Medine Sözleşmesi’yle mutabakat

Ve sonra, Mâide Sûresi nazil olundu. Ve orada, “Ey iman edenler!” diye hitap edildi. “Yahudilerle Hıristiyanları dost edinmeyin” denildi...

Şu ünlü, demokratik, “çağımıza yakışır”, özgürlükçü Medine Sözleşmesi buna varmıştı. Ubâde, “İslâm ahidleri yok etti” diyecekti o zaman, sebebini de açıklayacaktı: “Kalbler değişti...” Îbn Mesleme yankılayacaktı: “Gönüller değişti...”

Değişen, zayıf ve azınlıkta olduklarında “demokratik anayasa”yı önerenlerin, ekonomik ve askerî gücü sağlamaya başladıktan sonrası olmasıydı zamanın.

Ve tebliğe uymayanlara, aralarına katılmayanlara ibretler sunuldu. Acımadan öldürme, asma, el ve ayaklarından çapraz kesme... Gerekçeler arasında, bir tesettüre uzatılan el vardı!

Sonra, Yahudiler gittiler, Medine’den, Mekke’den kuyumculuklarını da alıp... Pazar kaldı. Pazar vardı ve gönüller değişmişti, kalbler değişmişti, pazarın kuralıydı bu... Maide, “yemek sofrası” anlamına geliyordu: Pazar.

Kıssalar çoktur dinler tarihinde, ayetler, tefsirler hisselerle doludur. Neyse ki, ufak ufak ayetlere bölünmüştür, çekesiniz, alasınız, duruma uygununu kullanasınız diye belki de... Yetmedi, tefsirler girer devreye, “aslında...” akılcılaştırmaları yani... Bu parçaların en çok sayıda olduğu sûreler arasındaydı Mâide. Kurallar ve ibretlerdi... Hicret ne zamandı, nûzul ne zaman, bilir misiniz?

Dedik ya, kıssalar çoktur. Onlardan günümüze analojiler kurarsanız, hisselerin alınmasına uygun düşecek figürler, güçler ve olaylar da bulmalısınız. Örneğin, Medine Sözleşmesi’ni yeniden canlandırmak için, bir toplumsal mutabakata varacak koşullar tanımlamalısınız. Bir başka adı Medine İmtiyazı olan antlaşmaya uyarlamalısınız. “Dokunmazlık” taahhüdünde bulunacak güçleri ayrıştırmalısınız mesela. Elinizi güçlendirecek ittifaklar bulmalısınız. Bir “iletici” gerekecek size, “tevhid” için. İlettiğiniz tebliği size indiren bir de daha kuşatıcı kudrete biat edeceksiniz. Ona ve elçisine kulluğa çağıracak, ibretler örnekleyeceksiniz. Kucak açacak, ama müşfik kollarınızın gerektiğinde cendere olabileceğini de hissettireceksiniz. Bir de muteber “müzakereci” vardı o zaman. Bir de ihtilafları çözecek “hakem”. Tarihte öyle yapmışlardı.

Mutabakatın biricik koşulu uyumun sağlanmasıydı. Yoksa iş, çapraz kesmeye kalkmış kılıçlara varırdı. Mutabıklar ve aykırılar. Tebliğe uyanlar ve uymayanlar.

Ve tarihe, bir kurulan sofraya konulan tabaklara bakmaya, bir de o sofranın başına kimlerin oturduğunu sormaya göre, ikiye ayrılırdı dünya görüşleri, tee o zamandan beri...

* * *

Bugün Diyarbakır’da “Demokratik İslam Kongresi” toplanıyor. Özgür Gündem’deki bir makalede geçen tanımları kullanırsak, “kapitalizmi derinliğine ve tarihselliği içinde çözen tek bilim adamı”, “Marx, Luxemburg ve Lenin’i aşan çözümlemelerin sahibi”, dinbilimde ve Ortadoğu konusunda “çığır açan”, “Kürt Halk Önderi”nin önermesiyle, “İslam’ın ilk ve demokrasi açısından günümüze de ışık tutan anayasası”, 622 yılında kaleme alınmış Medine Sözleşmesi’nin, bugün yeniden imzalanması çalışmaları yapılacak. “Kutlu Doğum Haftası”ndaki sentezleme, somut adımlarla toplumsal pratiğe sokulmak istenecek.

Köylüyle oğlu tarlada çapadayken, oğlan bağırmış: Babaaa, tayyare geçiiiyy! Köylünün canı burnunda zaten, terini silip, “elleşme oğlum,” demiş, “geçsin...”

O hesap, elleşmeyelim, yapacak bir şey yok, pazar sofrasına, sonrasına işaret edip bırakalım. Birkaç güne, yine bakarız...

* * *

Enteresandır, mesellerden, kıssalardan, o sevimsiz “anlayana” kabilinden aktarımlardan yer kalmadı ama, son günlerin bir ilgi çeken konusu da, Kürt siyasal yapılanmalarından, “Türkiye solu ve sosyalistleri”ne yönelmiş bir salvonun başlamasıydı.

Nasıl olurdu da, sosyalistler, HDP oluşumunun dışında kalabilirlerdi yahu?

Buna, e işte, sosyalist olduklarındandır zahir, sofraya kimin oturduğuna sınıf bölmeleri açısından baktıkları için, parçayı bütüne, kimliği sınıfa tabi gördükleri için filan gibi yanıtlar vermek de kesmedi. “Sözleşme”ye uymayanlara bakar gibi bakıldı.

Hani kıssalardan çıkarılacak hisseler de yoruma açıktır ya, örneğin, Mahir’in çizgisi denilince, tek bir şeye, bir başka örgütün liderlerini kurtarmak için kendilerini ölüme atışlarına işaret edildi. Buradan kurulmak istenen paralellik, ne cehaletle ne demagojiyle açıklanabildi tabii. THKP-C’den geriye sadece bunun kalması, bir kıssa seçiciliğidir ve seçim hakkı, durulan yerden elde edilir.

Sonra, FKF’nin Hatay yürüyüşüne, Kürt Hareketi’ne “enternasyonalist desteğe” kendilerini cansiperanelikle adayanlardan eleştiri geldi. Görmüş müydü bakalım, Harun Karadeniz çizgisinden gelenler, nasıl da bozum olmuş ve Deniz’i sahiplenmek zorunda kalmışlardı! Tarihe karşı çıkamazdın, kabullenmeliydin!

Bir adım daha atılınca kabullenilecek bir HDP çizgisine varan bu ucuz demagojiye, tarihe çalım da atılmayacağını belirterek yanıt verilmemesi, Deniz’lere, şu “enternasyonalist adanma” sürecinde, darbecilik, milliyetçilik, Kemalistlik, reformculuk, liberallik vesaire diye diye saydıran kimdi denilmemesi de, herhalde aşırı terbiyedendi.

Sonra biri de köşesinden, durumun özetini yaptı: Ya, dedi, HDP ile kurtulursunuz, ya da hiçbirimiz kurtulamayız!

Biri de, 1 Mayıs’ta, DİSK Genel Başkanı’nın yanında durup, atılan gazdan gözleri yaşaran temsilcileri olduğunu, e öyle işçici filan gösterilere bu kadar desteğin yeteceğini savundu. Serhıldan değildi ya bu!

Bütün bunların ve tabii çok daha fazla örneğin, tam da seçim sonrası, seçimler öncesi, bir toplumsal mutabakat arayışları önermeleri dönemine denk gelmesi rastlantı değil elbet. “Abilik ve hamilik” raconu durduk yerde kesilmiyor.

Medine Sözleşmesi, bir pazar üleşimine hazırlıktı aynı zamanda. Biz demiyoruz, tarih diyor... Diyor ki tarih, “kutsal kitap”tan: “Onlar ki, hizaya gelmezler...”

* * *

Dinsel referanslar mı? İslamcı sentez mi? Gericilikle el sıkışma mı? Şeyh Said kim mi? Federatif pazarlığın karşı imzacısı mı? Emperyalizm mi? Bunlara niye mi girmedik, bağlarını kurmadık?

Ohoo, siz hâlâ orada mısınız... Kartlar yeniden dağıtıldı! Kalbler değişti, gönüller değişti!

Köylü demiş ki, “elleşme oğlum...” Ve işine dönmüş... Tabii tayyare pike yapmıyor, geçiyormuş bu fıkrada...