Zamandan ve Mekândan Münezzehlik

"Zamandan ve mekândan münezzeh" kılınmış teorilerin uçuculuğudur, aydınlara çekici gelen. Burada her şey, bir fikrî teati sorunudur. Pratiğe bulaşma riskinden uzak, bir panelin masa başı konukları olarak bulunurlar siyaset arenasında. Kâh 1800'lerdedir zihinler, kâh 3000'lerde. Bir bakarsınız, Marks'a, "pratikle kirlenmemiş teorik kökene" davet ederler, bir bakarsınız nesnel durumun doğurduğu kavramların aşıldığı, "her şeyin buharlaştığı" evrelere.

Çekicidir, devrim pratiğine sırt çeviren devrimci söylemler. Orada sadece Manifesto'nun "işçilerin vatanı yoktur" kırpıntısıyla, muazzam neticeler elde edilir. Emperyalizme karşı mücadele, geçici bir dönem sosyalist teoriye bulaşmış, milliyetçi bir perspektif ilan edilir. Geri kalmış ülkelerdeki solun zihinsel geriliğinin sonucudur. İçinde ulus, ulusal geçen bütün kavramlar tiksintiyle reddedilir. Enternasyonalizm, ulusal nihilizm olarak yeniden yorumlanır. "Arası" kısmı cımbızlanır, "uluslar" kısmının orada ne anlam ifade ettiği muğlaktır. Arada olmak iyidir, yığınla dertten kurtarır "sol" aydını.

Mekândan arınmıştır. Ayağını bastığı bir toprak yoktur. Haliyle, bir toprak parçasında devrimci dönüşümün zorunlu kıldığı her türlü değerlendirmenin yükünü atmıştır sırtından. "Özlenen dünya", bir şafak vakti gökten ağıp gelecektir nur içinde.

Bu "süper sol" tezlerin gelip dayandığı noktanın, emperyalizmin günümüz stratejisine, Yeni Dünya Düzeni'ne, "Amerikan Barışı"ne denk düştüğünü söylemeniz, beyhudedir. Yüzyıllar arasında bir tek bugüne uğramadan dolaşıp duran, zihnin geniş çayırlıklarında at koşturan "sol" için, bunun bir anlamı yoktur. O ki, "işçi vatansızdır" denilmiştir, emperyalizm kavramı, burjuva devletçiliğe kapı açan bir lekedir.

Machiavelli, Yunan mitolojisi, Fransız İhtilali, Bob Dylan tamamdır, kültürlerinin parçası olabilir. Ama, Nizamülmülk, Dede Korkut, Cumhuriyet, Âşık Veysel umursanmamalıdır. Dünya kültürünü, dönüşümlerini kucaklamak, yaşadığı coğrafyadakileri inkârla mümkündür. Bu zihinsel sekme, "dünya kültürü" denilen şeyin, başka başka "ülkeler"dekinin toplamı olduğunu es geçmeye iter. Bakmak lazım, haklı olabilirler, belki Ruslar, Dostoyevski okumuyor, Orhan Kemal ezberliyorlardır. Almanlar, Feuerbach'tan uzak durup, Beşir Fuad araştırıyorlardır.

"Zamandan ve mekândan arınmış" aydın, yaşadığı toplumu ileriye sıçratacak bir kaldıraç, bir tutamak noktası aramak gibi fuzuliyatla uğraşmaz. Siyahları vardır, beyazları vardır. Griler, sadece uzaktaki, tamamlanmış tarih dilimlerindeki halleriyle, tez konusu olarak girer gündemlerine. Günümüzde, yol açtığı sonuçları dağarcıklarına atsalar bile, temellerini inkârdan geldikleri kavramlar vardır. Örneğin, Jakobenizmin, zorlamacılığın amansız düşmanıdırlar, o halde, burjuva demokrasisinin temsilcileri kesilmeleri, tarihsel olguların sergiden seçilen karpuz gibi elemeye tabi tutulacağını keşfetmelerindendir. Giyotin yoktur, dinin yeraltına indirilmesi yoktur tarihte, ama bir demokrasi gelmiştir her nasılsa.

Cumhuriyet Devrimi de öyledir. Varsayalım İstiklal Mahkemeleri'nden ibaret bir tarih sayfasıdır o. Yol açtığı sonuçlar, bir emekçi cumhuriyeti için tramplenler oluşturur mu, sınıfa mevzi kazandırır mı sorularından azadedir "sol". Bu yüzden, ister şeriatçı kalkışmayla, ister emperyalist planlarla kökü kazınmaya çalışılsın, ya umursamamakta, ya da "resmi ideolojiyle" mücadele olarak değerlendirip desteklemekte beis görmez.

Onlar için, laiklik ilkesi, diktatoryeldir. Sosyalistlerin dünyasında belki, ama bugün için bir mevzi değildir. Özelleştirmelere karşı, "kamu kuruluşlarının bugünü ve sosyalist alternatifler" münazarası dururken, "Kemalist uygulama uzantısı devletçi yapı" savunusuna zinhar girmez. İnsanlık tek bir dile, kültüre, -varsın bu dil İngilizce, varsın bu kültür kozmopolit olsun- evrilirken, ulusal kültür gibi bir gericiliğe düşmesi beklenmemelidir.

Dedik ya, bir zihin jimnastiğidir, pratikle kirlenmemiş steril teori arayışıdır sürerken, olup biten her şeyi kabullenme noktasına gelir, bunu da aşar, destekleyici olur anakronizme düşmüş aydın. Cumhuriyet ya da şeiratçı diktatorya, bağımsızlık ya da vasallık, kamusal duruş ya da özelleştirme talanı... Bu alternatifler içinde "sosyalizm" yoksa, çekin ipini gitsin, kim uğraşır! "Kurulu düzen" sınırını aşmayan her hak mücadelesinde, her sosyal talepte pankartını kapıp gelmesi, onun çelişkisidir. Şimdilerde çetelerin yargılanması, cezaevlerinde durumun iyileştirilmesi, işçi memur ücretleri ve çalışma koşulları, YÖK, Kürt sorunu, Avrupa normlarında bir demokrasi... Bunlar için kampanyalar düzenlenirken burjuva sınırların aşıldığı kanısında olsa gerek. Darbeleri de basit bir biçimsel değişiklik görmeyişi aynı bakışın tezahürüdür. Bunlar, "demokratik" taleplerdir. Ama bu talepler, belli bir evredeki mevzileri savunma noktasına gelip dayanırsa, yoo, milliyetçilik, devletçilik bulaşabilir!

Bugün, daha ilerisine sıçranacak bir noktada mevzilenmenin önemini, sadece bu sıçramaya niyeti olmayanlar göremez. Laiklik, kimin mevzisidir? Bağımsızlık, kimin mevzisidir? Cumhuriyet, kimin mevzisidir? Aydınlanma, kimin mevzisidir? Bu sorulara verilen yanıtlar ekseninde de yaşanıyor bugün solda saflaşma. Sınıf perspektifi, devrim dinamiklerinin kan kaybına karşı mücadeleyi yükseltirken, anakronik aydınların atacağı çamurları da göğüslemek zorundadır. Tekrar edelim, mevzi, tramplendir! Geriye gitmemek mücadelesi, ileriye gitmek arzusunun beyanıdır. Bir sosyal yapının temel dayanakları, farklı yönlerde ellere geçebilir. Sosyalistler, bunun her ânını, sınıf açısından getirip götürdükleriyle değerlendirerek kurar mevzisini. Zaman makinesine binip, uçuşan teorileri serpiştirenleri kaale almaksızın.

Sosyal devrim, "zamandan ve mekândan münezzeh sıkı sloganların" değil, güç toplamanın, politika yürütmenin, nirengi noktasını sınıf olarak belirlemenin ürünü olabilir. Ve bu, laboratuvar ortamlarında üretilemez.