Savaş gerçeği, barış temennisi

Şimdi ben olabildiğince pörsümemiş kelimeler arayıp yan yana dizeceğim, yaza boza cümleler kuracağım, acar gıcır dursunlar diye çalkalayıp köpürteceğim, işte belki de o sırada, birkaç çocuk ölecek Suriye’de.

Siz belki okuyacaksınız o cümleleri, ajanslar ölümün eyleme geçtiğini duyururken, bir hayat devam ediyor çayını demlemişken, bir babanın artık şekerli, sıcak sıvı geçecek gırtlağı olmayacak orada, o anda.

Bir fırça gezdireceksiniz, önce tozunu silkelediğiniz sokak merdiveninde bir basamağın üzerinde, zarif bir turuncu, kırmızıya geçiş aşamasında belirecek griyi silip, siz şöyle biraz geriye çekilip o renge bakar, rötuş yeri ararken, bir annenin göğsüne kurşunî bir acı yerleşecek belki.

Elleriniz birbirini tutacağı, dolu olacağı için, flamasız, bayraksız bir halka oluşturacaksınız ya da bir zincir, uzun, upuzun, barış için kenetlenmiş, yüreklerinizde çırpıntılarla, heyhat, belki bir dayı, elini tutup yeğeninin, onu atta’ya gittiğine ikna edecek gittikçe küçülen gözlerine bakamayarak, hemen ötede.

Dalgacı Mahmut yırtılan denizi dikecek, göğü boyayacak biz uyanmadan, uğraşıp didinecek bir tutam mavi için, o ara, midesinde bir mide düşünemeyecek muhtemel ki, bir Suriye sokağının şarapnelle parçalanmış kedisi.

Neden olmasın, göğe açılmıştır avuçlarınız, göğsünüzde, karnınızda kavuşmuştur, eğilmişsinizdir, diz çökmüş gövdenizi hafif ileri atmış, alnınızı yere koymuşsunuzdur, dualar etmişsinizdir ama korumamıştır işte, bir teyzenin alnı uzaklaşırken artık agu’lamayan bir bebeğin gövdesini o yakardığınız, kurutmamıştır ellerini bir katilin.

Ben rastgele diziverseydim, seçilmemiş kelimeleri. Resmine bakıp çevirseydiniz gazete sayfalarını. Gri kalsaydı merdiven. Bulmasaydı elleriniz birbirini. Dalga geçseydi Mahmut. Allah yoktur deseydiniz.

Çocuk ölecek, gırtlak parçalanacak, göğüs acıyacak, atta’ya gidilecek, agu yapılamayacaktı yine.

Muhtemel ki, insanlar barış isteklerini haykırırken meydanlarda, kelimelerle, renklerle, ellerle, Suriye’de toprağa “fermanlı bir ölüm kuşunun kanatları”nın gölgesi düşecek.

Durduramazsak eğer, bir trajik, kara sayfa geçecek tarihe. Tarih de geçecek sonra, küllenecek. Bakacağız ki, ölüm bir teferruatmış. Acılar birer istatistik. Cinayet bir amaç değilmiş meğer.

Bu duygusal laflarım, boş, kof, ahmakçaymış aslında...

“Yumurta kırılmadan omlet yapılmaz” kabalığında, iğrençliğinde bir zaman dilimine gömülecek çocuk, baba, anne, dayı, yeğen, teyze, bebek...

O omletin başına iştahla oturanları göreceksiniz, bir ekmek banacak nokta için itişip kakışanları. Yumurta kabuklarına basarak çıtırtılarla ilerleyecekler sofraya.

Barış istiyoruz! Bu, Miss World’ün, yumurtaları kırmayın dileğidir bu saatte, uluslararası jüride tebessüme yol açan.

Kahrolsun emperyalizm! Bu, omlet yapamayacaksınız kararlılığıyla ayağa kalkıştır.

Biri sonuçtur. Biri sonucu doğuran sebep.

Biri dilektir, temennidir. Biri iktidar kavgasına girişmek.

Biri, flamasız elleri buluşturan bir çemberden yükselecek pozitif enerji umududur. Biri, bir bayrağın altında toplanan, gücünü, enerjisini bir noktada toplayan yumruk sertliği.

Biri düştür. Biri gerçek.

Savaşlar olmasın! İyi yüreklerin, insan sevgisini dışavuruşudur, duygudur.

Kahrolsun kapitalizm! O yüreklerin kötülüğe öfkeli yönünü beslemek, gerçekler zeminine çekmek, hâkimiyet mücadelesine çağırmak.

Biri iyi insandır. Biri örgütlü güç.

Bir yazı, bir okur, bir el, bir duygu, bir arzu, bir renk. Umutturlar, ışıktırlar, gelecektirler, isyandırlar. İnsandırlar. Ne iyi ki var olanlardır onlar.

İşte onlar, bütün iyiliklerini, güzelliklerini, özlemlerini alıp, gerçekler dünyasının kavgasına, sebebi yok etmeye, iktidara, örgüte yöneldiklerinde önünde durulmaz olacaklardır. İnsan örgütleşecektir.

Bir örgüt, onlarla insanlaşacaktır.

O zaman, Dalgacı Mahmut’un boyadığı bir gökyüzündeki maviyi, kızılı, diktiği denizdeki nefesle açılmış yelkeni selamlayacaktır yeryüzü.

O zamana kadar, biz savaşacağız, savaşların sebepleriyle. Savaşa savaş açacağız bildik deyimle, ama bilinmedik gerçekle.

Anlayacağız ki, ölüm bir sonuç, bir teferruat olmaktan çıktığında da acıdır.

Ne diyordu Çinli komünistler? Ya devrim savaşı önleyecek, ya savaş devrime yol açacak!

Bu geçerlidir. Barış umudu, devrim ve sosyalizm mücadelesinin ayrılmaz bileşeni olmalıdır. Temenni olarak kalmasın, gerçek olsun diye...

Suriye’ye ölüm taşıyanların kanatlarını AKP diktatörlüğünden başlayarak kıramazsak, heveslerini kursaklarında bırakamazsak, deviremezsek iktidarlarını, yok edemezsek kapitalizmi, avuçlarımızı birbirinden ayırdığımızda, kardeş kanından bir çember çizdiğimizi göreceğiz. O masum, o lekesiz, o barış için kenetlenmiş ellerimizle... Bir flamaya bile dokunmamışken, sterilken!

“Savaş istiyoruz! En önce vuruldu bunu yazan...” diyordu ya Brecht. “Barış istiyoruz!” En önce örgütlenmelidir bunu yazan...