Kapitalizm kötüdür, sosyalizm iyidir

Craig McGregor’un, “Pop Kültür Oluyor” adlı derleme kitabındaki yazılardan birinde, bir anekdot aktarılır. Sosyalist arkadaşa sorulur: Sosyalizm, neden iyidir? Arkadaş, “çünkü kapitalizm kötüdür” diye yanıtlar. Bu, herhangi bir açıklayıcı argüman barındırmayan karşılık, ikinci soruyu kaçınılmaz kılar: Peki, kapitalizm neden kötüdür? Yanıt, beklenenden farklıdır: Çünkü sosyalizm iyidir...

Tuhaf mı? Neden iyi neden kötü sorgusunun olmadığı bir “iman” dizgesini mi çağrıştırıyor? Belki. Neden kesinlikle değil de belki?

Şimdi bu bir kenarda dursun. Biraz da, o çok sözü edilen Bolşevik işçinin, “bak kardeş, iki sınıf var...” repliğini anımsatarak, dursun.

Türkiye, bir seçime daha, alternatiflerin ehven-i şer arayışında kilitlendiği bir ortamda giriyor. Sistemin ideolojik tahakkümünün görece zayıflatılabildiği 60’ların kısa bir dilimi hariç, bütün bir seçimler tarihinde olduğu gibi. Sol adına, 70’lerdeki CHP kımıldanışını bugün hayıfla yad ettirecek düzeyde kabullenmeler sürecinin yaşandığı bir ortamda.

Bu “genelin tekrarı”ndaki doğallığı bir yana bırakırsak, son seçimlerin öne çıkan bir olgusu da, AKP iktidarının ve Erdoğan’ın sosyal ve siyasal tarihimizdeki özgün, ayrıksı niteliğinin, kendisini, sosyalist olduğunu savlayan kesimleri de bu “genel”e dahil edişiyle göstermesi olsa gerek.

Aslolarak Erdoğan’dan, bir aksesuar söylem olarak da AKP iktidarından “kurtulmak” arzusu, parlamento aritmetiğine kilitlenmekten başlayarak, işaretparmaklarını HDP ağırlıklı olmak üzere CHP’ye yöneltebiliyor, iş koalisyon hesaplarına geldiğinde yer yer MHP’nin beklenti doğurduğu görülebiliyor.

Gerekçe malum: Durum kötüye gidiyor, durdurmak lazım, yoksa nefes alamayacağız.

Nefes almak “umudu”, programatik olarak siyaset tarzlarıyla, sınıfsal temsiliyetleriyle sistemin, haydi düzenin diyelim, sınırları içinde kalan partilere bağlanırken, nefes alınabilir bir kapitalizm fikriyatına da kapı açılıyor.

AKP eliyle ülkede yaşanan rejim yıkıcılığı sürecinin yol açtığı büyük tahribat, yeni bir rejimin inşası sürecinin zihinlerde yarattığı tahribatla normalleşiyor, pekişiyor.

Ve bu “radikal” dönüşüm, aynı “radikallik”le yanıtlanmasına gerek olmayan, onarılabilir hasarlar derekesine iniyor. Erdoğan’dan ve avanesinden kurtulmak. Haklar ve özgürlükler vaat eden güneşli kıyılara yelken açmak...

Bu kadar düz değil tabii. “Nefes almak”, bir ilk adım olarak sunuluyor, sonrasında daha köklü değişimlere gebeliğin koşulu olarak, mantık çerçevesine yerleştiriliyor. Boğulmak üzereyken, kıyıya çıkmayı değil, başını sudan çıkarmayı düşünürsün!

Uzun süre nefes alamanın yol açtığı oksijen yetersizliği, karbondioksit birikmesinin kanda oluşturduğu asit, kas spazmları ve yönünü kaybetme, yasadır.

Nefes aldırmayan gericilik ve faşizmin, baskı ve kanın, sistemin özel bir türüne ve dönemine ait bir “kötülük” olduğu oranda, bunun sistemden türediğinin karartılmasının alternatifsizlikte boğulma anlamı taşıdığı da gerçektir.

Bu noktada, seçimlere ve partilere önermeler üzerinden bakalım.

Ben, hesaba kitaba durmadan, aritmetik toplamlar, yüzdeler, paydalar, bitişmeler, 276 denklemeler derinliğine dalıp gitmeden, hatta reel politikerliğe aykırı düşerek, mantığa yan bakarak, oyumu Komünist Parti’ye vereceğim.

Sebebini, “ne düşünüyorsam, ne istiyorsam, neysem o” düzlüğünde verebilmek, büyük keyif aslında, bu bile yeterli olabilirdi. Soldan, sosyalizmden dem vurup neden bir başka projeye ulandığım konusunda dil dökme zahmetine girmemek “kolaycılığı” bile başlı başına sebepti.

Ama, aynı anlama gelse de, “argüman” sorulur oldu, solun oksijensiz kaldığı ortamda.

Komünist Parti’nin neden seçimlere girdiği, neden AKP’yi geriletecek bir partiye işaret etmediği sorulur oldu...

Çünkü, o bir parti desek? Partiler siyasal, ideolojik ve toplumsal temsiliyetler taşırlar. Topluma bir program, bir alternatif sunarlar. Seçimler, bunların deklare edildiği bir arenadır.

Bu ölçütler, sayısallığa, parlamento çerçevesine göre anlamlandırılamazlar. “Alacağın oy kaç ki” nicelik küçümsemesi ile “oyları bölme” arasındaki bunu yadsıyan, ama aslolarak “gel sen de bize katıl” çağrısı içeren akıl tutulmasına maruz bırakılamazlar.

Nicelik değil, nitelik gücünü ortadan kaldırmaya davettir bu. Vicdan azabı gibi dikilme ortalıkta yakarışıdır. Sen de kabullen talebidir. Vazgeç inadından fiskosudur.

Seçimlere katılma ve sandıktan çıkacak oy sayısı, parlamentodaki dengelere bir etkisi olup olmadığının ölçütüdür komünistler açısından da. Ama, sanıldığı gibi Meclis aritmetiği anlamında değil. Parlamenter budalalıkla, seçim maskaralığıyla, Meclis çatısı altında bir umut aramakla, yani bu sistemin bizzat kendisiyle, yeni bir dünya isteyenler arasındaki denge verisidir o.

Bütün parti ve kurumlarıyla, çeşitli renk ve ebatta sistem ve karşılarında tek bir parti.

Şu ya da bu kötülüğünün değil, külliyen kötü olan kapitalizmin karşısında, bunun zıddıyla hayatı değiştirebileceğini bilen, sosyalizmin partisi.

Avutulamayanları, “sosyalizmden aşağısı kurtarmaz” diyenleri, emekçi sınıfın iktidarını, çocukların göreceği güzel günlere inanmayı temsil eden tek bir parti.

Alacağı “üç-beş oy”a, düzen partilerine eklemlenerek, kimlikçiliğe, emperyalizm sözcüğünü küpeşteden atanlara, gericiliği besleyenlere, sermaye güvencelerine  “yancılık”tan sevinç devşirenlerden çok daha fazla önem veren, çünkü geleceği temsil ettiğini bilen, kahrolası düzenin tahkiminde en küçük bir pay taşımamaktan gurur duyan tek bir parti.

Her renk bayrak kaplamışken ortalığı, varsın “yağma yok” diyenlerin orak-çekiçli kızıl bayrağı silinsin isteyenler, küçük hesaplarına dalsın. Sosyalizm inadı az oy alsın diye umsunlar, düzenin ıslahına akıllar devşirdikçe sevinsinler, varsın hal böyleyken mangalda da kül bırakmasınlar.

Boşverelim.

Şimdi, hani o sığ ve argümansız gelen şeyleri göndere çekmek var, bilinçli bir umudu körüklemek var.

Soldan, sosyalizmden bahsedip de, durduğumuz safa “neden” sorusu yöneltenler, o yanıtların altındaki sarsılmaz gerçeklerin derinliğine varabilmek için, yeniden alfabeye dönebilirler. Hiç uğraşamayız.

Hani Arif damar, “var yok dinlemez bir çocuk isteği” diyor ya, gitmemesini, kalmasını istediğine, varsayın ki öyledir. Halden anlamaz, akla sığmaz, söz dinlemez, tutturmuşuzdur.

Kapitalizm kötüdür. Sosyalizm iyidir.

Seçimlerde benim oyum, bu “dümdüz” şeyedir.

“Bak kardeş, anlamıyorsun...” repliğinedir.

Ben bu düzenin yıkılacağına, emekçilerin iktidarı fethedeceğine, “dehşetli güzel günlere”, sosyalizme inanıyorum.

Sorgusuz, argümansız “iman” mı? Tuhaf mı? Ya tarih bilincinin alabildiğine sadeleştirdiği bir özetse?