Haziran’la diğerleri arasında bir seçim

“Edebiyatın önemli ayaklarından biri olarak mübalağa, sadece gerçeklerden nasiplenmemişlerce palavrayla karıştırılır. Mübalağayla yansıtılan şeyin, bizatihi varlığıdır oysa önemli olan. Burada ‘varlık’ da mutlaka ‘somutluk, realite’ anlamında kullanılmaz, hatta bazen, olmayana duyulan ihtiyaçla belirlenir mübalağa nesnesi.

“Mübalağa, kimi zaman da, bir umudun herkesi sarması için, bir cılız sudan çıkan enerjinin, bir çağlayanda ulaşacağı boyutu aktarmaktır ki, bu yönüyle, gelecek projeksiyonu işlevi üstlenir.

“Bazılarının ellerinde sadece bir tıpa var. Cin şişeden çıktı ne demektir, bilmiyorlar… Oturup nesnel şartlardan bahsediyorlar, olmazlarını sıralıyorlar… İşte biz buna ‘soğukkanlı analiz’, ‘bilimsel saptama’ diyenlerden, ‘devrimcilik heyecanı’yla ayrılıyoruz.

“Mübalağa! Devrimden mübalağalı ne var şu hayatta? Onun öznesinin her kımıldanışında, biz mübalağa edeceğiz, var mı ötesi. Çünkü keskin palavracı değiliz, gerçekçiyiz! Mübalağa, bir gerçekliğin altının çizilmesidir. Vurgudur. Göze sokmaktır. Biz buna talibiz…”

Bunlar, üç yıl önce TEKEL işçilerinin direnişi sırasındaki bir yazımdan parçalar. Bugün kimse, Haziran Direnişi’ne, o dönem işçilerin eylemlerine olduğu gibi dudak bükerek bakamıyorsa da, Türkiye’nin bugünü ve geleceği üzerinde oynadığı ve oynayacağı rolü siyasal analizlerinde hesaba katmayanların çokluğu, böyle bir “mübalağa”dan kaçınıldığı izlenimi uyandırıyor.

AKP-Erdoğan ile Gülen Cemaati arasında cereyan eden ve hükümeti sarsan, karşılıklı hamlelerle bir “devlet krizi”ni ve yönetemeyişin pat durumunu yaratan çatışmaya yaklaşımlar, bunun ipucunu veriyor.

Olan bitene, geleneksel lafazan siyasetsiz solculuğun “yesinler birbirlerini” sığlığıyla yaklaşan andavallılık da, iki hakim güç arasında artık sağlama alınmış yeni rejimde büyük paya sahip olma kavgasından ibaret bakış ufuksuzluğu da, yaşananlarda, birikip birikip Haziran’da sokağa dökülen iradeyi ıskalıyor, bir kabuk değişiminin kendini dayattığı saptamalarını mübalağa görüyor.

Böyle olunca da anlaşılıyor ki, her kesimin meşrebince bir değerlendirilmesi olması Haziran’ın, uçucu bir şeymiş. İlk günden başlayarak en çok kullanılan argüman olan “Gezi’yi anlamamak, ruhunu kavramamak”, asıl durmadan bunu dillendirenlerin yediği herzeymiş.

Oysa, her şey, Arif Damar’ın dediği gibi olmuştu. Kırlangıçlar dönmüştü işte ve açılmıştı ağırdan, Haziran sabahlarının onurlu kapıları. Çiçekler çekmişti başı da hani, yer gök deniz nasıl birbirine karışmıştı. Çocuklar vardı çocuklar, ellerinde bulut, uçurtma, balon, haydiii yeşilde mavilikte beyazlar, kırmızılar...

Destanlar yazan bir şair mahlası gibiydi yeminle barikat’lar, orada dövüşürken bir halk, ayak sesleri duyulmuştu kıyamet gibi. Toprak, su, ağaç, gün, gece, söz, biçim, ışık, gölge... Ayak sesleri vardı hepsinin Haziran’da, bir de bizim ayak seslerimiz vardı. El ele...

Şimdi o onurlu kapıları açan sabahların, gecelerin yeri göğü birbirine katan ayak seslerinin çalkantısıdır, AKP iktidarını alabora eden. Kimse başka faktörlere prim vermesin. O faktörler, içte Haziran zorlamasının, dışta Suriye direnişinin bir yapbozu dağıtışının, her parçayı kendi derdine düşürüşünün ürünüdür. Devasa güçler çarpışıyor görüntüsünün aslı, Türkiye halkının çektiği sete toslayanların çırpınışıdır.

Olan budur, ama rivayet muhteliftir.

Haziran dersleri, ailecek çatışmaya giden bir halkın, ölüme atılan gencecik evlatların özlemlerinin özeti olabilir ancak. Haziran, emperyalizme karşıydı, yurtseverdi, kardeşlikten yanaydı, barışçıydı, aydınlanmacıydı, laikti, paylaşımcıydı, paranın hükmetmesini istemiyordu, kamucuydu, cumhuriyetçiydi, doğa dostuydu, özgürlükçüydü, vatandaşlık bilincindeydi. En önemlisi de, görüldü ki, bunları ölümüne savunacak kararlılıktaydı.

Bu özlemleri, farklı referanslarla, yer yer karşıt duruşlarla dile getiriyor olmaları, onları ayrıştırmıyor, zenginleştiriyor ve böylece bir potaya döküyordu.

Bütün o özlemleri ve ötesini gerçekleştirecek, yeniden hayat verecek, teminat altına alacak biricik seçeneğin sosyalizm olduğunu bilince çıkarsın çıkarmasın, bir tekinin bile eksik kalacağı bir sistemi reddetme potansiyelini taşıyordu.

Haziran, evet, AKP kimliğinde bir sisteme itirazdı, bir sisteme isyandı. Haziran, kendiliğinden farkında olunsun olunmasın, yeni bir cumhuriyet özlemiydi.
Bunun böyle olduğunu, siyasetin bütün faal aktörleri, Haziran sırasında anlamıştı. AKP’den CHP’ye, Türk milliyetçiliğinden Kürt milliyetçiliğine, ulusalcılardan liberallere, Haziran’ı anladılar. Bu yüzden, halkın temel taleplerinde kendi yönelimlerini bulamadılar ve Haziran’la karşı karşıya geldiler, dışına düştüler.

Tümüne nüfuz etmiş ABD anlamıştı Haziran’ı. Onlar üzerinden Cemaat anlamıştı. Uluslararası planda, örneğin Ortadoğu’nun yeniden dizaynında Suriye direnişiyle taçlanan dikiş tutturamama ve dominonun kırılması halinin yeni planlara zorladığı koşullarda, bu ayaklanma, iç ve dış politikada sürekli çuvallayan ve artık miadının dolduğunun, halka söz geçiremeyeceğinin, verilen rolleri oynayamayacağının işaretlerini veren, ezberi ve siniri bozulmuş Erdoğan AKP’si ile daha fazla yola devam edilemeyeceğini, işin ucunun kendilerine dokunmasının kaçınılmazlığını göstermişti.

Halk eliyle ipinin çekileceğini görse de, kontrol ettiği tabanına güvenen ve sandık kozuna sarılarak zamana oynayan AKP, bir yandan da, kendisini yıllar süren bir projenin hayata geçirilmesi olarak iktidara taşıyan güçlerin çark etme ve “deliğe süpürme” eğilimine karşı hırçın ve çaresizlik göstergesi bir cephe daha açmak zorunda kaldı.

Karşılığı, Erdoğan’sız ya da AKP’siz bir formülün yürürlüğe girebileceği sopasını gösteren operasyonlar, yerine Sarıgül’leriyle, Yavaş’larıyla, Cemaat ve ABD yaltaklanmalarıyla görev verilirse her mevkide oynayacağının açık sinyallerini yıllardır gönderen, kişiliksizliğiyle kullanım amacına daha uygun bir profil çizen CHP’yi, yıpranmış oyuncunun yerini almak üzere yedek kulübesinden ısınmaya çağıran mesajlar oldu.

Peki, Haziran sabahlarının onurlu kapılarını açan ayak sesleri, o kırlangıçlar, o başı çeken çiçekler, uçurtmalar, bugün karşısında ölümüne savaştıkları ve sarstıkları bir sistemin, sahipleri tarafından oyuncu değişikliğiyle yeniden tesisini kabul eder mi? “Ehven-i şer” dolmasını bir kez daha yutar mı?

Hayır! Haziran’dan bu yana AKP hükümetini istifaya çağırmak, onun temsil ettiği her şeyden kurtulmak özlemini içermektedir. Efendilerden iktidar bahşişi beklentisine girmiş CHP dahil.

Bu noktada bizim işimiz, Sol Cephe alternatifini güçlendirmek, sosyalizm umudunu sokaklara, meydanlara çıkarmak, halkı burada birleştirmek üzere, Haziran’da deneyimleyip gördükleri, kaderini, yönetimini ellerine aldıkları bir ülkenin mümkünlüğünü bir kez daha anlatmaktır.

Bunun dışındaki bütün sonuçlar, Haziran’ın hüsranı olacaktır. Oysa, Haziran’ın bileşenlerini kapsayan, rüştünü dosta düşmana ispatlamış kurmay vardır, parti vardır, cephe vardır. “Evet” mührünün Haziran’a basılacağı bir seçenek vardır.

Seçim, yereliyle geneliyle, Haziran’la diğerleri arasında geçecek. Devrimden mübalağalı ne var ki şu hayatta? Biz ona talibiz...