Girişimin sanatçıları

Asaf Güven Aksel'in "Girişimin sanatçıları" başlıklı yazısı 30 Aralık 2012 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

“Lombak” karikatürüydü sanırım, Mustafa Kemal, bir kürsüden sesleniyor kalabalığa. “Ya istiklâl, ya ölüm!” Dinleyenler, gözleri korkuyla faltaşı gibi açılmış, el kaldırarak bağırıyorlar: “İstiklâl! İstiklâl!”

Korku ifadesi, ölüm tehdidinin kürsüdeki adamdan geldiği, bu iki seçenek karşısında, hayatını kaybetmektense, diğer şıkkı seçmeye halkın yönlendirildiği vurgusuyla, biraz da “resmî tarih”le ti geçme, o sıvaşık ifadeyle “ezber bozma” işlevi kazandırıyor karikatüre. Bunun devamı da geliyor ardından: Böyle ölüm tehdidiyle savunulan istiklâl, tehdidin kürsüsü alaşağı edildiğinde, kolayca terk edilir.

Ama tarihi bu gözle okusanız da, alternatifi “ölüm”dür...

Mesele, böyle okuyanlarca, istiklâlsizliğin zaten ölüm anlamı taşıdığının inkârı ve topluma da böyle olmadığının kabul ettirilmesindedir. Hatta, hayatta kalmanın istiklâlden vazgeçmekle mümkün olduğu tezlerinin allana pullana dile getirilmesi boşuna değildir.

Bu iğdiş etme başarıldığı içindir ki, bugün bir kürsüden, aydınlarımıza, sanatçılarımıza “ya istiklâl...” sonrasının alternatifleri, hayatta kalmanın ötesinde nurlarla sunuluyor. “Ya...” para, şöhret, huzur, statü, ödül...

İstiklâl, “kadın memesi ve kiraz ağacı” karşılığı bir fiyat etiketiyle, işporta tezgâhına boşuna konulmadı. O satıcı boşuna palazlandırılmadı...
O zaman, bunu sineye çekemeyecek, bu aşağılamayı, bu cendereyi kabullenemeyecek aydınlar, sanatçılar, o karikatürdeki korku ifadesini silmek bir yana, birşeyleri kaybetmekten dehşete kapılacak bir toplumun mühendisliğine, kürsü sahipliğine soyunmalıdır.

Başkaları için değil yalnızca, ülkesi, halkı için değil yalnızca, kendisi için de bir hayat memat meselesi olduğunu kavrayarak. İstiklâl ve ölüm’ü, hayat ve memat olarak okuyarak.

Aydınlar, sanatçılar, kendilerini bugün için AKP iktidarı eliyle gericiliğin, emperyalizmin çektiği sınırların dışına, gerçekten kendilerine sunulanın alternatifinin ölüm olduğu korkusuyla, bilinciyle çıkmalıdır.

Aydın, sanatçı, gözünü ilk görülene diken “sıradan”dan kendisini ayırabilen, derine ve öteye bakabilen, kavramların yaldızlarını kazıyabilen demektir bugün...

Liberal “demokrasi ve insan hakları” yavelerinin peşinden sürüklenerek kapkara bir faşizme yedeklenmelerine yol açan yanılsamadan kurtulandır aydın.

Bu liberal belkemiksizliğin kavramları içeriksizleştirici kofluğuna kapılmanın ters yüzünde, yine ilk görülebilene takılmanın ifadesi olarak, ulusalcı, kimlikçi şekillenmenin tezahüratçılığı riskini de fark edendir. Bunların bütünselliğini bilince çıkarandır.

“Demokrasi ve insan hakları” ile sınırlandırılmış bir perspektif, iktidarın bu alandaki uygulamalarına karşıtlık temelinde yükselirken, yine aynı merkezden üretilmiş tanımlamaların içine hapsolabiliyor.

İktidara karşı bir perspektifin, şu ya da bu oranda ortaya konulması ve direnç noktaları yaratılması, kuşkusuz önemlidir. Ama bu konjonktürelliğin ötesine geçen bir duruşun inşası, önümüzdeki sürecin hayat memat meselesidir.

Aydınlar, sanatçılar, bir emekçi sınıf bakış açısı dışında kalan alternatiflerin, kürsünün halka açılması olmayacağını anlamalı, anlatmalıdır. Bunun dışındaki bütün “ana çatışma” görünümleri, aldatıcı ve avutucu olma tehlikesi barındıracak, emperyalizmin ve gericiliğin, sermaye sisteminin kalıcılığı temelli tez ve uygulamalarına tutarlı bir reddiye içeremeyecektir.

Kürsüye çıkmalı, kendilerinin de yer aldığı topluma, “ya istiklâl ya ölüm!” demelidir bugün, istiklâl’in içeriğini ülke bağımsızlığının özgürce üretme ve sunma bağımsızlığıyla bağını kurarak, ölüm’ün kabullenme ve düzen içi kalma anlamı taşıdığını anlatarak.

Bugün kürsüye, emekçilerin dünyayı değiştirme girişiminin sanatçıları çıkmalıdır. Şuna ya da buna karşı koymanın önemini karartmadan, konjonktürel olanı, tarihsel olanla aşan bir girişimin sanatçıları. Sosyalizm alternatifinin aydınları.

Bu, hayat mamat meselesidir... Kürsüye çıkan ve alternatifi gerçekten korkuyla değerlendiren aynı olmalıdır...