Recep İvedik’in uyarısı

Asaf Güven Aksel'in “Recep İvedik'in uyarısı” başlıklı yazısı 14 Nisan 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

12 Eylül yıllarında Türk sinemasının durumunu anlattığı kitabında, bir Özal dönemi depolitizasyonu betimlemesi yapar Atilla Dorsay. Liberal ekonominin kültür ve toplum düşmanı, bireyci ve çıkarcı tüm çıktılarını sayar döker. Öyle ki, bundan iki satır önce, depolitizasyonu, 12 Eylül öncesinin “aşırı politizasyonu”ndan kurtulmak, politika yerine sanata, kültüre, mesleki eğitime eğilmek olarak olumladığı kısmı görmezden gelesiniz gelir. Ama bunun iki satır sonrasında da, Özal karşıtı olmadığını, yaptığı birçok şeyde erdem bulduğunu yazacaktır...

Özal’da, hani bütün insani değerleri, yani erdemi yerle bir ettiğini, sermayeyi, parayı bunların üzerine çıkardığını söylediği Özal’da, erdem bulmak... İşte Atilla Dorsay... Herkes kendisine uygun olanını seçsin!

Bu genel portreyi bilenler için, Emek Sineması konusunda gündeme gelmesini sağlayan olayların da hiçbir “orijinalite”si yoktu yani. Eğer, Dorsay bir “aydın” tipolojisinin günümüzdeki yaygın örneğinin bütün izlerini taşımasaydı, kişi olarak konu edilmezdi.

Emek Sineması’nın yıkımı gündeme geldiğinde, bunca yıldır sinema için yaptıklarının bir değeri varsa bundan vazgeçilmesini istemiş, eğer buna gücü yetmiyorsa yazmayı bırakacağını açıklamıştı, malumunuz. Gözler böyle bir meydan okumaya çevrilmiş, sonucun ne olacağı beklenirken, Emek Sineması’nın yıkımına karşı çıkışının bütün gerekçelerini taşıyan kültür varlıkları yerle yeksan oluyor, ülke bir tarihsel ve kültürel yıkımın sahnesine dönüşüyorken, Dorsay, belki de son sembolik mevzi olarak orayı seçmiş, olana bitene bakıyordu.

Kentsel dönüşüm, AVM’lere alan, sermayeye rant için çalışıyordu dozerler, Dorsay, “Emek yıkılamaz” diyordu.

Gündemdeki röportajda, Ayşe Arman’ın “sinema delisi, mimar, kültür adamı ve İstanbul âşığı” demesine nazire yaparcasına.

Olabilir, nokta hedef seçmiştir. O hedef ekseninde neler oldu?

Önce gidip “olay yeri”ni görmek istemiş, inşaat şirketinin adamlarınca tartaklanarak yaka paça dışarı atılmıştı, ardından da demir kapı kapatılmıştı. Kuşkusuz, bunca yıl sinemaya emek vermişliği yadsınamayacak bir eleştirmene reva görülen bu muamele, herkesi isyan ettirmeliydi, öyle de oldu. Sonra yıkımın başlamasıyla, “sözünü tuttu”, yazdığı Sabah’a veda etti. Bu da takdire şayandı.

Ama işte, Atilla Dorsay, Atilla Dorsay’dı hâlâ...

Özal’da ve hemen her iktidarda bulduğu erdemleri, AKP iktidarında da görüyordu. Çok iyi işler yapıyorlardı. Tek muhalif olduğu konu, Emek Sineması’ydı. O çerçeveyi geniş tutuyor, “kültür alanında anlaşamıyoruz” diyordu ama, söylediğimiz gibi kültürün üzerinden dozerler geçer, salonlar kapanır, tarih yağmalanırken sesi çıkmadığına, hatta AKP’nin Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ken işlerin iyi gittiğini söylediğine bakılırsa, biz yine bundan “nokta hedef”i anlamalıydık.

“Akil adamlar”ın sürecini bile çok yerinde bulan bu “kültür insanı” için, olsun, bu da bir şeydi.

Ama, sonradan öğrenmişti ki, alt tarafı Emek, üst tarafa taşınıyordu. Salonu genişleyecekti, perdesi gıcırlaşacaktı filan. Eh, dedi, o zaman başka! Hem, yazmayı bırakacağı da yanlış anlamaydı, deli gibi sevdiği yazıyı bırakabilir miydi hiç!

Hani tarihi bina meselesi vardı? Hani lokalizasyon, hani bir alışveriş merkezi parçası olmama hikayesi filan? Gazete değiştirmek, yazmayı bırakmak olur muydu?
İşi getirdi, metrekareye ve mefruşata bağladı, iktidarla çelişmesi çözüldü.

Dedik ya, Dorsay, Dorsay’dır. “Emek yoksa, ben de yokum” demişti, “öyle Emek’e böyle ben” de diyebilir rahatlıkla.

Şimdi sırada, “Emek sermayeyi yenecek” sloganıyla eylemlerine devam eden aydınlar için, sükûnet ve iktidarın iyi şeylerine anlayış öneren bir “gölge akil adam”lığa geçişi varsa, o da yadırganmaz.

Sözümüz, o tipolojide yer alan adaylaradır.

Tam Başbakan’ıyla konuşacakmış ki Dorsay, Başbakan onu es geçip, “Recep İvedik”le sohbet koyultmuş. İçerlemiş bunca yılın adamı bu tavra, ama Başbakan’a değil de sitemi, “Şahan Gökbakar mı ne” diye aşağıladığı bir gence. Gelmiş aralarına girmiş!

Bunu söyleyince, Şahan da meşrebince yanıt verdi, işin garibi, herkes de ona kızdı. Aslında kızdıkları dobralığınaydı Şahan’ın, yoksa, çoğu ilgili, içten içe, Atilla Dorsay’ın yazarlığına tilili çekerdi, bıraksa sevinirdi...

Kimse, Başbakan’ın bir tercihte bulunduğunu, onun düzleminde, önemli olan ve konuşulması gereken kişinin Dorsay değil, Recep İvedik olduğunu söylemedi.

AKP’nin kültür insanı oydu! Sineması o! Şahan Gökbakar’ın çalımı bunu bilmesindendir ve haklıdır şımarmakta, saygıda kusur etmekte.

Dorsay bunu görüp, iktidara gülücük yapmaktan vazgeçeceğine, “geldi o genç oğlan aramıza girdi” diyor. Çünkü o hep Dorsay’dır!

Emek Sineması müteahhidi onu kolundan tutar atar, Başbakan Recep, Recep İvedik’le sohbeti onun yüzüne bakmaya tercih eder. Bunlar bir bütündür.

Bu bütüne, o pek övdüğü “barış süreci” de dahildir, ekonomi de, kentsel dönüşüm de. Parçaların bütüne tabi tamamlayıcılar olduğunu bilince çıkaramayanlar, Atilla Dorsay olurlar.

Kendisi artık yazılarını, “yandaş” olarak tanımladığı, “ama kendisine hiç müdahale edilmeyen” Sabah’ta da devam ettirebilir. Göz kırpmaya daldığında, neyime müdahale edecekler ki diye sormak aklına gelmez böyle karakterlerin. Majestelerinin muhalefeti iyidir iyi, renk katar...

Şahan, son bir uyarı olabilirdi kendisine gelmesi için Atilla Dorsay’ın ama, dedik ya, Atilla Dorsay... nedir?

Karşılaştığı “sevgi seli”nin, “yaşarken cenazesine gelen kalabalığı görmek” gibi olduğunu söylüyor Ayşe Arman. E, bir bakıma doğru...