Edebiyatsız Marquez: Nah, şu!

Yatağan işçileri ve özelleştirmeler Cumhurbaşkanlığı seçimleri Dar Bölge’li baraj sistemi 17 Aralık, Ergenekon ve yerel seçim sürecinin ortaya çıkardığı yeni saflaşmalar “sol birleşsin”lerin, “ortak gazete”lerin ısıtılışları 1 Mayıs gündemi Sırrı Sakık’ın ikrardan geldiği şeyin anlamı, vesaire... Konular arasında tırım tırım dolanır, hangisini nereden tutsam derken, Marquez’in şaşırtmayan ölüm haberi...

Şaşırtmayanlığı, beklenirliğinden değil, Marquez her an her şeyi yapabileceğinden. Tutar ölür de işte! Kedilerin farelerden korktuğu coğrafyanın gerçekliği “büyülü”dür diye, fantastik bir son mu beklerdiniz? Düpedüz öldü adam, senin gibi benim gibi!

Ölünce, teee Türkiye’de bile o kadar gündem arasından sıyrılmasını, edebiyatının, yazarlığının büyüklüğüne bağlayanlar haklıdır elbet, işin aslı da budur.

Ama bir de, tek gündemin hayatta ve dışarıda kalabilmek olduğu zamanlarda, kaçak göçek bir ziyarette, elinize “al sana edebiyat” diye bir şair, bir de yayıncının tutuşturduğu “Yüzyıllık Yalnızlık” kısmı var. Ne yani, Ali Abdihoca’dan da mı iyi? Sonra işte bu adamın size gecelerce yoldaşlığı var. Bir vaha gibi sarılmışlığınız var.

Ne edebiyatı, pardon, onunla tek gocuk altında uyumuşluğunuz var! Bilmem artık, yazarlığının gücü mü dersiniz, başınızı göğe çevirten arkadaş soluğu mu... Onu işi bilenler yazacaktır, ufku açılmış toy militandan bu kadar...

Yıllar sonra, kim bilir kaçıncı kez dönersiniz, son derece karmaşık bir gündemin göbeğinde. Diliniz dönmez, kavramlar uçuşmuş, küller savrulur olmuştur, anlatamaz, çırpınırken. Küt! Albay Aurelino Buendia’ya rastlarsınız...

“Dünya öyle çiçeği burnundaydı ki, birçok şeyin adı yoktu daha: ‘Nah şu!’ diye parmağınla göstermek zorundaydın meram ettiğin şeyi.”

Bir idam mangasının karşısında anımsamaktadır o zamanları Buendia...

Tamam işte, dersiniz, buldum, “nah şu!”... Yazarsınız:

Dünya, çiçeği burnundalık evresinden, her şeyin bir adının olduğu evreye geçip yetişkinleştiğinde, adlar ve kavramlar çoğullanarak, didiklenerek, genişletilip/büzüştürülüp deforme edilerek, sonuçta yığınla ad ve kavramın ortalıkta uçuştuğu ama artık hiçbir şeyi imleyemez, açıklayamaz olduğu ikinci bir çiçeği burnundalık –bunama– noktasına da yuvarlanabiliyor.

Çocuk, parmağını uzatır ve ‘bu ne?’ diye sorar. Yetişkinin verdiği cevap, bir addır, bir kavramdır ya da o merak edilen şeyin işlevini pratik olarak göstermektir.

Ama, ikinci çocukluk evresini yaşayanlarda, o şey, bir ad, bir kavram, bir pratik işlev olarak bilinmekle birlikte, üzerine sis perdesi örtülmüş bellek zedelendiğinden, bu perdeyi aralayıp yeniden berraklaştırmak ve o şeyi yeniden anlaşılır, bilinir kılmak çok daha zordur.

Belki, bir idam mangasının karşısında dikilmek gerekebilir, bellek canlansın, bilinenler yerli yerine otursun diye...

Dedim ya, yıllar önce, MHP’nin verdiği imajla büyülenen ve değişimden söz edenler çoğalıp da diliniz tutulduğunda, böyle el uzatmıştır size, yol göstermiştir, bunları yazdırmıştır, şimdi arkasından ne yazacağınızı bilemediğiniz adam.

Bir büyük yazarın öldüğü doğrudur. Edebiyatta bir köşe taşının, bir mezar taşıyla buluştuğu doğrudur. Biyografik öyküsü de, romanlarının öykülerinin içeriği de, üslubunun kendine haslığı da, bilinmektedir, incelenecektir, anlatılacaktır...

Marquez, en iyi bildiği şeyi, onu o yapan yaşamı ve toprağı, fantastik kılıfa büründürmeye çabalamadan, doğasının gereğiyle yazıyordu. Bu bir öğütse, başka kim yazacak, “Albaya Kimseden Mektup Yok”un bir kitapçı tezgâhından çalınacak kadar arzulandığını...

O zamanlar, denilseydi ki, edebiyatın dönüştürücü gücü nedir, bunda Marquez nasıl yer tutar, kimlik kontrolüne girilmemesi gereken koşullardaki bu hırsızlığı anlatır, “nah, şu!” derdim. Gerisi edebiyatçıların işidir...

Bir de, şu girişte sıraladığım gündemin ortalıkta toz bulutu halinde dolaştığı noktada gelen bu ölümle, neyi nasıl anlatmak gerektiğinin bir kez daha yürürlüğe girdiğini anımsamak. Marquez gibi, “nah, şu!” kadar çıplak olabilmek.

O şair yok artık, o yayıncı yok, gocuk paralandı, kitap kim bilir kimin evinde, geceleri adres aranmıyor, toyluk bitti gitti...

Marquez? O durup duruyor. Her şey beklenir, her an. Ölür bile! Biz, bir idam mangasının karşısında birşeyleri anımsatmak zorundayken...