Önce gomite!

Hüso’nun derdi, “Reza”dan kurtulduklarına sevinirlerken, üç-beş ayakkabı boyatanın da ortalarda kalmayışı, herkesin ya devrimci postalı ya devrimci cimnastik pabucu giymesi yüzünden, işlerin berbat olduğuydu. Boyayacak kundura bulamıyordu!

Hasso, “daha bilinçli” bir kader ortağı mıydı, yoksa ağaçtaki yaprakların bile jurnalci olmasından mı korkuyordu bilinmez, “sen anlayabilemirsen!” diye çıkışıyordu arkadaşına. Ortalık yatışsın, her şey ayarlanacaktı. Sendika kurulacaktı, ondan sonra üç ayakkabı da boyasan, beş ayakkabı da, önemi kalmayacatı, aynı parayı kazanacaktın yine.

Hüso inanamıyordu, Hasso bastırıyordu: “Elbette lan, sosyalizm lan sosyalizm!”

Hüso, uyanıktı. O zaman niye beş ayakkabı boyasındı ki? Üç boyar, gider “fikis menü”den alırdı parasını. Hasso durup düşünüyor, aklına yatar bir çıkış arıyordu. “Ulan salak, öyle olmii!” Ya nasıl oliidi peki? “Mir kitabına uyii!” Hankı kitaba?

Bu noktada sihirli formülü buluyordu Hasso: “Sindi mak... Sindi gomite gurulii. Gomite gurulii, her şey oyarlanii!” Ney ney? “Ulan salak, gomite niye gurulii! Gomite, oyarlii!”

Ferhan Şensoy’un “Şahları da Vururlar”ında iki ayakkabı boyacısı arasındaki diyalog, İran’da Humeyni rejiminin kuruluşu sırasında geçiyordu ve Hasso, devrim dediğine göre bu sosyalizm olsa gerek diye akıl yürütüp, işlerin düzelmesini de “gomitenin gurulması”na bağlıyordu.

Gomite guruliii, her şey oyarlaniii...

Vardır ya öyle tipler, herkes bu uzunca ve sonu pek erotik diyaloga gülerken, durup “hmm” diye düşünür ve metin çözümlemesine girer, kendini akışa kaptırıp keyif alacağına zehir eder kendine arpacı kumrusu!

Hasso, kavramıştır bazı şeyleri. Bir kere, “devrim”, ancak sistemin değişmesine denir ve olsa olsa sosyalizm olmalıdır. Sosyalizm ise, az ayakkabı da boyasan, geçinebilmendir. Eh Hasso, bunu da herhalde başa geçen bir komite ayarlayacak diye de düşünebilir...

Haydi Hüso ve Hasso, hiç değilse bunları bir altüst oluşun yaşandığı ülkede konuşmaktadır, “güldürürken düşündürmek”tedir.

Buradan, bir başka güldüren ve düşündüren örneğe geçebiliriz.

Her attığımız adımı, sosyalist iktidar perspektifine, işçi sınıfı eksenine oturtmamız gerektiğini söyledikçe, ne de olsa devrim öncesi toplum olduğumuzdan, bu iki kafadardan çok daha birikimli kesimlerden itiraz gelir. Ney ney? O zamana kadar, acil sorunlar ne olacak? Sosyalizmin gelmesini mi bekleyeceğiz? Atılacak ön adımlara sırt çevirerek, kurtuluşu belirsiz bir geleceğe ertelemektir bu!

He babom, gomite gurulasiye n’oolacak memleketin hali?

Nihai hedefin bugünlerden yol göstermesinin ve yapıp etmelerin buna tabi kılınmasının, “sorunları sosyalizm çözer” mantığıyla yan gelip yatmaya çevrilmesinde, gülünç ama bir o kadar da düşündürücü yan yok mu? Hem de bunu kerli ferli, kendilerini devrimin öncüsü ilan etmişler yapıyorsa?

Kaba bir indirgemecilik ve soyut slogancılık: Çıkış sosyalizmde!

Biz bu kabalıkta ısrarlıyız. Bugünün bütün yakıcı sorunlarının, gericilik ve faşist diktatoryanın, cumhuriyet yıkıcılığı ve piyasacılığın, sayabileceğiniz bütün türevlerinin temelinde, emperyalizmin ve sermaye sisteminin, özel mülkiyetin yattığını söylemeye devam edeceğiz.

İyi de, bunu herkes biliyor, ama bugünden mücadele edilmesi gereken bir sürü şey var ve bunlara karşı olanların geniş cephesini oluşturmak, yarınlara ertelemeden, diyelim AKP’yi bir an önce tepelemek, uçuruma gidişi durdurmak gerek.

Bu formülasyon doğru, ama eksik. Neyi, hangi kerterizle yaptığınız önemini yitirirse, kurulu düzenin sınırları içinde bir muhalefet riski, ölümcüldür bugün.

Örneğin, Kürt siyasal mücadelesi, sadece Kürt ulusal mücadelesiyse, evet, emperyalizmin bölge stratejisinde rol üstlenmeyi kabul, bu stratejinin bugünkü ya da yarınki ortağı iktidarlarla pazarlığa oturmak da, gericiliğe bel bağlamak da geçerli bir siyasal adım olur. Tıpkı, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında o çok eleştirilen tutarsızlıklar zinciri gibi.

Ama buna, emek ekseninden bakar, Kürt halkının çıkarlarını ön plana alırsanız, bunu önemsizleştiren her çizginin bir vasallığa, sermaye ve gericiliğe eklemlenmeye dönüşeceğini bilir, görür, itiraz edersiniz. Bunun, “ulusal” bir nitelik bile taşıyamayacağını söylersiniz.

O zaman derler ki, ee, gomiteyi mi bekleyecektik, kimle oturacaktık masaya?

Hayır, beklemezsiniz, ama 4x3 eğitim sistemini duyduğunuz an, yalnızca “e hani anadilde eğitim” olursa ilk refleksiniz, o gomiteden korkanlar safına geçersiniz, masaya kimsenin soluk alamayacağı bir gelecek tasarlayanlarla oturursunuz.

AKP iktidarından kurtulmak, yerini neyin alacağı projeksiyonundan arınmış olursa, bu çizgi gelir, AKP’nin sistem içi alternatiflerine ve emperyal efendilerin yeni arayışlarına kuyrukçuluğa dönüşebilir.

Hrant’ın öldürülmesini, bir Ermeni’nin katledilmesine indirgerseniz, arkasında Türkiye’ye bir faşist diktatörlüğün gelişi için atılmış adım olduğunu göremez ve kimlikler üzerinden, yardakçı durumuna gelirsiniz.

Sınıf açısından bakmaz, sosyalizmi “her engel aşıldıktan sonra”nın bir tahayyülü gibi algılarsanız, seçim dönemlerinde ehveni şerler icat eder, halkı sisteme entegre etmenin şerh düşemeyen aracı olursunuz.

Heterojen topluluklar AKP’ye tepki üzerinden ayağa kalkınca, buna o haliyle hayran olup çizilecek biricik rota görürseniz, o kitlenin bir sistem alternatifiyle örgütlenmesi gerektiğini söyleyenlere, oyunbozan muamelesi yapar, dalga geri çekilince ruh çağırma seanslarını devrimcilik zannedersiniz. Bu ayağa kalkışa soğuk bakanların pazarlıkçılığından güç devşirme hayaline dalarsınız.

Daha bir nice günün acil görevleri ve kitle hareketinin yükselmesi temelli duruşta, sınıf mücadelesini ve ereğini yitirdiğiniz için de, bütün o özgürlükçü, demokrat söylemlerinizle, bu söylemlerin mimarlarıyla yan yana yürürken bulursunuz kendinizi. Varacağınız nokta, ehlileşmiş bir kapitalizm bile olamaz.

Sorunların çözümünü teoride bir genel doğruya, pratikte devrim sonrasına bırakmak sandığınız sosyalizm perspektifi, tam da güncel saflaşmalarda yanlış yer tutmamak, halkın bilincini karartmamak, öncü örgütün tarihsel misyonunu yerine getirmek için şarttır.

Biz bunu söylemeye devam edeceğiz olanca kabalığımız, kargadan başka kuş tanımazlığımızla.

Hasso öyle diyor. Devrim dediysen, ya sosyalizmdir, ya karşıdevrim. Hasso diyor ki, üç ayakkabı boyayarak da geçinebilirsin, sosyalizm oğlum, sosyalizm!

Hasso, işi “gomitenin oyarlamasi”na havale ediyordu. Ona gomite sensin diyene kadar, biz kâh gülüp kâh düşüneceğiz, ee, ne yapalım bugün yani diyenlere...