Hamlet, 11. Tez, Davos

- Şu bulutu görüyor musun, şurada? Bir deveye benziyor, değil mi?
- Doğru vallahi, tıpkı bir deve.
- Bense bir fareye benzetiyorum.
- Evet, sırtı tam bir fare sırtı.
- Balina sırtı mı yoksa?
- Tamam, ta kendisi, balina sırtı.

Yoo, rica ederim, Hamlet ile Polonius arasındaki diyalogu, tutup da, politikanın ipleri birilerinin elinde karakterlerine gönderme olsun diye kullandığımı nasıl düşünürsünüz? Başka bir şey söylemek içindi bu girizgâh. Ama, şimdi daha başka bir şey geldi aklıma.

Niye ille de, Polonius, Hamlet'in suyuna gidiyor olsun? Niye ille de, Hamlet, Polonius'un ipliğini pazara çıkarmak için, böyle bir hinlik yapıyor olsun? Boşversek ya Shakespeare'i. Hamlet, çok samimi olarak, algıladığı gerçeği dile getiriyor, öbürü de, bu gerçeği onaylıyor olabilir. Değişkenlik, gerçekliğin parçasıdır zaten. Hamlet, durduğu yerden, bulutu farklı açılardan algılayarak, değişik görünümlerini dile getiriyor varsaymak gayet mümkündür. Bir olguya, tek bir noktadan bakılmaz ki. Siz pozisyon değiştirdikçe, gözünüzü farklı noktalara odakladıkça, size yansıyan da farklılaşmaz mı yani? Buradan deve görünür, şuradan fare, oradan balina. Hem, bulut bu, sizin baktığınız zaman diliminde, o da değişimler geçirebilir ve siz bunu anında saptayıp, ona göre vaziyet alabilirsiniz.

Netice itibariyle, Hamlet, neye baktığını, neyi gördüğünü söylemiyor ki. Baktığı, gördüğü şeyin, neye benzediğini dile getiriyor sadece. Özle değil, biçimle ilgili. "Şu bulutu görüyor musun?" Burada bir tartışma yok. Görünümü de, durduğunuz yere göre değişebiliyorsa, Polonius'un tek yaptığı, kendi duruşunu ve bakış açısını, Hamlet'e uyarlamak olabilir. Hamlet, Polonius'a, farklı açılardan bakarak olguyu tanımlamayı öğretiyor da diyebiliriz. Shakespeare'i boşverirsek tabii!
Neyse, ben başka bir şey söyleyecektim, bu araya girdi. Ama önce başka bir şey söyleyeyim, aklıma gelmişken.

Geçen hafta, DSİP bildirisine de değinerek, "sol"daki savrulmaların yarattığı iç sıkıntısından söz etmiştim. Birkaç gün önce, yeni bir bildiri yayınladı DSİP. Anneannem, o koca laz, ikide bir sızlanırdı. "Goynüm bulanıyo!" Yahu, bu kadıncağız nasıl bir sıkıntıyı tarif etmeye çalışıyor diye düşünür dururdum. Artık anladım. "Ufuk Uras'ın sonuna kadar yanındayız" dedi, yürüttüğü "devrimci" mücadeleye kefil oldu DSİP. Bakın, bu da bir gerçeklik. soL'da denildiği gibi, Ergenekon'un 11. dalgasından 11. Tez'in hükmünü yerine getirmesini bekleyen algı, Ufuk Uras'ı haydi haydi savunur elbet. Zamanında deveydi de, şimdi fare mi oldu, yarın balina denilebilir mi gibi sorular anlamsız. Ya olgu değişiyordur, ya durduğunuz nokta. Polonius, Hamlet'e uyarlamıştı bakışını, bulutu benzer tanımlamışlardı. Tersi de geçerli: Bulutu nasıl algıladığınız, sizin kiminle aynı açıyı paylaştığınızı da gösterecektir. Bunlar bütündür.

Ben başka bir şey söyleyecektim.
Diyelim ki, artık hep aynı repliği bin kere tekrarlamaktan gına gelmiş oyuncu, bir doğaçlamayla farklı bir şey söyledi sahnede. Mesela, şöyle bir diyalog çıktı, tam lafın ortasında:

- Bense bir fareye benzetiyorum.
- Amma yaptın ha, ne alakası var, bence tam bir merdaneli çamaşır makinesi.

Şimdi bir bakalım duruma. Polonius, bir önceki ortak benzetmede direnmedi. "Yok, deve" diye ısrar etmedi. Kendine farklı bir konum seçti, oradan yaptı yeni tanımını. Her iki durumda da, Hamlet'e itiraz etmiş olacaktı zaten. Yani, rolünü farklılaştırdı, karakterini değiştirdi. Bu, karşısındaki oyuncunun tecrübesiyle telafi edilebilir bir şeydir. Ya, o da repliğini değiştirip, ortaya doğaçlama bir bölüm çıkarır, ya "balina" benzetmesine geçip, diğerinin yeni hamlesini bekler. Onun güvencesi şudur: Varsın, bir repliklik "rol çalsın" partneri, bir sonraki sahnede, bir perdenin arkasına saklanmış haldeyken, kılıcını saplayacaktır Polonius'a. Shakespeare, öyle yazmıştır çünkü oyunu. Karakterlerin repliklerinde ufak doğaçlamalar, sahnedeki genel akışı değiştirmez.
Peki, yönetmen kendince bir yorum getirip, olur a, Metin Erksan, Fatma Girik'i Hamlet yapmadı mıydı, Polonius'un rolünü genişletti diyelim. Perdenin arkasına sinip kılıç yemedi de karakterimiz, oyunun temel entrikasında işlevsel bir figüre dönüştürüldü. Üstelik, izleyici, onu Hamlet'in fare dediğine, gemici lambası derken de gördü. Esas oğlanla çatışan rolü, yönetmen nereye oturtacak, eğer sahnelenen Hamlet'se? Zor iş. Ne Fortinbras'a uyarlanabilir, ne Horatio'ya. Bu senaryo çıkacaksa ramp ışıklarına, Hamlet, yeni karakterler eklenerek yeniden yazılmış demektir.
Ben ne diyecektim, unuttum itiraf edeyim ki. "Davos Krizi"ne değinseydim keşke, nereden girdim tiyatroya, ortalık çalkalanırken.

Bulvar tiyatrosundan bir sıvışma yolu açabilir miyim kendime acep? İş makinelerini, patlamış lağımı, toplanıp da uzun uzun izleyenlerin hiç eksilmediği bir temaşa toplumunun, izleme konsantrasyonunu skeçlere uyarlı olarak koruyabilmesi, bir garip çelişkidir. Geçtik yorumdan, müdahaleden, alt metin farkındalığından, izleme konsantrasyonundan bahsediyoruz. "Bulvar" oyunlarında, işler karmaşıklaşır, içinden çıkılması güç hal alır, izleyici tam kopma noktasına gelir, diyelim Gönül Ülkü çıkar, Gazanfer ustaya, "Aman Hüsnüüü, biz sana bir oyun oynadık, aslında şöyle şöyleydi, hepsi numaraydı" der, cümleten ferahlanır. Durum izahı için kafa patlatmaktan kurtulunur, sahneleyenler o işi üstlenir!

I ıh... Sıvışamadım. Keşke Davos'u yazsaydım. Boşa döndü dolandı dil.

Finali 11. Tez'le yapayım bari. "Aslolan değiştirmektir." Ne yönde değişeceğinden bahis var mı burada? Dünya değişmiyor mu, Türkiye değişmiyor mu, Ortadoğu değişmiyor mu? Kimmiş bu değişimin dinamiklerini destekleyenlerin devrimciliğini sorgulayan?

Hamlet'e bak sen: "Ekonomi, Horatio, ekonomi! Cenaze sofrasında sıcak yenen yemekler, düğün sofrasında soğuk verildi..."