Yabancılaşma Kanıksamanın Uzantısıdır

Hangi siyah-beyaz filmdi hatırlamıyorum, Ekrem Bora eve gelip öyle güzel ve pratik pişirmişti ki, o zamana kadar hiç sevmediğim sahanda yumurta hayatıma girivermişti. Sonra, yine emin değilim, “Angel Heart”ta mıydı, Sean Connery’nin haşlanmış yumurtayı soyuş tekniğini kapışım. Ve herkes gibi benim de “Kramer Kramer’a Karşı”da, yumurtayı tek elle kırmayı öğrenişim. O unutulmaz Kübalı yönetmenin “Plaff!”ını izleyip, hanımların kapısına fırlatmaya pek yeltenmediysem de, bu sabah elime aldığımda, bir an temizlik hastası komşumu şöyle bir kesmedim değil, işin üniversiteliler versiyonunun etkisiyle tabii, yanlış anlaşılmasın.

Protesto eylemlerinden hareketle, politik bir tartışma malzemesine dönüşen yumurtaya yabancılaşmam da bugünlere kısmetmiş demek.

Yabancılaşma dedim de, kelime karşılığı hiç akla getirmese de, kavramsal karşılığında “kanıksama”yla yakın ilişkisine dikkat çekesim geldi. Bunun bir adım ötesini arkadaşlar gayet güzel anlattı zaten soL’da. Tekrarı gereksiz.

Kanıksama dedim de, bunun sadece hâkim olana karşı değil, aynı zamanda karşıtına karşı da yaşanabileceğini söyleyesim geldi. Bunun bir adım ötesindeki sonucun, hâkim olanı güçlendirmek olacağını söylemişliğimiz de çok. Tekrarı gereksiz.

Hâkim olanı kanıksamayı kırmanın yolu, kanıksanmışlığımızı tersyüz etmekten geçiyor. Toplumun bize yabancılaşmasını önlemekten.

Engellenemeyen bir güçten bahsettiğiniz an, doğal olarak, karşısında engelleyecek bir güç olmadığını da söylemişsinizdir. Hareket söz konusuysa, çelişme nesne mekaniğine gelip dayanmıştır. “Dur” dediniz diye durmaz yuvarlanan bir taş mesela. Sürtünmenin bu işi bir noktada halledeceğine güvenerek el bağlayıp oturabilirsiniz en fazla. Bu gerçekleşene kadar da, zarar görmemek için, kenarlara kaçışabilirsiniz.

Engellemek, durdurmak, hareket halindeki şeyi imha etmeye oranla, daha geri bir noktayı, bir savunmaya çekilmişliği gösteriyor gibi olabilir. Ama bunu başaracak gücünüz bile yoksa, biteviye onu yok etmek gerektiğini söylemenin de, kaçışmaktan öte bir anlamı yoktur.

Nesne mekaniğinde, teorik tasarım, ancak fiilen vücuda getirilmişse bir anlam taşır. Ötesi, bir taşın yuvarlanışını, bunun devamı halinde neler olacağını, nasıl durdurulabileceğini izah ede ede, izlemektir. Güce güçle karşı koyarsınız, gücü güçle durdurursunuz, gücü güçle değiştirirsiniz.

Bunun olmadığı yerde, kanıksama, yabancılaşma yaşanır.

Bu ilkokul düzeyindeki, herkesin malumunun ilamı nereden çıktı derseniz… İşin içine beşeri kavramlar, olgular giriyor diye, politika alanının, fiziğin katı ve duyarsız nesneler mekaniğinden azade olduğunun sanıldığı bir durum var ortada çünkü. Aksi halde, sürtünme katsayısını artırmak anlamına gelen bir cepheleşme çağrısı, bu denli soyuta çekilip tartışma malzemesine dönüştürülmezdi. Böyle bir fizik gerçekliğin gereğini yerine getirmekten bile uzak oluş, sosyal psikolojiyi devreye sokacak, en radikal önermeleriniz kanıksanarak etkisizleşecek, en ciddi çıkışınıza yabancılaşılacaktır.

Materyalist, bilinçteki etkilenmenin, fiziksel koşullarla bağını kurandır. Fizikseli, nesneli inkârdan gelerek, düşünsel yeterlilikle avunup, bunun neden somut sonuçlara yol açmadığını hayretle karşılamak, karşı kampın işidir.

Önce bir güç olalım, sonra işimize bakarız. Değil tabii. Ama şu: Mevcut gücümüz oranında başarabileceklerimizi başaralım, kanıksamanın ve yabancılaşmanın etkisini azaltalım, yeniden vücut bulalım, gücümüzü bir adım öteye taşıyalım. Bu öneriyi somutlarsak…

Elbet, varolanın devrimci eleştiriye tabi tutulması şarttır. Elbet, teşhir ve protesto sürecektir. Elbet, alternatifler önerilecektir. Elbet, güç haline gelmenin binbir yolu önerilecek, denenecek, pratiğe dökülmeye çalışılacaktır.

Ama kanıksama ve yabancılaşma, bunların, asıl öznenin dışında yürütülür haline gelmesindeki tehlikedir. Sıradanın gözünde, haksız ama engellenemeyen bir güçle, haklı ama engelleyemeyecek bir güç arasında cereyan ediyorsa mücadele, “dur şu haklılara bir omuz vereyim” bilincine sıçrama, devrimci romantizmin propagandif romanlarındaki kadar basit bir süreç değil.

Sıradan, engelleme ve değiştirme potansiyelinin somut karşılığını görmek isteyecektir, harekete geçmek için. Yoksa, makro düzeydeki teori ve önermelerinizin, politik haklılığınızın teslimi, gündelik yaşam içindeki devinime etki edemez.

Bu yüzden, ihmal edilen bir ayağını politik mücadelenin, öne almak, eşit ağırlıkla değerlendirmek zamanının geldiğini kavramakta yarar var: Değiştirmenin, engellemenin, başarmanın mümkün olduğunun örneklerini sunmak.

Sıradanın, gündelik hayatındaki küçücük bir sorununa el atarak çözüme ulaştırmanın karşılığı, alt tarafı bilmem neyi çözdük, sistem aynı kaldı kadar basit, önemsiz, geneli etkilemeyen bir şey değildir. Sıçramalar, küçük birikimlerin derlenip toplanmasıyla gerçekleşir. Güven duygusu, minicik şeylerle oluşur.

Sınıf, halk dediğiniz, ulvi amaçlarla, niyetlerle donanmış oldukları için devrimlerin temel dayanağı olmazlar. İşçilerin kollektif emeğe yatkınlıkları kadar, “zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri olmaması”ndaki vurgu, daha iyi bir hayat talep etmelerinden gelir, gözünüzde neye isyan ettiğini unutarak tasvir ettiğiniz kendiliğinden bir Spartaküs canlansın diye değil. Çok kabalaştırarak söylersek, “sınıf çıkarı” dediğimiz şey, o sınıfın unsurlarının, aile bireylerine varıncaya kadar küçük dilimlere ayırabileceğiniz bireysel çıkarları gibi soğuk, kaba bir noktaya varabilir diye soyut düzlemde bırakılamaz.

O zaman, bunu göstermenin bir yoludur, “mikro” işlerle de uğraşmak. “Ben senin sorunlarını çözmeyi öneriyorum” dediğiniz zaman, devrim yapacak gücünüz olana kadar, bir tasavvurdan ibaret kalırsınız sıradanın gözünde. Güzel, etik şeyler söyleyen, ama kurulu düzene karşı homurdanmanın ötesinde ne yapabileceği meçhul bir topluluk.

Emperyalizmin, AKP’nin bütün bir ülke üzerindeki tasarruflarını, eğitimden sağlığa, çalışma hayatından kadın ezilmişliğine gerek teorik gerek pratik sonuçları açısından anlatmak, alternatiflerini önermek. Grevler, direnişler örgütlemek. Seçim çalışmaları yürütmek. Makro analizler ekseninde siyasetler üretmek. Ve daha yüzlercesi politik mücadele alanının, elbet olmazsa olmazlardır. Ama bunu küçük şeylerle tamamlamadan, sıradanın dışındaki, yabancılaşılmış, kanıksanmış durumdan çıkılamayacağı da nesnel veri.

TEKEL direnişindeki omuz omuzalık, metrobüs zammı eylemleri, üniversite protestoları, somut ve sıradanın gözünde kalıcı ve değiştirici bir başarı göstergesine dönüştürülmezse, “şanlı tarih”imizin bir sayfası olur.

Bütün bir sistemi etkileyecek, bize güç kazandıracak sayısız minik şeyin önemini kavramalıyız. Tek bir örnek vereyim…

İDO, Şehir Hatları’ndan ayrılmadan hemen önce, kâr gözeten bir şirket konumunu gerekçe kullanarak, Adalar-Bostancı hattını tümüyle Mavi Marmara adlı yolcu motoru şirketine devretti. Yani artık, Ada vapuru diye bir şey yok, vapur seferi yapılmıyor. İşlevsiz kalan tarihi Büyükada iskelesi mesela, restaurant olarak düzenleniyor. Bunun, kültürden can güvenliğine o kadar çok uzantısı var ki. Ve bunun konuşulduğu masada, özelleştirmecilikten, sosyal devletin bitişinden, emperyalizmden, AKP politikalarından, CHP mıymıntılığından öyle çok söz edildi ki. Dinlenildi, baş sallanıldı, “cık cık” yapıldı, küfür edildi. Kalkıldı… Gözüm, yan masadan bizi dinleyen hamal Ali’ye takıldı. Çok doğru söylediğimizi onaylar bir baş hareketi yaptı. Sonra? Motora binilip karşıya geçildi. Vapurları geri alabilmek, İDO’nun bu hamlesini geri çevirmek için o an hangi pratik mücadele verilebilir diye tartışılamadı, çözüm, kurulu düzenin değişeceği zamana kaldı… O zamana kadar, Ali’nin şinanay da yavrum şinanay diye bize bakarak içinden söylediği bir şarkı, az da entelektüel olsa bir şiirdir yandan çarklı Ada vapuruyla ilişkimiz.

Bir süre sonra, Ali, bunlar şöyle doğru söylüyordu diye hatırlamayacaktır. Ama vapur sorununu çözebilsek, küçük şeylere kafayı takabilsek, unutmayacaktı, birşeyleri değiştirebileceğimizi, engelleyebileceğimizi. Başaramasak da, dert edindiğimizi, uğraştığımızı hatırlayacaktı.

Bu, mahallenin kanalizasyon problemi de olabilirdi. Çöp konteyneri de.

Yabancılaşma ve kanıksama, pratikteki bir göstergeyle kırılabilir. Bellekte yer ederek ivmelenir.

Benim aklıma yumurta deyince, girişte saydığım filmlerin gelmesi, yönetmen ve sahne başarısıdır. Sürekli olarak bazı öğrencilerin iktidara karşı protesto olarak fırlattığı şey olarak, bunun ötesinde bir değer kazanması lazım, o yönüyle de hatırlamam için…

Yoksa kanıksanacak, yabancılaşılacak. Bütün makro hedefli mikro işler gibi…