Karşıdevrimi tepeleyebilecek biricik ittifakın bileşenleri etkileşime geçmeli, kol kola girmeli, tartışmalı, tanışmalı, birbirlerinden öğrenmeli ve birbirlerine güç vermelidirler. Kimsenin bir diğerine dönüşmesi söz konusu olmayacaktır. Ama bir alan temizliği zorunludur.
İttifak yolu
Aydemir Güler
Bu hafta sonu Cumhuriyetçiler Kurultayı toplanıyor. Cumhuriyetçilerin birliği için bir adım atılıyor. Peki, yolun neresindeyiz?
Türkiye’nin uzun karşıdevrimi bir üçlü ittifakın imzasını taşır. Ülkemizin aydınlanma devrimini tıkayan, kazanımlarını tahrip eden ve geriye cumhuriyet diyebileceğimiz bir yapının kalmamasına neden olan, emperyalizm, büyük sermaye ve dinci gericiliğin ortak eylemidir. Ve bu, bir özettir yalnızca.
20. Yüzyıl başında Türkiye’ye dışsal bir müdahalede bulunmayı deneyen emperyalizm, ilerleyen yıllarda bir iç olgu haline gelmiş, toplumsal dokuya, sermayenin her bir kıvrımına, devlet mekanizmasına yerleşmiştir. Burjuva devriminin en canlı döneminde bile devrimci bir karakter kazanmayan sermaye, feodalitenin egemen güçleriyle iç içe girmiştir. Dinci gericilik Amerikancı milliyetçilikle yakınlaşmış ve dönem dönem sağ-cumhuriyetçilerle yan yana gelmiştir. Her bir bileşeni kendi çevresini örgütleyen bu ittifakın, yanına sağ ve sol liberalleri, Kürt dinamiğini katarak büyük bir enerji edindiği de eklenmelidir. Karşıdevrim dinamiklerinin 1980’den sonra siyasette üstünlük kurdukları, 21.yüzyılda bütünüyle iktidar oldukları, karmaşık ve geniş ittifaklarını ise daha yakın zamanda inşa ettikleri görülüyor.
Karşıdevrimin başlangıç noktası ise, çoğu örnekte olduğu gibi devrim süreciyle çakışır. Bu çakışma halk kitlelerinin devrime bağlanmasının önünde bir engel de oluşturmuştur. Kırlarda sıtmanın yenilgiye uğratıldığı, işçi sınıfının geliştiği, halk çocuklarının eğitimle tanıştığı doğrudur; ama yine de sermaye toprak ağalarıyla kucaklaşmış ve yoksul köylülük savaş meydanında asker üniformasıyla sırtladığı Cumhuriyet’te topraksız kalmaya devam etti. İşçi sınıfı, örgütsüzlüğe mahkûm edildi. İlerici, devrimci aydınlar baskılandı. Kürt yoksulları ise aşiret bağlarından kurtulacakları bir mücadele çağrısı almadılar ve onları şiddetle sömürüp ezen ve yeni düzenin egemenleri arasında kapağı atan şeyhlerden, ağalardan bağımsızlaşamadılar…
Oysa devrim halk kitlelerinin harekete geçmesidir. Devrimi yaşatacak, ayakta tutacak, koruyacak olan dinamik, mülk sahiplerinden çıkmaz. Mülkünü koruma ve çoğaltma güdüsü, zenginleri en azından devrim korkağı haline getirir. Fırsat bulduklarında sabotöre dönüşür, devrime ihaneti örgütlerler.
Bu evrensel yasa bizde de hükmünü icra etti. Yoksa komünist hareketin sosyalizme yönelik çıkış denemeleri aynı zamanda Cumhuriyet devrimini korumayı içeriyordu. Hep hatırlattığımız gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinden Marksist aydınları çıkartırsanız, şiirden arkeolojiye, halk sağlığından yurttaşlık bilincine her başlıkta derin bir yoksullukla baş başa kalırsınız. Kentlileşen, giderek eğitimli hale gelen işçi sınıfının örgütlü bir güce dönüşmesi karşıdevrimin önünde set oluştururdu. Sol, sınırlı etkisiyle bile tarihimizin kadim eşitlikçi halk kültürünün güncellenmesine aracılık etmeyi başarmıştır. Orta Anadolu’nun karşıdevrim üssüne dönüşmesini önleyecek olan kaynak tam da oydu. Bütün bunlar olabilseydi, Kürt yoksullarının hak arayışı Cumhuriyet zemininde pekâlâ tutulabilirdi.
Bunları “keşke” demek için yazmadım. Olan olmuştur, geriye sarmak mümkün değildir. Ama geçmiş derse dönüşmeli ve yüzler geleceğe çevrilmelidir. Karşı-devrim ittifakının karşısına radikal aydınlanmacı, bağımsızlığa tutkulu, emekçilerin cumhuriyetini programlaştıran bir devrimci ittifak çıkmalıdır.
Bu ittifakın kaynakları bellidir. Cumhuriyetin kurucu akımı olarak bir biçimde devlete tutunagelen Kemalizm, AKP’li yıllarda bu konumundan sürüldü. Cumhuriyetin kurumlarının işgal edildiğini söyleyebiliriz. Ancak işgalcilerin akıllarına gelmeyen başlarına geldi. Cumhuriyetçilik, kurtuluş ve kuruluş dönemini bile aşan bir ölçüde halk kitlelerine mal oldu. Bugün kadınlardan gençlere, işçi ve kamu emekçilerine kadar hakkını arayan herkes kendini Cumhuriyetle özdeşleştiriyor. Karşıdevrimin önünde örgütsüz bir halk barikatı var.
Geçen hafta değindiğim, devrimin gerisine düşülmesini engelleyen “düğüm” budur. Bu zeminde şekillenen Kemalizm, Cumhuriyetçi cephe veya devrimci ittifakın kurucu öznelerinden biri olmak durumdadır. Bu tarif adı geçen akımın bütününü kapsamıyor olabilir. NATO’ya, AB’ye bel bağlayan, sermaye düzenini veri kabul eden, laiklik uygulamaları için özür dileyen bir kesim de kendisini Cumhuriyetçi ilan edebilmekte ve öyle sayılmaktadır.
İkinci kaynak akım devrimi ilerletmeye, eşitlikçi bir düzene taşımayı hedefleyen, bu amaçla kazanımlarına ayaklarını bastığı Cumhuriyet devrimini de eleştiriye tabi tutan komünizmdir. Türkiye’de komünizm yurtsever ve laik doğmuştu. Ancak bu tarif de, Türkiye solunun bütününü kapsamıyor. Liberal, sermaye ve emperyalizmle iş tutan kimi kesimlerin de sol sayılabildiğini biliyoruz. Beğenmesek de gerçeklik budur.
Bulunduğumuz nokta burasıdır. Karşıdevrimi tepeleyebilecek biricik ittifakın bileşenleri etkileşime geçmeli, kol kola girmeli, tartışmalı, tanışmalı, birbirlerinden öğrenmeli ve birbirlerine güç vermelidirler. Kimsenin bir diğerine dönüşmesi söz konusu olmayacaktır. Ama bir alan temizliği zorunludur. Tarihten süzülüp gelen dersler iyi okunmalı, ilkelerimize toz değmemelidir.
Cumhuriyetçiler Kurultayı yolun tam bu noktasıdır. Alan temizlendikçe kapsam daralmayacaktır.
Ve zamana karşı yarışacağız. Devrimlerin tarihe attığı düğümün gerisine düşülemiyor, dedik; ama düğümü kesip atmaları imkânsız değildir. 1990’larda başlayan dünya çapındaki karşıdevrim bunun örnekleriyle dolu. Yugoslavya’dan Suriye’ye…
Demek ki, yolun bu noktasında fazla duramayız. İleri atılımın zamanıdır.