'Kahrolası Körebe' Artık Umuttur

Geçen gün, soL'da bilgisayar oyunlarının yaydığı "ölümcül" ideolojiyi konu edinen bir haber yer aldı. Uzun zamandır, Pentagon tarafından ürettirildiği söylenen ve oyunun aşamalarını tamamlayan gençlerin ABD ordusuna başvurabileceği bir oyun olan "American Army"yi yazmak isteyip duruyordum da, nedense bir türlü olamıyordu. Oh oldu bana, gitti elimden. Olsun, her işte bir hayır vardır, böylece, kendi çocukluğumun önemli bir kavramını, sokağı tanımlama vesilesi doğdu, bu tür oyunların karşısında.

Ama önce, birkaç noktaya değineyim kısaca, şu bilgisayar oyunları ve çocuk ilişkisinde. Aslında, çocuk demek yetersiz, "zihin boşaltmak" gerekçesiyle ekran karşısına kilitlenen nice "büyük" de, nasipleniyor bu bombardımandan... Tabii, bu tür oyunların, çocukların zihinsel gelişimine katkıda bulunduğu savları eşliğinde.

Cep telefonlarında mesajlaşmanın yaygın kullanımının, "tutucu işlev" ötesinde maharetler kazandırdığı, gelecek kuşaklarda evrimsel değişimi beklenen başparmaklar yarattığı ileri sürülmüştü kimi çevrelerce. Bu bilgisayar oyunlarının da, çocuklara bir noktaya odaklanma, refleks gelişimi, hızlı karar verme, sakınma gibi özellikler kazandırdığı söylendi benzer şekilde. Ölçümünü de yapmışlardı, normal şartlarda mümkün olamayacak bir hızla işliyor, problemler çözüyordu oyunlar sırasında el ve beyin. Dahası, "hayatın zor koşullarına" hazırlanıyordu keratalar, karşısına çıkan herkes, imha edilmesi gereken bir düşman olabilirdi!

Bu minvalde, çizgi film piyasasında söz sahibi bir Japon ekibin, neden artık 'Şeker Kız'lara değil de, şiddet içeren filmlere yöneldikleri açıklamasını da hatırlarım. "Çocuklara kötülük ettik biraz da o Şeker Kız'larla, Heidi'lerle" demişlerdi, "hayatı hep öyle pembe zannettiler, sonra karşılarına çıkan kötü yönleriyle baş edemeyip bocaladılar"... Şimdi, mistik karakterlerle, robotlarla dolu bir mücadele alanına çıkarıyorlardı onları. Hayatın gerçeği böyleydi!

Irak bombalanırken, CNN muhabirlerinin anlatımıyla, televizyon ekranlarında akıp giden ışıkları patlamış mısır yiyerek seyreden insanlar, böyle bir kanıksama sürecinden geçip gelmişlerdi. Kanlı canlı insanlar ölmüyordu da o ışıklar parladıkça, bilgisayar oyununda bir "level" daha atlanıyordu sanki. Savaş canlandırmaları, canlı savaşlara bağışıklık yaratmıştı. Yalnızca, istediği an istediği silahı tutan bir elden ibaret bir kahraman olunan oyunlarda, ortalığı kan gölüne çeviriyordunuz, sonra bilgisayarı kapatıyordunuz ya, işte burada da televizyonu kapatıyordunuz, oyun bitiyordu... Sanaldı nasılsa, yeniden başladığınızda hepsi karşınıza dikilecekti, mahsuscuktan ölmüşlerdi.

Şimdinin çocuklarını, ölüme duyarsız, öldürmeye hazır bir zihniyete, "oyun" çekiciliğiyle itmenin önünde çok daha geniş olanaklar var artık büyüklerin elinde. Günden güne gelişen araçlarla, bire bir canlandırmalarla, birlikte oynuyor, birlikte geliştiriyorlar "hayata karşı" yeteneklerini...

Bu açıdan, daha çok şey söylenebilir. Ama, bilgisayar oyunlarının çocukları tek kişilik dünyalara hapsetmesi, yalnızlaştırması, bunlardan daha büyük bir tehlike. Bunlar, birbirini karşılıklı besleyen nitelikleriyle, yalnız bugünü değil, yarını da belirleyecek sosyal olgular. İnsanal yabancılaşmanın toplumu etkisine almasının önünde durmanın, kesinlikle küçümsenmemesi gereken bir alanıdır oyunlar. "Alt tarafı oyun" deyip geçilmemeli, "makro siyaset"ler kadar önemli olduğu kavranmalı derim ben. Derim de, ne öneririm? Çocukları sokakta oynamaya teşvik etmeyi! Bunun mümkün olabilmesi için de, sokakların, mahallelerin yeniden canlandırılmasını!

Günümüzün çocukları, gerek "kentleşme"nin geldiği noktada, mahalle, sokak kavramlarının aynı zamanda oyun alanları olmaktan çıkmasıyla gerek gelişen teknolojinin bilgisayarı, elektronik oyuncakları, etkileşimli televizyon oyunlarını evlere sokmasıyla, çok uzun zaman öncesine değil, daha kendi anne babalarının çocukluklarına ait oyunlardan ve oyun mekânlarından bile kopmuş durumda.

Yalnızca bir kuşaklık bir zaman diliminde yaşanan bu baş döndürücü değişimin, elbet, sosyal yaşam ve bireyler açısından getirip götürdükleri şeyler var, mahallelerde, sokaklarda grup oyunları oynayamaz olmuş çocukların, mahrum bırakıldıkları bu zenginleştirici haklarıyla birlikte.

Bu yoksunluk, günümüzün anne babaları açısından bakıldığında, çocuklarıyla birlikte ve çocukları nezdinde bir nostaljik tat yaşamaktan günümüzün çocukları açısından bakıldığında, anne babalarının oynadığı mekânları, oyunları öğrenmekten, farklı bir eğlence diliminden çok daha öte anlamlar taşır.

Bugünün koşullarında, sokakta arkadaşlarıyla oynanayan çocuk demek, bir sosyal ilişkiler boyutunun yeniden düzenlenmesi, berhava olmuş kimi önemli değerlerin zihnine işlenmesi, bilince çıkması demektir.

Sokakta çocuklar, birbirleriyle oynarlar. Bunun anlamı, arkadaşlık, grup olma, paylaşma, dayanışma, aidiyet, yardımlaşma, koruma ve kollama duygularının oluşması ve güçlenmesidir.

Sokakta çocuklar, gelişmiş, sunulmuş, hazır malzemelerden yoksun oynarlar. Bunun anlamı, düş güçlerinin, yaratıcılıklarının, yoktan var etme yetilerinin gelişmesi demektir.

Sokakta çocuklar, birbirleriyle yarışırlar. Bunun anlamı, karşılarında bir insan olduğunu kavrama karakterlerini sağlamlaştırma komşusuyla, arkadaşıyla yaptığı yarışın bir oyun eğlencesinden ibaretliğinin, hırsın ve rekabetin uçucu, arkadaşlığın kalıcı olduğunun bilincine varma demektir.

Sokakta çocuklar, dönüşümlü oynarlar. Bunun anlamı, eşitliğin, kazanan ya da kaybeden statüsünün mutlak olmayışının, imtiyazsızlığın, adaletin hazzını yaşamak demektir.
Sokakta çocuklar, yalnızca sokakta çocuklar değildirler.

Sokakta çocuklar, kapı önüne çıkan, pencereden bakan, düşeni kaldırmaya, terleyenin sırtına havlu koymaya koşan, akşam yemeğine çağıran aile büyükleri demektir.

Sokakta çocuklar, o sokaktan geçen dondurmacı, baloncu, macuncu, koz helvacı, pamuk şekerci, mısırcı demektir.

Aile büyükleri, satıcılar, çocuklar, öbür mahallenin çocuklarının toplandığı, yüz yüze geldiği bir sokak, insan ilişkilerinin, komşuluğun, selamlaşmanın, akşam gezmelerinin, aile fotoğraflarının nefes alıp verdiği bir sosyal yaşam demektir.

Sokakta çocuklar, oynayan, dayanışan, eğlenen, paylaşan, "sevinçte ve tasada" ortaklaşan bir toplum demektir.

Bütün bunlar, ilk bakışta, artık yaşlandığını hisseden birinin, eskiye özlemi gibi gelebilir. Evet, öyledir, ne olmuş? "Gelişme", kronolojik bir akış demek değildir ki. İnsana ne getirip ne götürdüğüne bakarak saptanabilen bir şeydir. Bugünün joystick'inin modernliğine karşı, ağaçtan düşmüş iki daldan oluşan çelik çomak aracının ilkelliği, öldürmeye karşı ebeleme, tek şansımızdır...

Nâzım, "koşmaca oynayalım Güzinciğim, kahrolası körebe yakalayamasın bizi" demişti ama, bugünün kahrolası şeylerini görse, körebeye de "yaşasın!" derdi kuşkusuz...