Çalkalanan Bir Vapurda

Bizim Orhan Gencebay'dan dinlediğimiz, yeni neslin "Neredesin Firuze" filminden duyduğu, "Ya Evde Yoksan"ın, sevdiğim sözleridir: "Ya yolu kaybettim / Ya ben kayboldum"...

Çok güzel değil mi, gündelik hayatta aynı anlama gelmek üzere kullandığımız bu iki cümlenin, ya da "bildirim"in, biraz düşününce, aslında iki ayrı durumu anlattığını, hatta "felsefe"ye elverişliliğini görmek. Kaybolan siz misiniz, yol mu? Politik çıkarımlar için de iyi bir başlangıç noktası. Bir kenarda dursun şimdilik, belki bir yazı konusu olur. Çok daha basit bir sebepten geldi girdi bu yazıya: Dalgalanmaktan.

Vapur sallanıyordu, ondan eminim de, indikten sonra iskele miydi, yollar mıydı dalgalanan, ben miydim bilemedim, şarkının yüzeysel anıştırmasıyla söylersem. Şimdi klavye mi gidip geliyor, hâlâ yolculuğun etkisi mi, kestiremiyorum.

Biz Nâzım'ın "Bahri Hazer"indeki kayık gibi, iniyor, çıkıyorken devrilen bir atın sırtından inip, şahlanan bir atın sırtına biniyorken, karada da, minareler uçuyor, asırlık çınarlar devriliyor, evler çatısız kalıyor, dahası insanlar ölüyormuş... Başbakan, eyvah ki kazayı atlatıyormuş!

Artık iflah olmaz bir afyonkeş olarak, devrimci bilinç eksikliğiyle, birkaç saat sonra sahada bir kez daha izleme keyfine hazırlandığım Alex'i yapacaktım bu yazının konusu, vapura binerken onu kuruyordum. Maçın gidişatı ve sonucu değil bunu değiştiren. Vapurda, bir başkasıyla göz göze geldim.

"Güverte"den üst salonlara çıkış merdivenlerindeki sahanlıkta, vapurun ismini taşıdığı kişiye ilişkin bir plaket bulunur ya, yalpalayarak tırabzanlara hamle ede ede debelenirken, oraya takıldı gözüm. Değişik bir fotoğraf vardı, cenazelerde yakaya takılanlar gibi bir şey. Âdem Yavuz'du oradan bakan. Merdivene oturdum, baktım ben de. "Kıbrıs'ta şehit düşen gazeteci"nin adını taşıyan vapurdaydım, kim bilir kaçıncı kez. Ama fotoğraf ya değişmişti, ya ben dikkat etmemiştim daha önce.

Âdem Yavuz'un adını taşıyordu vapur ve çalkalanıyordu sularda. Âdem çalkalanıyordu, ben çalkalanıyordum. Benim betim benzim atmış, midem alt üst, o mütevekkil. Vapur çalkalanıyordu, biz de, tarih de... Bir küçük çocuk gelse, babasının elinden tutmuş, sorsa "bu amca kim", gazeteciymiş, görevi başında, Kıbrıs'ta öldürülmüş diye öğrenecek. Ne varmış ki Kıbrıs'ta, niye öldürülmüş, kim öldürmüş... Belki soracak, belki geçip gidecek...

Lodos, üç dalgada bir sert vurur derler. Bu neyse artık, habire dövüyordu Âdem Yavuz'un gövdesini. 12 Mart faşizmi gibi...

Kıbrıs'ta olduğu doğru. ANKA muhabiri olarak gittiği de. Orada öldüğü de. Başka?

Ben Alex'i yazacaktım, her dalgada gövdesinden çatırtılar, inlemeler gelen Âdem Yavuz vapuruna binmiş olmasaydım.

"Başka"sı şu: TRT Ankara Televizyonu'nda, program dairesinde yapımcıdır Âdem Yavuz, Adana'da yedeksubaylığını yapmaya gitmeden önce. Askerlik dönüşünde, kurumuna dönmek istediğinde, "hizmete ihtiyaç bulunmadığı" söylenerek kapıdan çevrilmiştir. Danıştay'a dava açmıştır, gerçek nedeni bildiği için. İşe yaramamıştır. Dava dosyasında, "gizlidir" damgalı kâğıtlar o kadar çoktur ki. Daha başvurusundan önce, alınmıştır karar. Devletin çarkları işlemiş, "askerlik bitiminde gelir de görev isterse, kesinlikle alınmayacaktır" talimatları yağmıştır. Sakıncalıdır Âdem Yavuz. "Dev-Genç üyesi ve Fikir Kulüpleri Federasyonu kurucusu"dur. Öyle sakıncalıdır ki, Televizyon Dairesi Başkan Yardımcısı, TRT Genel Müdürü'ne, görev talebinde bulunan Âdem Yavuz'a, "Savunma Sekreterliği'nin 24.7.1972 gün ve 019-5-10611 sayıları yazıları gereğince görev verilmemiş" olduğunu bildirir, "sebebinin açıklanıp açıklanmayacağı" konusunda talimat ister. Cevaben, âmirden fırça gelmiştir astına: "Teklifte bile bulunamamasını istemiştik, siz neyi soruyorsunuz..."
TRT'ye dönmek isteyeceği ihtimalini bile hesap etmişlerdi, önceden önlemler almışlardı, "sakıncalı solcu" için...

O bana bakıyordu, ben ona... Çalkalanıyorduk, çalkalanıyordu sular, karalar. Fırtına vardı.

Sonra ANKA Ajansı'nda muhabirdi. Kıbrıs'taydı 1974'te. Karnında yedi kurşunla, esaret altında, acılar içinde öldü. Sonra adını, bir şehir hatları vapuruna verdiler, okullara, caddelere...

Bakışıyorduk. İniyor, çıkıyor, yan yatıyor, doğruluyorduk. Çatırtılarla, iniltilerle... Kaç yolcu binmiştir vapura, kaç yaya, kaç araç geçmiştir caddeden, kaç öğrenci yetişmiştir okulda... Kıbrıs'ta katledilen gazeteci...

Fırtına, ağaçları sökmüş, asırlık ağaçları. Minareler çökmüş. Ölen olmuş. Çatılar uçmuş. Başbakan, kaza atlatmış. Biz dalgalanan sulardaydık. Benim midem alt üst, Âdem'in midesinde yedi kurşun... Dayanıyorduk.

Ben aslında Alex'i yazacaktım. Bu vapura denk gelmesem, bir çalkantıya kapılmasam...

Belki bu yüzdendir, yol mu kayboldu, biz mi, bilemeyişimiz... O kadar da basit değildir belki, yazıya girişi bir şarkı sözünün.