Emekçi sınıflar ise tekrar ve tekrar iktidarlarını arıyorlar, 6 hafta için değil, 3 ay değil, 70 yıl değil, sınıfsız bir toplum kurulana kadar iktidarlarını istiyorlar.
Paris Komünü ilk işçi devrimi mi?
Erhan Nalçacı
1848’de kaleme alınan Komünist Manifesto sonrası işçi sınıfının iktidarı ele geçirecek temel sınıf olacağı, sosyalist üretim tarzı ve sosyalist devletin kurulacak olması uzun süre bir hipotez olarak kaldı. Bu nedenle öncüleri Marksist olmasa da 1871 Paris Komünü bu hipotezin sınanması açısından olağanüstü bir deneyimdi.
Üç aya yaklaşan ve Fransa’ya pek yayılmadan Paris ile sınırlı kalan, bilinen bu ilk işçi iktidarı hipotezin sahipleri tarafından dikkatle incelendi. Marx Fransa’da İç Savaş adlı incelemesinde iktidarın yapısını ve yenilme nedenlerini analiz etti. Engels’in bu kitaba koyduğu önsözünde Paris Komüncülerinin yenilgiden sonra katledilmelerini iç buracak şekilde anlatmıştı.
Lenin ise hemen Ekim Devrimi’nden önce sosyalist devletin karakterini somutlamak için Paris Komünü deneyimini Devlet ve Devrim broşüründe ele aldı. Ekim Devrimi sonrası sosyalist devletin karakterinin belirlenmesinde buradaki genellemeler büyük bir önem taşıdı.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri ise çok büyük bir coğrafyaya yayılmasının dışında uluslararası bir özellik kazanan 70 yıllık bir deneyim olarak insanlık tarihinin yolunu aydınlatıyor. Ne yazık ki bu çok zengin deneyimi içerdiği sınıf mücadeleleri ve geçirdiği aşamalar, güçlü ve zayıf yönleriyle hala tam olarak kavrayabilmiş değiliz.
Altmış yılı geçen Küba sosyalizmi ise Sovyet deneyimine göre çok daha yalın bir deneyim olarak dersler çıkardığımız bir süreç olarak yaşamaya devam ediyor.
Avrupa’da Marx ve Engels’in bilgisine sahip olmadığı bir emekçi iktidarının onlardan çok önce yaşanmış olması önemli bizim için ve işçi sınıfının devrimci karakterinin çok erken bir yansıması olarak kuramın sınanmasına katkıda bulunuyor.
Biraz geriden alarak bu deneyimi okuyucularla paylaşmak yararlı olacak. Çünkü sadece işçi sınıfının devrimci karakterine değil, sermaye sınıfının devrimciyken dönüşüm geçirerek nasıl gerici bir sınıfı haline geldiğine de işaret ediyor. Cumhuriyeti kuran burjuvazi evrensel olarak cumhuriyet yıkıcı bir sınıf olarak tarih sahnesinde ikili bir rol oynuyor.
Tarihte sürekli mekân değiştiren devrim sahnesi bu sefer 1200’lü yıllarda Floransa’da kurulmuştu. Emevi ve Abbasi İmparatorlukları Akdeniz ticaretini ele geçirip Avrupa’nın doğuyla bağlantısını kesince Avrupa koyu bir feodalizme gömülmüştü. Ancak 10. yüzyıldan sonra tekrar Akdeniz ticaretinin başlaması, kurulan pazar yerleri ve özgür bir sınıf olarak burjuvazinin büyümesi ile feodal kaleler kente dönüşür.
Floransa 1250’de 65 bin nüfusu ile Avrupa’nın Venedik, Milano ve Paris’ten sonra dördüncü büyük kenti haline gelmiştir. Tekstil üretiminin merkezlerinden biriydi ve Kuzey Avrupa’dan Ortadoğu’ya ticaret yollarında çok etkili tüccarlara sahipti. Floransa parası olan Florin mali egemenliğini geniş bir coğrafyaya yayacaktı. Ayrıca Floransa Medici ailesi gibi tefeci demeyelim de uluslararası bankerlerin merkeziydi.
Soylular ve burjuvalar arasındaki şiddetli savaş sonrası Floransa 1293’te bir burjuva devrimine tanıklık eder. Artık soylular yönetimden kesinlikle uzaklaştırılmıştı, Floransa Cumhuriyeti’nde asalet bir aşağılanma sözcüğü olarak kullanılıyordu. Şehri yöneten belediye konseyi üyeleri burjuvaların arasından seçimle belirleniyordu.
Cumhuriyet tarihsel bir ilerlemeydi ve aydınlanma ile birlikte gidiyordu. Floransa Avrupa’nın en yüksek okuma yazma bilen kentlerinden biri haline gelmiş, bu yazın ve sanat alanında da bir patlama yaratmıştı.
1300’lü yılların ortasına doğru kent nüfusu 90 bin civarına ulaşmıştı, yünlü kumaş endüstrisinde 200 fabrikada 30 bin işçi çalışıyordu.
1378’de Ciompi İsyanı, başka bir deyişle Yün İşçileri İsyanı toplumda büyük bir sarsıntı yarattı. Toplumun dörtte biri hiçbir lonca üyesi olmadığı için yönetime katılamayan, ağır sömürünün yanında vergi yükü altında ezilen işçilerden oluşuyordu. Evrensel bir şekilde burjuvazi kendiyle birlikte zıttını, işçi sınıfını yaratmıştı.
Bu olaya temkinli olmak için ilk işçi sınıfı devrimi demiyoruz, ancak Paris Komünü ve Ekim Devriminden nerdeyse 500 yıl önce gerçekleşmişti.
Bu olay tarihçilerimiz tarafından incelenmeyi ve tarihimize eklenmeyi hak ediyor. Çok kısaca o dönemde Floransa’da da çok katmanlı, çok yönlü bir sınıf mücadelesi olduğunu söyleyebiliriz. İşçiler ise henüz kendi programlarına sahip değiller, sömürüyü sonlandıracak şekilde fabrika ve bankaların toplumsallaşmasını talep etmiyorlar. Kendileri de bir örgüte sahip olsunlar, konsey seçimlerine temsilci gönderebilsinler ve ağır vergi yüklerinden arınsınlar gibi hak talepleriyle davranıyorlar.
İstekleri karşılanmayıp daha da burjuvazi tarafından ezilmeye kalkınca 22 Temmuz1378’de konseyi basıp iktidarı alıyorlar. İşçi iktidarı 6 hafta kadar sürüyor. Kendi talepleri doğrultusunda yasalar yapıp uyguluyorlar bu kısa süre içinde.

Burjuvazi kanla bastırıyor bu erken işçi iktidarını. Burjuvazinin de sınıf bilinci süreç içinde şekillenir. Bu olaydan sonra baskı ve yeri gelince isyan ettirmeyecek kadar hak vermeyi dengelemeyi öğreniyorlar. Sadece Floransa değil, bütün Avrupa burjuvazisi isyandan ders çıkartıyor.
Cumhuriyete ne oluyor sonra? Çok ayrıntılı şekilde belgelenmiş bu olay ibret verici bir evrensellik barındırıyor. Cumhuriyeti devrimci bir şekilde kuran burjuvazi cumhuriyeti yıkıyor.
Bu gericileşmede iki unsur olduğunu görüyoruz. İşçi sınıfına duyduğu korku nedeniyle giderek genişleyen işçi sınıfını yönetimden uzak ve baskı altında tutuyor. İkincisi ise yağma ve sömürü ile ölçüsüzce zenginleşen bir azınlık cumhuriyeti yok edecek şekilde yönetimi eline geçiriyor. Artık Papalara ve krallara savaşları için kredi açarak büyük bir servete konan Medici ailesi tüm konsey üyelerini belirler hale geliyor.
650 yıl sonra Türkiye bu evrensel sürecin tipik bir örneği olarak karşımızda.
Emekçi sınıflar ise tekrar ve tekrar iktidarlarını arıyorlar, 6 hafta için değil, 3 ay değil, 70 yıl değil, sınıfsız bir toplum kurulana kadar iktidarlarını istiyorlar.