Erhan Nalçacı

Sadece Türkiye’de değil, bütün ülkelerde altüst oluş çağı emekçilerin siyasi iradesini göreve çağırıyor.

Altüst oluş çağı derinleşiyor

Erhan Nalçacı

Değerli sol okurları için Trump’ın başkanlığı ile hemen gündeme getirdiği Panama Kanalı meselesi üzerine bir yazı için hazırlık yapmıştım. 

Ama bugüne hiç gitmeyecekti. Altüst oluş çağı böyledir işte, insana her hafta düzenli ve seçilmiş bir konuda akıllı uslu yazılar yazmasına izin vermez.

Daha önce giriş yaptığımız tanıma biraz daha açıklık getirelim.

Dünya kapitalizmi 1800’lerin sonunda emperyalist aşamasına geçti, dev bir hacme ulaşan sanayi şirketleri ve bankalar birleşiyor, tekelci sermaye devletleri üzerinde tam bir egemenlik sağlıyor, emperyalist rekabet büyük bir militarizasyona neden olurken, sömürülen ülkelerin ihraç edilen sermayeye bağlı araçlarca yönetilmeye başlandığı bir çağa tanıklık ediliyordu. 

1900’lerin başında işçi sınıfı önderlerinin de çoğunun göremediği şey bu çağın aynı zamanda sosyalizme geçiş çağı olduğuydu. Çelişkilerin bu kadar derinleşmesi, üretimin bu kadar toplumsallaşması, işçi sınıfının teoriyle buluşması gibi nedenlerle dünyanın çeşitli yerlerinde sosyalizme geçilebilirdi. 1917 Ekim Devrimi sosyalizme geçiş çağının işaret fişeği oldu. Sovyetler Birliği’ni İkinci Dünya Savaşı sonrası halk cumhuriyetleri ve yeni sosyalist ülkeler izledi. Çin, Küba ve Vietnam devrimleri birbirini takip etti.

1980’lere gelindiğinde ABD’nin liderliğindeki emperyalist kamp sosyalizme karşı dengeyi sağlamış, hareketini kısıtlamayı başarmıştı. İleri bir hamle yapamayan devrim kendi içinde tökezledi ve örgütlenen burjuvazi tarafından alt edildi.

1990’dan beri bir karanlık çağın içindeyiz. Yine emperyalizm ve sosyalizme geçiş çağı ancak işçi sınıfının ideolojik, örgütsel ve siyasi olarak dünyaya güçlü müdahaleler yapamadığı ve geçen yüzyılın kazanımlarını kaybettiği bir dönemi tanımlamak için kullanıyoruz karanlık çağı. 

Karanlık çağın bir özelliği hiç hak etmedikleri bir zafere ulaşan emperyalist kampın büyük bir yönetememe krizi yaşamadan çeşitli uluslardaki emekçi halklara müdahale edebilmesiydi.

Emekçi halkın kaybı çok büyük olsa da yıpranan sermaye siyaseti yerine bir başkasını alternatif olarak çıkarabiliyorlar ve emekçi halkın aklını başından almayı başarabiliyorlardı. Yer yer işçi sınıfını bölen ve tüketim kültürüne dayalı “orta sınıfları” yaratıp koruyabiliyorlardı. Dünya halkalarına karşı vahşice saldırılarına medya yardımıyla bahaneler buluyor ve meşrulaştırabiliyorlardı.

Şimdi ise emperyalizm ve sosyalizme geçiş çağının özel bir alt dönemine, altüst oluş çağına girmiş gözüküyoruz. 

Bu çağın en önemli özelliği kapitalizmin yapısal krizinin derinleşmesi ve emperyalist rekabetin getirdiği yükün taşınamaz hale gelmesi nedeniyle egemen sınıfın eskisi gibi düzeni yönetememesidir. Tabi ki eşitsiz gelişim yasası çalışıyor, farklı ülkeler kendi özgünlükleri ile altüst oluş çağını yaşıyorlar.

Bu sürecin ne zaman başladığına ileride tarihçiler karar verecek, ama Trump’ın seçilmesi ile daha görünür hale geldi.

Filistin halkının halen devam eden katliamına bütün devletlerin bir şey yapamaması bu altüst çağının belirtisidir.

Trump madenlerinden sonra Ukrayna’nın bütün enerji altyapısına da talip olduğunu ilan etti. Milliyetçilik ve güç ideolojileri ile savaşa sürdükleri zavallı Ukrayna halkına ne diyecekler şimdi? ABD’nin sömürgesi olmak için mi çocuklarımızı savaşa gönderdik demezler mi? Rusya emekçileri de aynı şekilde, Ukrayna’ya ABD çöksün diye mi savaştık diye sormazlar mı?

Trump iki gün önce Eğitim Bakanlığı’nı ortadan kaldıran kararnameyi imzaladı. Çok masrafmış. Gerçi ABD’de eğitim esas olarak eyalet hükümetleri tarafından yürütülüyordu, ancak Federal Eğitim Bakanlığı emekçileri düzene bağlayan öğrenci kredileri ve yoksul öğrencilere destek verilmesi gibi başlıklarla ilgileniyordu. 

Zaten hızla yoksullaşan ABD emekçileri için bir kazanılmış hak daha sosyal kesinti başlığında ellerinden alınıyor. Bütün bu kesintiler düzene bağlamakta zorluk çektikleri ve yönetemedikleri emekçi kitlelerin direnişiyle karşılanacak.

Benzer şekilde, bugünlerde Türkiye’de zorunlu lise eğitimini ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Gericiliğin şampiyonu olan Eğitim Bakanı’nın nasıl da asıl olarak sermayenin emrinde olduğu ortaya çıkıyor. Sermaye sınıfı azalan kâr oranlarını doğrultabilmek için ucuz emek gücüne ihtiyaç duyuyor ve gözünü 14-18 yaş arası gençlere dikiyor. Gündüz iş kazalarına kurban giderek ve üçte bir ücretle çalışacaklar, akşam esnek eğitim adı altında çevrimiçi göstermelik bir eğitime tabi olacaklar.

Demin belirttik, bu korkunç düzeni yönetebildikleri dönemde her zaman düzen içi bir alternatifi sermaye el altında bulundurur veya hazırlardı. Şimdi de AKP sonrası İmamoğlu sarsıntısız düzeni sürdürmek için ideal bir adaydı. Ne emekçi yanlısı, ne laik, ne anti-emperyalistti.

Ancak bu ülkeye ait bütün üretim araçlarını, liman ve madenleri, toprakları, akarsuları, yolları ne derseniz özelleştirme adı altında sermayeye devreden güçlü bir mekanizma kuruldu ki 25 yıldır yönetimdeler. Yapıştıkları ve çok büyük bir gelirin yönetildiği mekanizmayı terk etmek istemiyorlar. Düzeni en sorgulamayan emekçi bile kullandıkları yöntemlere isyan ediyor. Medya yalanlarını kimse okumak istemiyor, kuralsızlığı ve keyfiyeti kendileri için de tehdit olarak görüyorlar. 

Bir yönetememe krizi kendisi gösteriyor.

Bu krize ülkemiz emekçileri müdahale etmeli. Bu müdahale; emekçi sınıfların kendine ait programının altını çizerse, örgütlü davranma yeteneklerini artırırsa ve kendi siyasi gücüne dair özgüven kazandırırsa çok kıymetli olur.

Sadece Türkiye’de değil, bütün ülkelerde altüst oluş çağı emekçilerin siyasi iradesini göreve çağırıyor.