Komünist bir dünya var

Dünya her geçen gün daha fazla adaletsizlik ve çürüme içinde kanıyor. İnsanlar geleceğe ilişkin umutlarını kaybediyor, saklanabilecekleri bir koyun kalmadığını fark ediyorlar.

Buna karşılık dünyanın komünist bir bölmesi var. Hemen bütün dünya ülkelerindeki komünist ve işçi partilerinden oluşuyor.

1800’lerin ilk yarısında burjuvazi, devrimlerin en radikal unsuru haline gelen işçileri satınca, işçi sınıfının öncüleri sınıfı bağımsız bir siyasi programa kavuşturdular.

1800’lerin sonuna varıldığında Avrupa’nın en büyük kapitalist ülkelerinde kitlesel bir güce ulaşan sosyal demokrat işçi partileri faaliyetlerini sürdürüyorlardı. Milyonlarca işçiyi kapsayan bu kitle partileri, emperyalizm döneminde burjuvazileri tarafından hızla düzen içine çekildiler. Reformizmin farklı renkleriyle sınıf uzlaşmacılığı bu partilerin karakteri haline geldi.

Bu genellemeye uymayan başlıca unsur işçi sınıfı iktidarının güncelliğini savunan Bolşeviklerdi. Ekim Devrimi insanlık tarihinin en önemli, en cesur sıçraması olarak kayda geçti. Hızla dünyanın hemen birçok yerinde 1920’li yıllarda komünist partileri kuruldu. Devrimin sıcaklığı ile kendi ülkelerinde devrimlerini aradılar. Eşitlik ve özgürlük için fedakârca ileri atıldılar.

Komünist partilerin sınandığı ve ileri atıldığı bir diğer dönem, ikinci Dünya Savaşı oldu. Sorunu kökünden çözmeye kararlı emperyalist sistemin ileri sürdüğü Nazilerin işgali altında kalan ülkelerde verilen partizan mücadelesi; Yunanistan, İtalya, Fransa, Balkanlar ve birçok yerde destansı bir kahramanlık hikâyesi ve halkların gönlünde yücelmiş ve meşrulaşmış komünist partileri bıraktı.

İkinci Dünya Savaşı sonrası, Sovyetler Birliği’nin zaferini bir diğer atılım dönemi izledi. Bir yandan Avrupa’da sosyalist ülkelerin inşası, diğer yandan Asya, Afrika ve Latin Amerika’da sömürge karşıtı mücadeleye öncülük eden komünist partilerin kazandığı meşruiyet ve mevziler tarihe yazıldı.

Bu mücadeleler esnasında büyük köylü kitlelerine öncülük ederek onları zafere taşıyan komünist partileri ortaya çıktı.

1970’li yıllara gelindiğinde, dünya komünist hareketi Sovyetler Birliği ve Çin arasında bölünüyor ve genel olarak dünyanın kendiliğinden daha iyiye gittiğine ilişkin iyimserlik dünya devrimi fikrini likide ediyordu.

Devrimini yapamayanın yenileceği ilkesi bir kez daha çalıştı ve Sovyetler Birliği’ndeki karşı devrim komünist partilerin büyük çoğunluğunu reformizme ve likidasyona doğru savurdu.

Buna karşılık son 15 yıl içinde reformist özellikler gösteren partilerin yanı başında insanlığın bu çaresiz durumu karşısında sosyalist devrimin güncelliğini savunan birbirine bağlı bir komünist partiler ailesi belirdi.

***

1920’de kurulan ve Türkiye’nin en eski siyasi partisi olan TKP bu büyük ailenin bir ferdi olarak bu dönemlerin bazılarına yetişti, bazılarından yararlanma şansı bulamadı.

Ülkenin kurtuluş savaşına çok şanlı ve kahramanca bir giriş yapmasına rağmen damgasını vuramadı. Türkiye İkinci Dünya Savaşına katılmadığı için bir partizan savaşı da söz konusu olmadı. Türkiye’de köylülüğü ise hemen her zaman burjuvazi kontrol etti.

1970 Atılımı  bugün hala önemi olan mevziler kazandırdıysa da komünist hareketin o günkü eğilimleriyle uyumluydu ve sosyalist bir devrimden çok barış içinde bir arada yaşamaya odaklanıyordu.

Aileyi yıkıma götüren 1989 karşı devrimi TKP’yi de likide etti.

2001’de tarihe tanıklık etmek için Ankara’da Yükseliş Koleji’nin salonuna gittiğimizde TKP’yi tekrar karşımızda bulduk. Üstelik dünyadaki az sayıdaki sosyalist devrimi güncel olarak gören komünist partiler kanadının etkili bir üyesi olarak siyaset sahnesine dönmüştü.

2014’te geçici bir sarsıntı yaşadı.

Şimdi tekrar siyaset sahnesine dönüyor. Komünist dünyanın üyeleri sevinçle ve coşkuyla bu olayı selamlıyorlar.

Çünkü Enternasyonal’de söylendiği gibi, “Son Kavga”larına hazırlanıyorlar.