Hopa, Şike, Çatlak...

Yargıya ilişkin iki konu, düne damgasını vurdu. “Hopa Davası”nın duruşması yapıldı ve “Şike Davası”nda iddianame kabul edildi. Bunlara, ikinciyle bağlantılı olan, “sporda şiddet vesaire” yasasının, Gül’ün vetosundan sonra, Meclis tarafından hiçbir değişiklik yapılmadan Köşk’e iade edilmesini de ekleyebiliriz.

Bu gelişmeleri herkes yakından takip ettiğinden, kısaca geçelim.

Tabii ki, gözümüz öncelikle genç arkadaşlarımızın yargılandığı Hopa Davası’nda, Ankara’daydı. Bütün tutukluların tahliyesi kararını, coşkuyla karşıladık. Bütün “sanık”ların dik duruşları, siyasi savunmaları, geçen sürede yılmak şöyle dursun, çok daha bilendiklerini göstermeleri, en küçük bir tereddüt sergilememeleri, göğsümüzü kabartıp, sevincimizi katmerleyen faktördü. Yine mahkeme önünü miting alanına çeviren, kara soğuğa aldırmadan “yoldaşlarımız yanımıza gelmeden gitmeyeceğiz” kararlılığını sergileyen, yalnızca “sanık”lara destekle kalmayıp, iktidara da meydan okuyan sol dayanışma, ailelerin sahiplenişi, genç arkadaşların tahliyesi kadar ümit veren bir dalga olup yayıldı. Hepsini selamlıyoruz. Bir bu kadar önemli, belki de daha çok altı çizilmesi gereken, Hopa tutuklularının uğradığı gadre karşı oluşan geniş mutabakattı. Gençlerin verdiği mücadelenin meşruiyeti, yargılanmalarının, sorgu ve tutukluluk sürecinde yaşadıklarının kamuoyunda çektiği tepkiyle onaylanmıştı.

Evet, bütün bu unsurları buluşturan bir mücadele süreci, haklı bir keyif yaşamamıza yol açan kazanımla sonuçlandı.

Bugün için bunu yaşamak dururken ve bu duygunun sol açısından ne kadar önemli bir ihtiyacı tam zamanında karşıladığını bilirken, kimilerinin kararın açıklanmasının hemen akabinde devreye soktuğu gibi, yayılan iyimserlik havasına karşı, "soğukkanlı analizlerle" soğuk su serpmenin hiç zamanı değil.

Elbet biliyor ve unutmuyoruz, tahliye ile beraat arasındaki farkı, benzer davalarda halen ne çok insanın içeride tutulduğunu, yargının adaletle pek ilgilenmediğini, bu iktidarın öyle gösterilere, tepkilere pabuç bırakmadığı nice örneği, yarın yeniden sivri dişlerini göreceğimizi, filan... Biliyor ve unutmuyoruz, ama bugün sevinçle genç arkadaşlarımızla kucaklaşabilmenin, dayanışmanın, mücadeleyle kazanmanın keyfini yaşamayı yeğliyoruz. Çünkü yine biliyor ve unutmuyoruz, daha büyükleri için “bize bir zafer lazım”...

Şimdi, davadaki bu duruşmanın tahliyeyle sonuçlandığını bir kenara sakince yazıp, ikinci gündeme geçelim. Ha, aynı saatlerde Egemen Bağış’ın gözüne yumurtayı çakan gençlerin serbest bırakılması talimatı vermesine yol açan “alicenaplığı” da bu bapta not düşelim, Cübbeli Ahmet hoca denilen şaklabanın, Hocaefendi’ye “şirk koşunca” derdest edilivermesini de, Aydınlık gazetesi sahibi Mehmet Sabuncu’nun evinin basılılıp götürülebilmesini, ama ikinci gün bırakılmasını da...

Halk arasında “şike yasası” olarak bilinen yasada, ceza sürelerine ilişkin indirim tadilatı, malumunuz, Cumhurbaşkanı tarafından veto edilmişti. Bunda, özellikle Cemaat kulu milletvekillerinin ve gazetecilerin kopardığı yaygara rol oynamıştı. Gül bu yasayı veto etmezse, maazallah, spor mafyası kazanmış olacak ve korkulur ki, “açılım süreci”nin Botan’dan giriş manzaralarına benzer bir mağlubiyet yaşanacaktı... “Aziz Yıldırım üzerinden, Ergenekon’da geri adım atılacağı havası yaratıldığı”na dikkat edilmeliydi. Kılıçlar şakırdadı, kelleler istendi, tehditler savruldu. Ama, AKP hükümeti ve Meclis, BDP dışında ittifakla, yasaya dokunmadan yeniden Gül’e göndererek kendi cephesinden rest çekti.

Bunun işaretlerinin önceden görülmesi ve sözcüler aracılığıyla ilanı üzerine, tahliller kapladı ortalığı. En dikkat çekeni, benim eşe dosta, “bir de neden Fenerlisin diyordunuz, bakın işte oradan yardık cepheyi” takılmalarıma vesile olan, AKP içindeki çatlak, AKP-Cemaat ayrışması saptamalarıydı. (Burada, sevgili Tülay Karaoğlu ablamın, beni yine “lafı döndürüp dolandırıp Fener’e getiriyorsun” diye haşlamasından korktuğumu da gizleyemem, ama n’aapim, bu cepheyi ben açmadım ki...)

Alper Birdal, türlü yönleriyle “iktidar blokunun kırılganlığı” üzerine önemli değerlendirmeler yaptı soL’da, yine sitede bu konu çeşitli haberlerle de işlendi.

O kadar derinine inemem, ama, yüzeysel ve biraz da genç arkadaşların özgürlüğüne kavuşması neşesiyle mazur görülebilecek birkaç şey söyleyeyim, gecenin bir vakti, eğrisini doğrusunu pek umursamadan.

Bir çatlaktan, yarılmadan söz edilecek boyuta geldiği söylenemese de, son günlerin gelişmeleriyle görülen durum, bir yöntem farklılaşması olabilir. AKP’nin şimdiye kadar uyguladığı fütursuz hamlelerde, özellikle yargı boyutunda, Cemaat, artık işlemin tamamlandığı, yeni rejimin oturtulduğu, eskinin kalıntılarının önemsizleştiği, bunu taçlandıracak anayasanın teminat altına alındığı noktaya gelindiği, dolayısıyla, bütün çapak ve pürüzlerin, daha da radikalleşerek temizlenmesi gerektiğinden hareketle, doğrudan rol alıyor.

AKP ise, henüz içeride geri adım atmasını sağlayacak bir dirençle karşılaşmamış olmasına ve fütursuzluğunu sürdürmesine karşın, özellikle Suriye ve İran konusunda, emperyal efendilerinin “seni bugünler için yetiştirdik”çiliğine layıkıyla yanıt verememişliğin, misyonunu yerine getirebilmekte yetersiz kalma riskinin tedirginliğiyle, değiştirilebilir bir at oluşunu, ekonomideki bozulma emarelerini, sosyal dengelerde mırıldanma düzeyinde de olsa bir hoşnutsuzluk yaratmaya başladığını görerek, “seçilmiş ve seçilecek”liğin yüküyle, biraz temkine meylediyor.

Bu fütursuzluğun başat etmeni, Ergenekon çuvalına her şeyi tıkıştırmak, eskisi gibi kolay olmuyor. Ahmet Şık, Nedim Şener, Odatv, Aydınlık çalışanları, bu türden muhalefet ezmelerin kamuoyu nezdinde “dozunun kaçırıldığı” Devrimci Karargâh davası komedisi, KCK’da milletvekili ve avukatlara yönelik operasyonlar, başka cepheler açmanın zorlaştığı noktalar olarak tanımlanabilir. Bu torbanın ağzı büzüldü. TSK üzerinden sürdürülmesi halen aymazlar üzerinde etkili olabilse de, bu başlıkta artık eli o kadar rahat değil.

Keza, futbolda yok şikeyle, yok UEFA’nın “sıfır tolerans” hükmüyle bir ilgisi olmadığı açıkça görülen Fenerbahçe öncelikli operasyonda, Cemaat’in bastırmasına karşın, berbat bir senaryoyla kaldırılan taşın ayağa düşüşü, yasa ve ceza ne olursa olsun, en azından TFF eliyle Aziz Yıldırım’ın elimine edilmesiyle yetinilecek bir pozisyona geri çekiliş de, futbol piyasasında yaratacağı mali sarsıntı, ciddi bir oy deposunda pek de önemli sayılmayacak düzeyde olsa bile kırılmaya yol açmak gibi bazı yanlış hesapların faturası olarak görülüyor. Veto edilen hafifletilmiş hükümlü yasanın “derhal” Köşk’e geri gönderilmesiyle, iddianamenin aynı gün “derhal” kabul edilmesi ve “çete” bahsine ağırlık verilmesi, rastlantı olamaz.

Bunlara rağmen, önemle belirtmeliyiz ki, bütün bu veriler, ne AKP’nin itidale yönelmesi, ne bir ayrışma ve iktidar çekişmesi olarak yapılacak analizlerin mesnedi olacak bir düzeyi gösteriyor. Birkaç örnekte beliren “yöntem” tartışması, bir pozisyon belirlemeye denk düşecek seyir izlemiyor. En azından şimdilik...

Ama gene de gösterdiği bir şey var bizim için önem taşıyan. Fütursuzluğun bir meşuiyet zeminine oturtulacağı bahanelere meydan vermeden yalan yüze çarpılır ve topluma anlatılırsa, AKP “çakacak koz” bulamaz olmuştur. İstediği kadar tantana koparsın, bu en önünün açık olduğu koşullarda bile, hukuken dikiş tutturamaz hale gelmiştir, meşruiyeti giderek genişleyen bir sorguya açılmıştır. Elleri ayakları istediğimiz düzeyde dolaşmıyorsa da, sendelemektedir.

İşte Hopa Davası, işte futbol operasyonu. Bir cemaat olmakla, bir rejimin tek partisi konumunda bile olsa bir hükümet olmak arasındaki zahirî çatlak, işte buralardan sızıntıya yol açıyor ve bize bir yöntem veriyor.

Yolları engebelidir şimdi, taşları birlikte ve doğru yerleştirmeyi becerdiğimiz sürece...

Haydi yine haftasonu yazısı bitirişi olsun, futbolla:

Hani böyle şike mike deyince, Şampiyonlar Ligi’nde, neydi o kepazelik? Ajax’ın ofsaytla uzak yakın ilgisi olmayan iki golünün verilmeyerek bariz katledilişi, UEFA’nın tanımıyla “mucize” sonuçla, 45 dakikada 7 gol atarak gerekli averajı sağlayan, aynı gruptaki Lyon’un, rakip Zagreb’in defans oyuncusunun bahis oynarken görüntülendiği ve golden sonra forvete göz kırpıp “OK” işareti yaptığı maçta tur atlayışı? UEFA bu maçlarda soruşturmaya gerek görmedi ve patronu Platini, “kaleci kötü günündeymiş, futbolda mantık yoktur, saha sonucuna saygı göstermeliyiz” diyerek güldü... Platini’nin UEFA’sı sıfır toleransçı ve Türkiye’deki operasyon şikeye karşı, he mi?