Bir Hesaplaşma Cephesi: "Mustafa"

Can Dündar'ın "Mustafa"sı hakkında, Atatürk'ü Koruma Kanunu'na muhalefetten de dava açılmış... "Pofur pofur sigara içirtme" davasına kıyasla, bu daha ciddi gibi duruyor ilk bakışta. Ortada bir kanun var, onu çiğneme var... Değil mi? Oysa, tersine, sigarayla savaş cephesinin açtığı, çok daha somut ve geçerli dayanaklara sahip.

Söz konusu kanun şöyle: "Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Atatürk'ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürk'ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimseye bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir."

Bu birinci maddeyi, suça azmettirenin de birinci dereceden sorumluluğu, toplu halde işlenmesinde cezanın artırımı vesaire gibi düzenlemeler izliyor. Toplam beş maddenin sonuncusunda, "bu kanunu Adalet Bakanı'nın yürüteceği" kayıt altına alınmış. Resmî Gazete'de yayın tarihi 31 Temmuz 1951...

1924 Anayasası, kişiye özel kanun çıkartılmasını kesin dille yasaklamışken, o Anayasa'nın, mimarı hakkında bir kanun için delinmesi de, öyle kolay olmamış. Çözüm, o sıra Ankara Hukuk Fakültesi'nde görevli, Alman profesör Ernst Hirsch'ten gelmiş: "Atatürk adında bir şahıs, hukukî anlamda, artık mevcut değildir. Dolayısıyla ona yasa yoluyla da bir imtiyaz sağlanması söz konusu olamaz. Söz konusu tasarıda ceza hukuk normlarıyla korunması öngörülen hukukî varlık, bir şahıs olarak Atatürk değildir. Burada korunmak istenen, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusuna karşı Türk milletinde genel olarak yaygın bulunan hayranlık ve saygı duygusudur."

Kanun, DP iktidarında gündeme geliyor. Bir bağlılık taahhüdü... Ya da gösterisi diyelim. Bu da ilk bakışta tabii...

"Hukukî varlık", "hatıra" gibi soyutlamalar, heykellerle, büstlerle desteklenmiş halde tamamen kişiselleştirilmiş bir somutluğu gizleyemiyor. Bunun önemi şu: Son günlerin moda deyimiyle, "insan" Atatürk'ün, "sofra hatıraları" gibi şeyler, "koruma altında"dır. Bunların dışında kalan bütün bir mirası, har vurup harman savrulabilir, üzerinde tepinilebilir, çiğnenebilir.

Olan biten de budur. DP iktidarı, "küçük Amerika" projesini hayata geçirmekte özgürdür. Mesela, bir Cumhuriyet sembolü demiryollarını "komünist işi" olarak gören zihniyetle, otoyollar girdabına ülke itilebilir. Sosyal devleti kurumlarıyla birlikte ortadan kaldırabilir. İzleyen iktidarlar, günümüzde AKP de bunu yaparken serbesttir. Kurtuluş Savaşı'nın antiemperyalist ruhuna fatiha okunabilir. Bütün bir ülke satışa çıkarılabilir. Kurulan bütün dostane komşuluk ilişkileri, ABD emri altında berhava edilebilir, dostların kanı dökülebilir. Ağalık, şeyhlik, mollalık, din bezirgânlığı önündeki engeller kaldırılabilir. Gericilik, cehalet toplumu ağ gibi sarabilir. Köy Enstitüleri kapatılabilir. Sayın, onlarca tezahürünü, sonuçta Cumhuriyet yıkılabilir. Bunları yasaklayan bir kanun yoktur nasılsa. Tek ödenecek bedel, bu işlemler sırasında, biteviye "Atatürk'ü severiz, hürmet ederiz" demektir.

Can Dündar'ı, "hatıraya hakaret"ten yargılayacaklarmış. Sigara içerken göstermiş, karanlıktan korkarken, rakı yudumlarken, kadınlarla ilişkiye girerken... İşte buna tahammül edilemez!

Kimsecikler, Can Dündar ağlak hümanizmiyle, Kemalist Devrim'in Jakoben tavrının karalandığından söz etmez. Devrimlerin temel yasası, demokrasinin olmazsa olmazı "bazı kelleler gidecek" ifadesinden türetilen "diktatör" portresinin, nelerin tırpanlandığı, nelerin yeşertildiği sorusunu gölgelediğini dile getirmez. Buralarda tam bir uyum sağlanmıştır nasılsa.

Sigara içenler, çocuklara zararlı örnek olurlar. Öyle diyor dava açanlar. Bağımsızlıkçılık, aydınlanmacılık, eskiyle hesaplaşmacılık, gençlere kötü örnek oluyor aslında. Bu yüzden, hem "belgesel"de, hem kopartılan yaygarada projektörü buraya çevirmek şart elbet.

Törenlerin, gardıropların, kişi putlaştırmaların Atatürk'ü muteberdir. Dokundurtmazlar! Çünkü bunlar, lafızdan ibarettir, kof süslemedir. Dünyanın ilk antiemperyalist mücadelesinin, Komünist Enternasyonal'in "Doğu'daki devrimci çekirdeği"nin, Cumhuriyet kazanımlarının, aydınlanma hamlelerinin canı cehenneme! Bunların Mustafa Kemal'i yerle bir edilmelidir. Ama onu içerken göstermeyin! Âşık olmasın!

"Toplumu kendi seviyeme çıkartacağım" diyen bir "elitist"in popülist eleştirisinden ibaret olsaydı "Mustafa", hatta, eksik bırakılmış bir yönünün vurgusuyla, annesine âşık bir psikolojiyle de örülseydi bir kişilik, zerrece dert etmezdik. Açılan davalar da bir eğlence konusu olabilirdi bizim için.

Ama başka bir şey var, gelip "savaş suçlusu" olmasına dayanan bir "yeniden tanımlama", "gizlerini faş etme" kampanyasında. Tarihsel açıdan "ileri" olan bir şeyi, bizzat o "ileri"yle çatışan "geri"ye karşı, ait olduğu konuma yerleştirmek işi de, payınıza düşer bazen. Böyle bir süreçte, "Mustafa", Mustafa adlı bir "insan" değildir işte... Başka bir sınıfın devrimcileri olarak ardımızda bıraktığımız, sermaye sisteminin bir tezahüründen ibaret haliyle tarihe gömülecek bir dönemin ötesinde şeyleri imler olmuştur verili koşullarda. Bugün, bir belgesel adı olarak değil, bu toprakların nesnel bir olgusu olarak, "Mustafa", bir hesaplaşma mevzisidir.