Laiklik savunusu olan aydınların uğradığı suikastlarda NATO’nun rolü var mı diye bir kez süreci gözden geçireceğiz.
1990’lardaki aydın cinayetlerinden NATO mu sorumluydu?
Erhan Nalçacı
1990’larda cihatçı örgüt veya örgütler tarafından işlendiği düşünülen ve laik duruşu olan aydınlara dönük bir seri suikast yaşandı.
Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Prof. Muammer Aksoy 31 Ocak, gazeteci Çetin Emeç 7 Mart, İslam dini güncel uygulamalarının eleştiricisi Turhan Dursun 4 Eylül ve laiklik savunucusu Doç. Dr. Bahriye Üçok 6 Ekim 1990’da artarda suikasta uğrayarak öldürüldüler.
1993’te Uğur Mumcu bombalı saldırı ile katledildi. Aynı yıl 35 sanatçı Sivas’ta yakılarak öldürüldü. 1999’da ise Ahmet Taner Kışlalı suikasta uğradı.
1990 yılındaki suikastları “İslami Hareket” adlı daha önce duyulmamış bir örgüt üstlendi. Cinayetlere dair delil toplama ve soruşturmaların en hafifinden gereken ciddiyetle yapılmadığı fark edildi. Suikastlar birbirine çok benziyordu ve profesyonelce işlenmişti. Bahriye Üçok ve Uğur Mumcu’nun katledilmesinde plastik patlayıcı, diğerlerinde ateşli silah kullanılmıştı. Cinayeti işlediği saptananlar yakalanamadı ve diğer suikastlarda yer aldılar.
2000 yılında Hizbullah’a dönük operasyon sonucunda ele geçirilen delillere dayanarak açılan UMUT (Uğur Mumcu Uzun Takip) davası 2002 yılında sonlandı. Suikastlarda yer aldığını kabul eden ve Tevhid Selam Kudüs Ordusu üyesi olduğu söylenen bazı failler cezaya çarptırıldı.
Bu cinayetlerin arkasında İran’ın olduğu iddia edildi, ancak İran’a dönük nota verilmesi, ilişkilerin gözden geçirilmesi gibi bir devlet tavrı ortaya konmadı.
Bu arada bu yıllarda Kürt siyaseti ile bağlantılı siyasiler, gazeteciler, iş adamları ve aydınlara dönük sayısız faili meçhul cinayet işlendiğini belirtelim.
Laiklik savunusu olan aydınların uğradığı suikastlarda NATO’nun rolü var mı diye bir kez süreci gözden geçireceğiz. Burada süreci aydınlatmak için bu konuda az başvurulan bir yöntem olan karşılaştırmalı tarihten yararlanacağız.
1-1990’lara gelene kadar bütün NATO’ya üye ülkelerde NATO’ya bağlı profesyonel cinayet ve terör şebekeleri vardı
Bu gerçeği NATO ile ilgili yaptığımız dizinin Bologna İstasyonu Katliamını ele aldığımız parçasında işlemiştik. Çok kısaca NATO’ya üye olan her ülkeye gizli bir anlaşma imzalatmışlardı. Gizliydi çünkü her üye devletin içinde anayasa dışı gizli bir örgütün kurulmasını koşul olarak dayatıyordu. Üye devletlerin hepsinde yasadışı olarak örgütlenen silahlı çeteler, bunların finansmanı için uyuşturucu kaçakçılığı, birçok yere gömülmüş cephaneler, çok sayıda cinayet ve terör olayı olağan hale gelmişti.
Doğan Öz (1978), Bedrettin Cömert (1978), Bedri Karafakioğlu (1978), Abdi İpekçi (1979), Cavit Orhan Tütengil (1979), Ümit Kaftancıoğlu (1980) ve Kemal Türkler (1980) suikastlarının artık NATO tarafından işlendiğinden kimse kuşku duymuyor.
Unutmayalım, öldürülen aydınlar toplumda tanınan, sevilen insanlardı ve dehşet yaratarak bir askeri darbeye ortam sağlamak için listeye alınıp öldürülmüşlerdi.
2-1990 sonrası NATO bir işlev bunalımı yaşadı ve bunu aşmak için önlemler aldı
1990’a gelindiğinde Sovyetler Birliği’nin çözüleceği, dünyada genel olarak sosyalist devrim mücadelesinin bir süre geri çekileceği belli olmuştu. Artık ABD liderliğinde bu kadar dev bütçeli bir karşı devrim örgütüne ihtiyaç var mıydı? Her devletin içindeki gizli çeteleşme ve hukuksuzluk bir meşruiyet krizi yaratıyordu. Ülkelerde on binlerce kişi düzeni bile çürüten asalak bir mafya çetesine bağlı çalışıyor gözüküyordu.
Oysa ABD sermaye sınıfının NATO’ya ihtiyacı vardı. 20. yüzyılda sosyalist devrimlerle şekillenen siyasi coğrafya yeniden tasarlanmalı, sermayenin önünde hiçbir ulusal engel kalmamalıydı.
Bu böyle açıkça NATO’nun yeni işlevi diye tanıtılamayacağı için dünyada yükselen terör ve asimetrik savaş tehdidi ileri sürüldü. Ancak ortada aslında NATO’dan başka terör örgütü yoktu! Bunlar icat edildiler.
1990’larda bütün NATO ülkelerinde kendine özgü renklerde sağ kökenli terör örgütlendi. Örneğin, Almanya’da ırkçı saldırılarda büyük bir artış oldu. 1992’de Möln’de faşist bir örgüt üyesi bombayla üç Türkü öldürdü, 1993’te Solingen’de kundaklama sonucu bir Türk ailesinden beş kişi yaşamını yitirdi.
İtalya’da ise Falange Armata (silahlı Saf) adlı faşist örgüt 1990’da birçok cinayet işledi. Önce bir hapishane pedagogu, iki sanayici, sonra orada burada profesyonel suikastlara kurban gidenler. Cinayetlerde beyaz bir Fiat-Uno kullanılmıştı. Tıpkı Türkiye’deki faili meçhullerde kullanılan beyaz Toros gibi. Zaten bu yazının yazılmasını tetikleyen Beyaz Uno ve Beyaz Toros benzerliği oldu.
Listeyi uzatmaya gerek yok, NATO 1990’larda NATO’ya gereksinim olduğunu ispatlamak için kendi cinayet şebekelerini yönlendiriyordu.
1990’larda Türkiye’de öldürülen aydınların hiçbiri düzeni tehdit etmiyordu, ortak özellikleri yükselen siyasi İslam’a karşı laik duruşlarıydı.
NATO envanterinde bulunan ateşli silah ve bombalarla öldürülmeleri, devletin olayı çözmek için isteksiz olması, arananların bir türlü yakalanamaması ve tekrar benzer cinayetleri işlemeleri, bütün bunlar NATO’nun Türkiye kolundaki yasadışı örgütüne işaret ediyor.
3-NATO 1990’larda siyasi coğrafyayı ABD emperyalizmine bağlamak için araçlar geliştirdi
Tezimizi geliştirmek için özellikle 1990-2011 arası NATO tarafından geliştirilen iki teknolojiye değinmeliyiz.
Bunlardan biri “renkli devrim teknolojisi”, diğeri ise güdümlü hale getirilen cihatçı örgütlerdir.
Renkli devrimi burada açacak yere sahip değiliz, özellikle eski sosyalist ülkelerdeki hegemonya inşası için finanse edilen sivil toplum örgütleri aracılığıyla gerçekleştirilen sivil görünüşlü siyasi darbelere bu isim verilmiştir.
İkincisi ise, cihatçı bir örgütü kurarak veya içine yerleşerek onu güdümlü hale getirme teknolojisidir. Böylece yükselen terör algısı hem Batı ülkelerinde emekçi sınıfları paralize edecek hem NATO’ya müdahale edeceği siyasi coğrafyaların kapısını açacak bahaneler yaratacaktır.
Muhtemelen bu teknolojinin doruğu 2001’de ABD’de İkiz Kulelere yapılan saldırıydı. ABD ve NATO bu saldırının dehşeti ile çeşitli ülkeleri işgal etmeyi ve dünya hukukunu yok saymayı başardı o yıllarda. Şimdi ise IŞİD’in ABD tarafından nasıl kullanıldığına tanıklık ediyoruz.
Türkiye’de de en azından NATO’ya bağlı iki güdümlü cihatçı örgüt biliyoruz. Bunlardan biri Fetullah Gülen Tarikatıdır, kitle çalışmasından cinayete, renkli devrim girişiminden askeri darbeye kadar, her NATO operasyonunda kullanılmıştır.
Diğeri ise Türkiye Hizbullahı’dır. 1990’lı yılların başında Kürt siyasi hareketinin bugünden farklı olarak yoksul köylülüğe yaslanan solda bir kalkışma olduğunu biliniyor. Özellikle Kürt kadrolara karşı işlenen sayısız suikastta Hizbullah devreye sokuldu.
Tam olarak bağlantıyı kuramıyoruz ama 2000’de Hizbullah hücre evinde ele geçen dijital kayıtlardan sonra 1990’lardaki aydın cinayetlerindeki bazı ipuçlarına dayanılarak UMUT davası açılmış ve sonra NATO’yu ve ona bağlı çeteleşmeyi aklayarak sonlandırılmıştı.
4-NATO’ya bağlı gizli örgütler tasfiyelerle giden bir yeniden yapılandırmaya uğruyor
Öte yandan bütün NATO ülkelerinde Gladio veya Kontr-Gerilla gibi örgütler yeniden yapılandırıldı. 1990’lardaki faili meçhul cinayetler çoğunlukla bu yeniden yapılandırılma göz önüne alınmadan hepsi aynı halının altına süpürülüyor ve olay işin içinden çıkılmaz hale geliyor.
Hem bu kadar büyük bir yeraltı örgütü gereksiz olmuştu, hem de otonom davranan çeteler düzeni sarsmaya başlamıştı. Yeni araçlar, yeni kadrolar, yeni teknolojiler gerekmektedir NATO’ya ve düzen güçlerine.
Ayrıca yerel burjuvaziler Sovyetler Birliği dağılınca devletin içindeki çeteleri NATO’dan görece bağımsız olarak kendi amaçları için kullanmayı deneyeceklerdir. Dolayısı ile bazen NATO bazen Türkiye’de devletin içindeki klikler tasfiye hareketleri gerçekleştirmiştir. Susurluk veya Eşref Bitlis kazaları, Cem Ersever’in öldürülmesi vb. bu çok yönlü, dönemsel tasfiye operasyonları ile açıklanabilir.
Ancak bu karmaşıklık buradaki temel tezi değiştirmiyor. 1990’ların başındaki laik ve cumhuriyetçi aydınların öldürülmelerinin ve muhtemelen 1993 Sivas Katliamı’nın nedeni, sosyalizmin geçici olarak çekildiği dünyada NATO’nun varlığını sürdürmesi için yükselen (yükselttiği) terör ve uzaktan kumanda edilen cihatçı örgüt yaratılma süreci ile ilgili gözükmektedir.
Türkiye’nin genel olarak siyasi İslam’a teslim edilmesindeki NATO ve Kontr-gerilla’nın rolü ayrıca tartışılmalıdır.
***
Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi’nin “NATO’ya ve Emperyalist Savaşa Hayır” kampanyası dahilinde İstanbul’dan başlattığı yürüyüş iki hafta sonra bugün İncirlik Üssü önünde sonlanacak.
Bu yürüyüşün halkımızı ülkeyi alabildiğine çürüten NATO’ya ve emperyalizme karşı daha bilinçli ve örgütlü kılmış olması dileğiyle…