Defne’yi yazamamak...

Beş yaşında var yok bir çocukla sohbete oturdum geçen. Çocuk dedimse, şimdi yaşlı başlı adam da masaya konulan anıların yaşında olunur ya hani, öyle işte.

Annesi, ona hamileyken, doğum sancıları tuttukça, “beni Âsi’ye atııınn” diye bağırırmış.

Âsi’nin taşan sularının oluşturduğu balçığa, çamura aşerirmiş annesi, ona hamileyken.

Ona anlatırlarmış, bana anlattı geçen, ikimiz baş başayken.

Hatta bu “tuhaf” aşermenin ve ölmeyi isteten sancının müsebbibi olarak, avucuna bakarmış zaman zaman, akan bir nehir çizgisi var mı diye. Bir kazınmış kader izi ararmış...

Bir kazınmış kader izi duruyormuş çenesinde hâlâ, bebekliğinden kalma. Beşik yapılmış bir salıncağın, yaylanın uçurumundan boş döndüğü zamanlardan... Öldü zannedilirken bir ciyaklamayla dönmüş ya geri, belki de buymuş bir nehir çizgisi arayışına sebep...

Çocuk aklıyla anlattığı, çocuk aklının beslediği anılardı, hepi topu beş on yılının geçtiği memleketinden kalan. Sonrası kısa ziyaretlermiş, seyrekten de seyrek.

Ama çocuk aklı anılarıyla, canının bir parçası da, “baba tarafı” da orada kalmış.

Reyhanlı’ya bomba düşende, katiller çetesi oraya yığılanda, gençler ölende, hem acırmış canı tümden, hem kaygılanırmış canının bir yarısından. “İyi misiniz?” Ayağa kalkılanda Armutlu’da, Samandağ’da, gönenirmiş canının o yarısıyla uzaktan. “Çok yaşayın!” Sonra avucuna bakarmış, bir kıvrımlı çizgi ararmış...

Kucağında büyüdüğü insanlar yaşarmış orada, kucağına doğan insanlar yaşarmış. “Ben oralıyım” diyordu hâlâ. Almamış kütüğünü...

Nasıl alsınmış kütüğünü, ellerinde kaytaz börekleriyle, oruklarla kalkıp Gezi’de partisinin çadırına gelen akrabaları varmış, ben ne diyormuşum ya!
Bir doğum lekesiymiş, bir yara iziymiş, Âsi’denmiş, Antakya’danmış ona kazınan. Üstüne ararmış avucunda bir belirsiz iz daha...

Babaannesinin gönderdiği, artık onun misket dediği güllelerle oynamaya kıyamamış bu çocuk hiç unutmamış amcasının başına taktığı, sonra elma şekeri vermek istediği bir maymunun, evet gerçek maymunun yediği hasır şapkasını hiç! Fantastik, değil mi?

Fantastikti, altı yıl kadar önce birlikte gittiğimizde görmüştüm Âsi’ye bakarken gözlerinin dolduğunu. Yol boyu, çocukluk gözüyle çılgınca kükreyen bir suyu anlatıp durmuş, yerinde kanalizasyon sızıntısı gibi akan bir cılız su bulduğumuzda sanki utanmış, darılmıştı o suya, fantastikti gerçekten.

“Suriye’yle olan sorundan böyle zayıfladı” demişti zorla bize salatalık ikram eden seyyar satıcı. Eh, siyaseten mazur görmüş, bağışlamıştı nehri o zaman. Bir de yaz mevsimiydi tabii... Yoksa... Âsi, heheeyydi be...

Coşacaktı, coşmuştu bile belki de çoktan yine deli Âsi, biliyordu.

Ne çok efsaneye, söylentiye konu olmuş meğer şu “nehir”, hepsi ezberindeydi. Ejderhalı Musa’lı, asalı kılıçlı, krallı cengâverli, Hızır’lı dağlı. İlle bir kızı savunanların isyan edip kötüyü yok ettiği versiyonları seviyordu. Anlattı uzun uzun, kız kurbanlar karşılığı şehre su verenin, aldığı yaranın acısıyla toprağı yara yara giderken, kendini çarpıp taa Lübnan’da bir dağa, oradan fışkıracak suyun yolunu açtığı öyküyü.

Dedim ya, beş yaşında vardı yoktu sohbetteki çocuk, aldırmıyordu nehirlerin kuzeyden güneye aktığı inancının yanlışlığına, aldırmıyordu esen rüzgârın su üstünde yarattığı yüzeysel dalgalanmaya, aldırmıyordu coğrafi girinti çıkıntıların yol açtığı göz yanılsamalarına. Bu nehrin tersine aktığına inanmayı sevmişti.

Bu nehrin gerçeğini sevmişti çünkü. Geçtiği her toprağın rengini almasını, memleketinden denize varmasını.

İkiye ayırır Antakya’yı diyenlere kızıyordu. İki yakayı birleştirir, insanları kendi başında buluşturur demeyi seviyordu.

O, annesinin acılarından kurtulmak için atılmayı seçtiği Âsi’yi seviyordu, balçığına aşerdiği Âsi’yi...

Anlatırken dinlerken, sözü getirdi seçimlere, Defne’ye dayandırdı. Sevra diye bir kıza. Avucunda aradığı izi görmüş gibi oldu gözleri. İtiraz bile edemedim, Âsi oradan da geçer deyince, bilmiyor muydum ki koca adam, Dicle Bursa’dan da geçerdi, Fırat Ankara’dan da? Beş yaşında vardı yoktu, ne denirdi ki şimdi bu koca adama... Susup dinledim çocuk aklından geçenleri...

Sevra bir kızdı işte, onunla yola çıkanların kötülüğü yok edip bir nehri çağlar kılacakları, gencecik bir kız.

Bir kızdı Sevra işte, Suriye’nin, Türkiye’nin toprağını buluşturan bir su. Birlikte akıp denizlere varacakları, dupduru, tertemiz bir su.

Bir kızdı işte Sevra, akıntıya karşı akan, bentleri çiğneyen ki, o deli akıştan “dost”lar bile telaşa kapılmıştı da önünü kesmenin hesabına durmuştu.
Sanki avucunu açmış, o kader çizgisini kesiştirmişti Defne’yle. Sadece Defne’yi değil, bütün memleketini emanet etmişti. Çocuk aklıyla tutmuştu Âsi’yi oraya katmıştı, yoldaş kılmıştı. Annesinin aşerdiği balçıkla temizleyecekti, kocaman yürekli Sevra orayı. Alacaktı canının parçasını yanına, alacaktı o hasır şapkalı anılarını eline. Verecekti isterse oynamaya kıyamadığı güllelerini de. Silinmesin lekeleri, yaraları, korusunlar diye emanet etmişti Türkiye Komünist Partisi’ne, Sevra’ya. Bebek beşiği bir salıncağın boş döndüğü uçurumlarda açacak çiçeklere, berrak bir su serpmek aşkına.

Beş yaşında var yoktuysa, anılarından öyleydi, yaşlı başlı adamdı yoksa, yazsana o zaman bir şeyler dedim.

Heyecanlanırmış, dili dönmez olurmuş, oralarda bir beldeden başlayarak Türkiye’yi kuşatacak bir nehir olmaklığından, denizlere açılmaklığından partisinin. Köpeği Barut’la toza bulandığı sokaklarda sosyalizmin dolaşmasından.

İçinin titremesi durur muymuş ki, bir de yazaymış!

Burnunu çekti, bu işi bana yıkmak istedi. Olacak şey değildi.

Sevra’nın, TKP’nin, Defne’deki adaylığının politik anlamını bilmeyen yoktu ki. Ben beceremezdim, yazılanlardan, söylenenlerden ötesini. Kelimelerim yetmezdi, Sevra kazanacak ve bir devrimci dönüşümün karargâhı kurulacak demekten ötesine.

Çok çok edebiyat yapardım, “Sevra’nın Defne’yi seçtiği” iğretilemesiyle idare ederdim, boş laf olurdu.

O yüzden, bir kuru seçim sanılan şeyde, bir çocuğun anılarını bir kıza, canlarını sosyalizme emanet edişini aktarmak, daha doğru geldi bana.

Ne de olsa ben, çenesindeki yara izini bir sakalla örtmüş, avucu çizgi dolu, yaşlı başlı adamdım, annesinin çığlığını çoktan unutmuş olması gereken...