Devrimi, daha doğrusu sınıfsız bir dünyayı, biraz da politikayı gündelik hayatın dışına bir nebze çıkaracağı için özlemle beklediğimi söylemiş miydim? Politik gündem devasa çalkantıdayken, Ataç okuma kaçamağı, böylece normalleşir belki…
‘Ismarlama’ yazı
Asaf Güven Aksel
Muhtemel ki, aynı dönemde yaşasaymışız, ve yine kendilerimiz olsaymışız, Nurullah Ataç’la yıldızımız pek barışmazmış. Sırf siyaseten, ideolojik olarak ya da estetik yaklaşım farkından da değil ha. “Nemrut” deyip başkalarına öykünerek saygısızlık etmeyeyim ama, eleştiri, deneme tarihimizin bu önemli ismini okurken, her an sert bir mürebbî ya da bizzat okul müdürü, favorimi, onu bulamazsa kulak kepçemi yakalayıp çekecekmiş gibi tedirgin olduğumu fark ettim de, ondan. “O tilcik, o mânayı, cedideci esrimeyle mi yoğurtuyor!” gibilerden bir azardan da, şimdi yazarken ürküyorum, ne yalan söyleyeyim. Demek eğitici, hiza verici işlevi uzun yıllar sonra da olanca etkisiyle sürüyor bu şahsın.
Devrimi, daha doğrusu sınıfsız bir dünyayı, biraz da politikayı gündelik hayatın dışına bir nebze çıkaracağı için özlemle beklediğimi söylemiş miydim?
Türkiye’nin çığlık çığlığa politik ve sosyal çalkantılara gömüldüğü, sermaye sisteminin tüm aktörlerinin ve yapısal arazlarının yol açtıkları yaz yaz bitmez günümüz koşullarında, dönüp 30’ların 40’ların Nurullah Ataç yazılarına yeniden gömülmek, güncel sorunlardan lüks bir kaçamak gibi rahatsız edici geliyor. Böyle soluklanmaların, bu tür haksız bir duygu uyandırmasından kurtulmak için bile devrimi özlemek, durumun aciliyetini gösteriyor.
Evet, yıldızımız pek barışmazdı muhtemelen, kendisiyle devrik cümle sevgisinde hemfikir olurduk, daha doğrusu ben üstada müteşekkir olurdum da, şu “özleştirme”cilikle tutuculukta ayrışırdık daha çok sanırım. Bir de Fikret tabii!
Cemal Süreya, “çeliştirmen” dediği Ataç’ı, fikirden çok mizaçla tanımlıyor. “Eleştirmen ya da deneme yazarı olarak bir tarih bilinci yoktu” diyor ve gerçeği gelişigüzel bir yerinden yokladığını, bununla yetindiğini söylüyor. Gene de, Ataç’ın Türkçe’nin söz dizimine katkısını, Garip akımına ve Orhan Veli’ye desteğini önemsiyor.
Ben, Ataç’taki “ısmarlama şiir” bahsinin “öksesine tutuldum” biraz. “Yeni şair, ısmarlama şiir yazamayan kişidir” cümlesini okuduğumda, bunun olumlama olduğunu düşündüm hemen. Yani “ısmarlama”yı “sipariş”le eşitleyince zihinde, “yeni şair”in böyle bir boyunduruğa girmeyeceğini söylüyor sandım.
Ataç’ın, kendi dilini kullandığını unutmuş olmalıyım. Hemen ardından, ünlü Paul Valéry’nin, kendisine yazı ısmarlanmasından, hatta ölçüsünün bile verilmesinden sevinç duyduğunu söylediğini, ama buna inanmadığını yazınca, durdum biraz. “Valéry, yazmak istediklerinin ısmarlanmasını isterdi” diyordu Ataç devamında. Öyle olmasa, gerçekten ısmarlama şiirden, yazıdan hoşlansa, yaşadığı günlerde yurdunun acılarını, sevinçlerini kaleme alırdı dediğinde anlaşılıyordu, Ataç’ın “ısmarlama” karşılığının, birilerince sipariş edilme değil, “durumdan vazife çıkarma” olduğu.
“Yeni şair, ısmarlama yazıdan, ısmarlama şiirden o denli çekiniyor ki, günün olaylarına, kişi olarak büyük bir ilgi gösterse bile, sevinse, üzülse bile, şiirine kolay kolay koyamıyor.” Günümüz sorunlarına eski çağlar üzerinden gönderme kolaycılığını yeriyor Ataç.
Hayatın getirdiklerini, ülkenin, halkın yaşanılan andaki sorunlarını, şairin, yazarın, kendisine şiir, yazı “ısmarlanmış” telakki etmesi gerektiği düşüncesini, bunu bulamayınca öfkelenmesini önemsedim Ataç’ın. Hem de 30’larda, 40’larda yani! Bütün eleştiriye açık yönleri, negatif karakter nitelendirilmeleri, ideolojik duruşu, ayrı. Nåzım’ın “resmî münekkidim” dediği, dünya görüşünde örtüşmese de “faydalandığı ve kendisini anlayan” Ataç’ın, her an fikir değiştirmeye yatkınlığına karşın, “sanatçının gerçeği söylemekten ve bunu yaparken kendini de bildirmekten kaçınamayacağı” tezine bağlılığını küçümsememek lazım sanırım. Bir düşünsel yetkinliğe varan mizaç çemkirmesi olsa ne lazım gelir?
Anlam, pardon, mâna katmanları, algının boyutları ve gerçekliği resmetmenin sanatsal dönüştürücülüğü üzerine söyledikleriyle, Ataç’a arada sırada değineceğim. Eleştirinin yerini tanıtımın aldığı, kapsamlı değerlendirmenin yüzeysel değinmeye yenik düştüğü günümüzde, bazen dönüp bir geleneğe bakmak da gerekiyor sanki. Yıldızımız pek barışmasa da…
Gündelik siyasal çalkantıda lüks bir kaçamak tedirginliği duymakla birlikte, yeniden Ataç okurken, şairin, yazarın yaşanılanlara kendince tanıklıklarını ifade etmeleri, bunu “ısmarlama” denli görev bilmeleri gerektiği önermesini bugüne taşırsak… “Gerçeği gelişigüzel bir yerinden yoklamak”sa da bu, Cemal Süreya’nın eleştirel yaklaşımıyla, taşıdığımız bugünün koşullarında, biz de “yetinebiliriz” demekte beis yok.
Ataç, burada bir hakkı da teslim ediyor aslında. “Bugün ısmarlama şiir yazabilen şair yoktur demiyorum, var, belki eskisinden daha da çok var.” Ama, onların yazdıklarına, sözü, biçimi ne olursa olsun, “yeni” diyemiyormuşuz. Niye? O da bunu kendine sorup yanıtlıyor: Bilmem, diyemiyoruz işte. Bunu sık yapıyor bu “mizaç”. Niye? Öyle işte! “Önemi, hizmeti büyük, ama sevmiyom işte” deyip sildiği akımlar bile var. Sual olunmaz, öyle işte!
Ama buradaki, “yeni şiir” diyememe hali, böyle çocukça bir, “işte” kestirip atmasından olmasa gerek. Çünkü, ekliyor: “Günümüzün büyük şairleri, bize günümüzün olaylarının, sevinçlerimizin, acılarımızın şiirlerini söyleyemiyorlar.”
Demek ki, “yeni şiir böyle” nitelemesini hak etmek için o şiir baskın hale gelmeli. “Yeni şair”, görünür olmalı. Verili anda baskın olanın yerini almalı. “Günümüzün şairleri” söyleyemiyor yakınması, baskın olana dair. Çünkü, söyleyebilenler henüz görünür değil yeterince. Ataç ve nicel birikim!
Nâzım’ın ektiği tohum tutmuş, ölümsüz 40 kuşağı filize durmuş, düşen ilk cemre hissedilmiş olsa gerek oysa Ataç bunu söylediğinde. Ama demek bir eksik var, bir şey daha olmalı: O söylenen görünür kılınmalı, hâkim olmalı ki, bir nitel şiir döneminden söz edilebilsin. Ataç ve nitel dönüşüm!
“Kaçamak” edebiyat tarihi okumasından kalan bu siyasal gündem dışı “kaçamak” yazıda iki nokta.
Yaşanılan gerçeği ifade eden, “ısmarlanan”ı karşılayan ve bunu yaparken kendini, safını bildirmekten çekinmeyen sanatçı duruşu. Üretileni ve üreteni, topluma ulaştıracak kanalları yaratmak ve hâkim kılmak. Bunlar, Ataç’tan geldi.
Hayatın “ısmarladığı”nı görüp, gereğini yerine getirmenin bireyselden öte kolektif akıl ve emekle geliştirilmesi, yön gösterilmesi, topluma nüfuz etme kanallarına varması için de, “zorunlu gereksinim” olarak örgütlenme. Bu da bizden gelsin.