"Öncünün aradığı kitlesel yükseliş, belirti düzeyinde adreslenmişken, kitleselliğin ihtiyaç duyduğu öncünün adreslenmesi de, buradan çıkaracağı örgütlenmeye bağlıdır."
Olgu, kavram, kuram…
Asaf Güven Aksel
– Silahını at elinden Kilink. Türk polisine ehemmiyet vermemen sonun oldu.
– Bütün dünya polisini hatta Interpol’ü parmağımda oynattığım halde, Türk polisi karşısında ilk defa yenilgiye uğradım.
Mersin’in taşlı topraklı yollarından, arkası açık at arabaları, mahallenin sinemasında gösterilecek filmlerin anonsunu yaparak geçerdi. Seyrek kullanılan pikap arabalardan daha keyifliydi, çünkü arkasından uzun süre koşulabiliyordu bağıra çağıra. “Başrollerdeee…. acı hikâyesiii… bu akşaaam… Zafer Sinemasııı….” Yazlık bahçe sinemaları anısı çok da, geçen gün, bir anons düştü aklıma...
“Killing” diye berbat bir “anti-kahraman”ın fotoromanlarını okurduk o vakitler... Tepeden tırnağa iskelet kostümlü, para peşinde bir suç makinası, kadınları kullanan, sadistçe keyif alarak insan öldüren, erotizmle polisiyeyi harmanlayan, “Fantoma” esinli bir karakter. “Korkunç Cani” kadın katili Killing, ne demeye büyük küçük okunur, gazete tefrikasından takip edilir olmuştu, ayrı ve aslında zengin bir konu.
Bu fotoroman karakteri de, benzeri bütün çizgiroman kahramanları gibi, önce ve çoğunlukla sadece Türkiye’de sinemaya aktarıldı. “Killing”in “Kilink” olduğu bir dizi filmden biriydi, yukarıda final diyaloğunun aktarıldığı “Soy ve Öldür” macerası.
İşte bu korkunç caninin, bu “anti de olsa kahraman”ın o akşam “filminin oynayacağı” megafonla mahalleliye duyurulurken, kostümü giydirilmiş bir garibin, at arabası kasasında ayakta “vakur” duruşu canlandı gözümde. Koskoca, korkunç Killing, sokağın taşında toprağında sarsılan dingil üzerinde, düşe devrile, tutuna kalka, bir tenhada soluklanıp, kafasındaki laneti sıyırsa da bir sigara yaksa diye cebelleşerek ve üç kuruş için düştüğü hali kalaylayarak geçerken, belki de burnunu çeke çeke peşinden koşan veletlere “yabancılaşma”nın ilk dersini vermişti…
Nereden mi çıktı? Killing’in karakol polisine teslim olduğu bu ülkenin caddelerinde, çevik kuvvetin, Pikachu’yu kovaladığı düşünülen görüntüden! “Direnişin sevimli sembolü”yle polis, hatıra fotosu çektirdiğinden! Polise çiçek, polis barikatında kitap okuma, Pikachu! Bunları hatırlıyoruz. Yabancılaşma…
Tabii, o caddelerde, meydanlarda başka şeyler de oldu günlerdir, ama bir bayram pazarı girişi lazımdı, bir kıvrık tebessüm. O tebessümü Killing’de aratacak düzeydeki boğuntuya da geleceğiz…
Şimdi…
Son günlerin, Ekrem İmamoğlu’nun diploması üzerinden başlayıp gelişen olgusal tablosu hemen her yönüyle defaatle aktarıldı, değerlendirildi. Arkasındaki siyasal saflaşma ve hesaplar da. Buradan hareketle yakın geleceğe dair çıkarımlar da yapıldı. Tekrara düşmeksizin, soL yazarlarının ve TKP’nin analizlerine bakılmasını önermekle yetineyim.
Maalesef, gündem malum, henüz alıp okuyamadım ama, Sercan Kabakçı’nın, Yazılama’dan yayınlanan “Karl Popper Neden Haksız” kitabı, bu düşünüre özel ilgim nedeniyle liste başında. Buraya girişi de, AKP anomalisinin ülkeye yaşattıklarıyla bağlantılı. Propaganda edilen ve asıl ününü, “sir” unvanını borçlu olduğu Marksizm eleştirileri kaale alınacak düzeyde olmasa da, bilim felsefesinde tümüyle yabana atılamayacak önemdeki Popper, bilimsel olgularda yanlışlanabilirlik unsuru aranması gerektiği, yoksa bilgiye ulaşılamayacağı ve toplumbilimlerde öndeyinin olanaksızlığı mealindeki görüşleriyle, bu anomalide bana “hmm” dedirtti…
Kitabın adı gibi, Popper, bu görüşlerini özellikle “tarihselcilik” üzerinden “teleolojik” bir hayalî Marksizme yamayıp gölge boksuna girişirken haksız, ama içinden geçtiğimiz olgusal labirent ondan yana sanki.
Evet zaten tanık olunanlar defaatle yazıldı ve “yasama, yürütme, yargı”nın olmadığı koşullarda, kurallar, olması gerekenler berhava edilip, analiz ve öngörü güçleştirildi. Evet, yürütme de yok. Sadece aklına eseni yapan bir buyrukçubaşı var. “Açık toplum düşmanları” diyordu ya Popper.
Haziran Direnişi’ne dönüşecek olan Gezi eylemlerinin birkaç gün öncesinde, Reyhanlı’da hükümetin Suriye hesapları dahilinde yaşanan patlamanın hemen sonrasında, çeşitli politik akımların ve toplum genelinin saptamaları, apolitik gençlikten, yaprak kımıldamazlığından iktidarın sarsılmazlığından bahsediyordu. Anket rakamları dolaşıyordu. O sıra, “Türkiye’nin Tadı Geliyor” başlıklı, sosyal patlamanın kapıda olduğundan, sokak hareketlerinin geldiğinden bahseden bir yazı kaleme almıştık. Remil açmadan, fincana bakmadan.
Birkaç hafta önce burada, “İtiraz Eden İnsan Tarihi” yazısında, içine bahar düşecek dereden ve deryanın uyuyup uyandığından söz ederken, “bu edebiyat değil, tarihsel materyalizm” derken de, remil açmadık, fincana bakmadık.
“Sürekli aynı şeyi söylersen, bir gün tutar elbet” derdi rahmetli Popper. Haksızdı. Açıklama içeren gözlem varsa, öndeyi de mümkündü, insanlar laboratuvar kesinliğinde davranmasa da.
Olgusalın yakın vadeli analizini, dakikalara sığmaz yapan bir çalkantıdayken, kavramsala, kuramsala dönüp bakmak büyük önem kazanıyor, bir hat belirlemek, olgusalın karşısında bir ön duruşu temsil edebilmek ve mevzilenmek için.
Erdoğan, Suriye pazarlıklarının getirisine muhtaçlığı nedeniyle ve bu bağlamdaki Kürt siyasetini iktidar blokuna katma hamlesinin tutmasıyla, yılların hedefi yeni bir dizaynın planlamasına sadık kalınacağı ve uygulanacağı teminatının “bizzat şahsı” olduğuna, ABD’yi yeniden inandırmalıydı. Öyle seçimle sandıkla filan gideceği endişesine mahal olmadığını, dahası seçim sistemini lağvedebileceğini göstererek kalıcı adamlığını ilan etmeye girişti. Rakip aday da, parti de bırakmazdı ortada icabında, öyle ciddi bir gık da çıkmazdı… Ne de olsa, kendisiyle aynı işleve talip CHP’nin sümsüklüğü barizdi. Tepkiler, çok da büyümez, az kayıtsız kalınır ya da gözdağı verilirse, sönümlenip gider, uzun süre için yatışırdı.
Biraz masraflı olurdu ama doğacak ekonomik durgunluk da, hem yoksulluk izahına, hem eylem karalamaya, hem enflasyona olumlu katkı olurdu, kim bilir... Eh, bölge işbirliği için üç-beş de atılırdı mendile canım.
Dedik ya, tozdan dumandan ferman okunmazken, neyin neden yapıldığının daha neler yapılacağının tevatürleri kaplar ortalığı.
Hesap nedir bir yana, Bahçeli “sürprizi” gibi, sonuçta Erdoğan da bir hamle yaptı ve İmamoğlu’nun hızla tutuklanmasına varan aşamalarında, kademeli yükselişle sokaklara dökülme yaşandı beklendiği gibi. Ama bir şey daha oldu, hesabı şaşırtacak… Erdoğan’ı da CHP’yi de bir an afallatan.
Arkadaşlarla konuştuk aramızda, “ya, bu kadar kolay yıkılan barikat gördünüz mü hiç, kâğıt maket gibi devirdiler” dedik. İstanbul Üniversitesi öğrencileri, öyle yaptı. Sonra arkası geldi.
Barikatı yıkan, somutunda öğrenci gençlerdi, ama bunu cesaretle ve afallatan güçle yapabilmeleri, “uyuyan derya”nın dibindeki çalkantının yüzeye çıkışıydı. Yük taşıtlarında “istiap haddi” yazılıdır, aracı dağıtmayacak azamî yükü belirten. Dayanma sınırı. Taşıma kapasitesi. Buna gelip dayanınca, yerdeki bir mıcıra tekerleğin değmesi yüzünden oldu sanırsınız, üç ağaç sanırsınız, İmamoğlu sanırsınız… Ne kolay yıktılar! Sürpriz değildi, remil açmadık, fincana bakmadık.
Sadece Erdoğan’ın değil, sinameki “muhalefet”in de yüzüne, bir beyaz eldiven tekiyle vurdu öğrenciler. Buyurun!
Gençlik en hızlı ve en keskin tepki vermesiyle geçer tarihte. Tabii bunun getirdiği arazlarla da. CHP şimdilik durumu beklenmedik düzeyde idare etmekle birlikte, CHP’dir altı üstü. Başında da “kayyum” kılıcı. Bu eylemselliği diri tutma ve radikal yön verme kapasitesi de yoktur, zaten patronları tedirgin etme niyeti de. “Ters kademe”ye girip kitleye set olmaya, pazarlıkta el yükseltmekle yetinmeye adaydır.
Bir Haziran Direnişi sonrasında, oldukça farklı koşullara ve bileşime, karşı güce ve siyasal, bölgesel denge değişimine karşın, kitlenin öncüsünü aradığı, eylemliliğin bilinçli ifade istediği bir tekrara yakın manzaradayız. Paralelliklerin aynılaştırmaya varmayacağı bir manzarada.
Daha sade ama daha dirençli. Bu, öncü çağrısıdır. Öncünün aradığı kitlesel yükseliş, abartmayalım sadece belirti olarak adreslenmişken, kitleselliğin ihtiyaç duyduğu öncünün adreslenmesi de, buradan çıkaracağı örgütlenmesine ve eylemliliğe katacağı bilinçli disiplini kabul ettirmesine bağlıdır.
Eylem, sadece hareketlenme, sokağa çıkma değil, kurallara bağlı bir siyasal, toplumsal olgudur. Olgusalın kuramsalla, kavramsalla desteklenmesi ihtiyacı, laf bolluğunun kalıba dökücülüğünden değil, tarihsel deneyimlerin gerçekliğindendir. Süresi bilinmeyen, ara ve sonal hedef aşamaları ve beklenti sınırları belirlenmemiş, biçimi ve dönemeçleri planlanmamış, güç kazanmayı ihmal eden, kendiliğindene bırakan, meşruiyeti büyüyen ve radikalleşen toplum desteğine çeviremeyen eylem, sonuç alamama ve anlam yitirme riski barındırır. Tavsar, söner.
Son günlerin yığınla elverdiği örneklemelerin, “akıldane” ifadelerine bu yazıda boşverelim, sonraya bırakalım.
Sadece adını duymuştum, kendisini şimdi gördüm, ne gibi güçleri var Pikachu’nun bilmiyorum. Killing’in süper gücü yoktu, sadece kötü insandı. Bizim odağımız sınıf kahramanlığına dönmeli, mizaha evet ama asık suratsız ciddiyete dikkat.
Bugün İmamoğlu nezdinde adaletsizliğe, haksızlığa, keyfiliğe karşılığı öne çıkmış görünse de, temelinde eşitsizliğe, yoksulluğa, gericiliğe, yaşam tarzına müdahaleye isyan olan bu eylemlilik sürecinin sınıfsallığına, “Erdoğan İstifa”da yankılanan ilk siyasallığına öncülük, uzun zamandır pususuna yatılmış tarihin çağrısıdır.
Tabii, “solun Üründül’leri”, her zamanki gibi, “top üç direğin arasından geçip filelere takılsa gol olurdu” türü akıllarını vermeye, “birleşik, eşit söz haklı” cepheler demeye başladılar. Tamam, bu cepheye çizdiğiniz sonuç alıcı eylem planı nedir, kriterler nedir diye soran yok nasılsa… Birleşelim, hele bi AKP gitsin…. Seçimde de eylemde de, kalkışmada da biricik sihirli formül bu.
Cık, ayrışalım, patronlar düzeninin orasını burasını yamamaya, Killingvari kahramansallaştırma peşine takılmaya, emperyalizme yanlamış milliyetçiliği demokratik görev diye yutturmaya dönüp bakmayanlar olarak yerimizde kalalım.
Flamasız Gezi tekerrüründen “seçenek var” bayrağında toplanmaya, bir helezon ister, hak eder bu ülke…
Üreten sınıftan kopuk CHP’nin, “tüketimden gelen güç”ü kavramsallaştırmaysa, “üretimden gelen güç” olgusallaşmak için öncü aramaktadır. Bu kadar kısa zaman aralıklı, milyonların korkuyu aşmış ayağa kalkışlarından kaç tane daha yaşanır, tarih bilir…