek her iki tarafın da başlıca stratejisi durumunda. Ancak Hindistan QUAD ile birlikte askeri manevra yaparken Rusya ile de yapıyor. Bu süreçte tarafsız kalacağını belirtiyor vb.

Türkiye ise öyle değil, evet Rusya ile ekonomik ilişkisini koruyor ama Rusya ile askeri manevra yapmıyor. NATO’nun sonuçta Rusya’ya, dolaylı olarak ŞİÖ’ye saldırısına NATO angajmanları çerçevesinde katılıyor. Ayrıca ŞİÖ üyesi olan Türki Cumhuriyetler ilişkisi ŞİÖ için zaman zaman bir güvenlik sorunu oluşturuyor.

Şu anda diğer bir ŞİÖ diyalog ortağı olan Azerbaycan’ın üyeliğinin çok daha gerçekçi olduğu söyleniyor. NATO üyesi değil, Rusya ile tarihsel bağlarının yanı sıra Çin’den büyük bir sermaye yatırımı çekmiş durumda.

Bu arada birçok akademisyen ve gazetecinin masrafları karşılanarak ŞİÖ zirvesine katıldığı ve Türkiye sermayesine NATO’yu bırak ŞİÖ’ye katıl diye tavsiyede bulunduğu görülüyor.

Bizse Türkiye sermaye sınıfını yakın vadede çözülmesi imkânsız bu sorunla baş başa bırakıyor, bu süreçteki yarılmalara ve hatalara gözümüzü dikiyoruz.

Türkiye işçi sınıfının ajandasında NATO’ya şiddetli bir karşıtlık var ama NATO’yu bırakıp ŞİÖ’ye katılmak yok.

Çin’in Kuşak ve Yol Projesi bir hegemonya projesi olarak alınmalı, bir ulaşım projesi olarak değil. Eninde sonunda emekçi sınıfların kapitalizme karşı başkaldırışı ŞİÖ için bir güvenlik sorunu haline gelecek.

Geçenlerde emperyalist rekabetin başlıca alanının günümüzde elektrikli araba üretimi ve bunun için gerekli hammaddeye ulaşım olduğunu yazmıştık. 2

Şimdi ismi bile tüyler ürperten ve “orta sınıf” ailelerin tüketim güdüsünü kışkırtan Çin kökenli tekel “Rüyalarını İnşa Et (BYD)” Türkiye’de elektrikli araba üretmek üzere 1 milyar dolarlık yatırım yapıyor. 

Tabi modern işçi sınıfının büyümesine, yeni teknik donanımların kazanılmasına ve petrole bağımlılığın azaltılmasına bir itirazımız olamaz.

Ama BYD Türkiye’de beş bin ücretli işçiyi sömürmeyi planlıyor. Şimdi Türkiye’de ücret, sosyal haklar ve sendikal mücadele meselesi BYD’nin meselesi haline gelecek.

Elektrikli araba üretimi farklı bir çevre sorununa yol açıyor, BYD ulusal çevre yasalarıyla yüzleşecek.

BYD de tıpkı diğer otomotiv tekelleri gibi hanelere birer ikişer araba satmaya kalkacak, bunun için bankalarla iş birliği gerekecek ve belki süreç Çin mali sermayesinin Türkiye’ye daha çok gelmesiyle sonuçlanacak.

Şimdi diyeceksiniz, siz solcular ne biçim insanlarsınız, her şeye itiraz ediyorsunuz.

Şu doğru işçi sınıfının öncü siyaseti düzene ilişkin en köklü ve kapsamlı eleştiriyi getiriyor.

Ama öte yandan yeni bir dünya kurulurken ne yapacağımızı adım adım, saat saat biliyoruz.

Bunun ne anlama geldiğini haftaya konuşalım.

  • 1https://haber.sol.org.tr/yazar/washingtondaki-nato-zirvesini-nasil-yorumlayalim-394172
  • 2https://haber.sol.org.tr/yazar/emperyalist-rekabette-icerik-degisikligi-elektrikli-arabalar-ve-kritik-mineraller-393581