Dövüşmeyin, siz kardeşsiniz!

Yunanistan ve Türkiye arasında gerilim yine arttı.

Adaların çevresinde karşılıklı tacizler sıklaştı. Eski Dışişleri Bakanı Pangalos “En iyi Türk ölü Türk’tür” diyerek şovenliğin dozunu yükseltti. Türkiye ise Kardak karşısındaki minik adaya askeri bir tesis inşasına başladı. Türkiye’de düzen basını Trakya’da yapılan durgun suları geçme tatbikatını “Gerçek bir taarruz gibi” diye manşetlerine taşıdılar. Yunanistan Dışişleri ise Kardak’taki gerilimi “Kırmızı çizgiyi aşmak” olarak niteledi.

Her iki ülkenin sermaye sınıfının iç ortamdaki sorunları aşmak için bu gerilimi tırmandırdığını artık çok iyi biliyoruz. Yine de bu taktiğin olağanlığı bizi rahatlatmamalı, çünkü gerilimler bir noktadan sonra kontrolden çıkıp sıcak çatışmaya dönüşme riskini barındırıyor.

Oysa her iki sermaye sınıfı da kardeş olduğunun farkında. Tabi eş yumurta ikizi değiller ve farklılıklar barındırıyorlar, ancak düştükleri rahim aynıydı. Her iki sınıf da emperyalist dünya düzeni içinde ortaya çıktı ve büyüdü. Her ikisi de sadece insan emeğini sömüren tabiatlarından dolayı değil, emperyalizmin işleyişi tarafından da çürütüldüler.

Bunu son günlerde gündeme gelen somut bir olay üzerinden inceleyelim:

Novartis çeşitli ilaç tekellerinin birleşmesiyle kurulmuş merkezi İsviçre’nin Basel kentinde olan dev bir şirket. Kapitalizmin emekçilere ilaç, araba, cep telefonu satarak ömrünü uzattığı düşünülürse bütün dünyada etkinlik gösteren bu tekelin önemi daha iyi anlaşılır.

2016 yılında Türkiye basınına başka ülkede olsa büyük bir skandal yaratacak bir haber yansıdı. Bir ihbar mektubu; Novartis’in yetkililere bir müşavirlik şirketi aracılığıyla rüşvet dağıttığını ve bu şekilde diğer ilaç şirketlerine göre piyasada 85 milyon dolar kazandıran bir avantaj yakaladığını iddia ediyordu.

Sağlık Bakanlığı yetkililerine verilen bu rüşvet ile bazı kronik hastalıklara yönelik ilaçların reçete edilmesini kolaylaştırdığı, Novartis’in ürettiği iki ilacın isminin değiştirilmesiyle kamu yararına fiyat kırmaya neden olan farklı firmaların ürünlerinin karşılaştırılmasını da önlediği ileri sürülüyordu.

Son 15 yıl içinde neredeyse bütün Türkiye çok müphem bir şekilde alınıp satıldı, buna karşılık bir tane sonuçlanmış soruşturma dosyası yok. Novartis rüşveti ile ilgili açılan soruşturma da birkaç ay sonra kapatıldı.

Yunanistan’da geçenlerde patlayan rüşvet skandalı hem iki sermaye düzeninin çürümede birleşen kardeşliğine işaret ediyor, hem de Türkiye’de kapatılan yolsuzluğun karakterine.

Eski Başbakanlar, Sağlık, Maliye ve Sosyal Güvenlik Bakanlarına karşı yöneltilen suçlamada 50 milyon Avro’ya ulaşan rüşvetle ilaç fiyatlarının şişirildiği ve devlet hastanelerinin bu şirketin ilaçlarını kullanmaya itildiği iddia ediliyor. Sadece 2000-2010 yılları arasında Yunanistan’ın bu şekilde 23 milyar Avro zarara uğratıldığı bildiriliyor. Bu miktarda bir paranın borç ödeyememe krizine giren Yunanistan’ın durumunu hafifletebileceği söyleniyor.

Bu veriler yanlış olabilir mi?

Bütün veriler elimizde değil ve basına sızanlar kadar biliyoruz. Yalnız iyileşmek için ilaçlarını içtiğimiz Novartis’in kötü bir ünü olduğunu, rüşvet ve yolsuzluk iddialarının Çin’den Güney Kore’ye kadar birçok yerde soruşturulduğunu ve hatta cezalara mahkûm edildiğini söyleyelim.

Her iki sermaye sınıfının; emekçi halkın sağlığını bozan uygulamalarında, ülkelerini ilaç tekellerinin boyunduruğuna teslim etmelerinde ve tedavi edici hizmetlere yapılan yatırımlarla ilaç pazarı haline getirmelerinde kardeşliğini görüyoruz.

Her iki halk da ne bu çürümeye ne de milliyetçi kışkırtmalara mahkûm.