Bir Çıta Olarak Cumhuriyet

Stanislavski, vücudunu iyi kullanmayı öğrenmek isteyen aktör adaylarına, kedileri dikkatle gözlemlemelerini öğütler. Bir kedinin, sıçrama ânında, vücudunun bütün kaslarını, eklemlerini, omurgasını nasıl bu işe hazırladığını, tümünü, bir zincirin etkileşimli halkalarına çevirerek tek bir amaca doğru yönlendirdiğini incelemelerini ister...

Belki de, Sergey Bubka, böyle bir çalışmanın sonucu olarak, sırıkla atlamada uzun yıllardır kırılamayan rekorların sahibi olmuştur. O, yalnızca vücudunu değil, vücuduna bu sıçrayışta yardımcı olacak dayanakları ve faktörleri de, amacı doğrultusunda kullanmayı, kendisinin bir parçası kılmayı başarabilmektedir...

Bir büyük sıçrayışa hazırlanmak... Çıtayı aşmayı, ötesine geçmeyi hedeflemek... Ve bunun için, vücudunun ve araçlarının her zerresini kullanmak.

Cumhuriyet konusunda, sosyalistleri ve "diğerleri"ni ayrıştırmada turnusol işlevi görecek böyle bir metafor kurulabilir mi? Eğer "sol" liberallerin Marksizmi karikatürleştirme çabaları, gerçek anlamda karikatürlerde ve çizgi filmlerde defalarca kullanılan bir sahneyi aklınıza getiriyorsa, neden olmasın?

Hatırlayacaksınız. Bir sırıkla atlamacı, izleyicilerin coşkulu tezahüratları arasında, ortaya çıkar. Şöyle bir, tepeden bakışla süzer kalabalığı mütebessim, vakur, kendinden emin, çıtanın yüksekliğini umursamazdır. Biraz sonra kolayca aşacağı çıtaya bakar bir süre. Sırığını elinde tartar, kavrayacağı noktayı saptar. Sonra tekrar izleyicilere çevrilir gözü, tekrar çıtaya... Alkışlarla verilen tempo içinde, fuleli adımlarla koşar, koşar, sırığını dayar yere, yaylanır, yükselir, nefesler tutulur... Heyhat! Sırık dimdik durmaktadır şimdi, dayandığı noktada. Bizimki, elleriyle ayaklarıyla dolanmıştır sırığa. O vakar, yerini şaşkınlık ve mahcubiyet karışımı bir ifadeye bırakmıştır yüzünde. Sessizlik. Kahkahalar barındıran bir sessizlik. Sonra, ağır ağır sırıktan kayışı ve yere, başlangıç noktasına çakılışı biçarenin. Aşmak için hamle yapacak kadar bile irtifa kaydedememiştir, ne yazık...

Bu, karikatürlerde ve çizgi filmlerde, gerçekçi bir biçimde ele alındığı, böyle bir duruma düşen atletin ruh hali, olması gerektiği gibi işlendiği için, şaşkınlıktan ve mahcubiyetten söz ettik. Çizgi atletin hazin, iç burkucu tavrı, gerçek hayatta, kanlı canlı "entellektüel"ler açısından bakıldığında, "durum komiği"nin ötesine geçebiliyor. "Sol entellektüel", düştüğü yerin, çıtanın öbür tarafı olduğu yanılsamasını yaşıyor çünkü. Aştığını, ötesine geçtiğini sanıyor. Ve kara mizah, burada başlıyor.

Düştüğü yeri teorize etmeye ve vazgeçişini makul göstermeye çalışan liberal, önce, avuçlarının arasından kayıp gidivermesine, tutunamamasına duyduğu öfkeyle, sırığın anlamsızlığını, gereksizliğini, değer bilmezliğini anlatıyor uzun uzun. Bir sırık kullanmaktan vazgeçildiği için, bir dayanak da gereksiz hale geliyor. Sonra, o çıtanın ötesine geçmek için, ille vücudu zorlamanın gerekmediğini, pekâlâ altından yürüyerek geçilebileceğini ve yumuşak mindere ulaşılabileceğini ileri sürüyor. Olmadı, çıtanın zaten yanlış yerde durduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Bütün bunları toparlayıp, bir adım ileri atıyor ve aşmanın fuzuli çaba olduğunu ilan ediyor, çıtanın "bu tarafı"nın erdemlerini sayıp döküyor. Evet evet, kara mizah, bütün bu ara duraklardan geçip finale varılınca başlıyor. "Aşmışlık", "aşmanın gereksizliği"nde konaklıyor. Yüksek teori, yere çakılmış pratiği sarıp sarmalıyor. Zihinsel aşma, pratikte aşmaktan çok daha cazip, ne de olsa. Zahmet ve sınanmışlık gerektirmiyor en azından!

Ne diyorduk? Ha, zor iştir sırıkla atlama. Bütün vücudunu, amacına tabi kılacaksın, her zerresinde. Bir sıçrayışta onbin fersah aşmayı, masallara terk edecek, gerçekleri gözeteceksin. Aşabileceğin her noktayı hesap edeceksin. Üzerinde yer aldığın pisti, iyice tetkik edeceksin. Elindeki kaldıracın parçası kılacaksın kendini. İyi tanıyacak, sıkıca kavrayacaksın tutamak noktalarından. Sıçrama için dayanaklarını fantezilere kapılmadan saptayacaksın. Esnek olacaksın. Sırığı hangi noktadan yaylandıracağını düşüneceksin... Ve o ânı, vücudunu yaylandırıp ileriye fırlatacağın ânı, salise hesabı ayarlayacaksın. Bunları bir tek şey için yapacaksın: Aşmak! Ötesine geçmek! Adaaam sen de, kim uğraşacak... Altından yürüsen de, aynı yere varırsın...

Sergey Bubka, Furuğ'un dizeleri sanki... "Uçmayı koy kafana/Kuş, ölümlüdür"...

Her hesaplaşma dönemi, böyledir. Ayrışmayı netleştirir, tozu dumanı dağıtır. Bir çıta, çırılçıplak bir sorudur aslında. Gerçekten aşmaya niyetli olup olmadığınızı beyan etmenizi dayatan bir soru. Cumhuriyet Devrimi bir çıtadır. Onun ötesine geçmeyi koymuşsanız kafanıza, aşağılara çekilmesine sessiz kalamazsınız, onaylayamazsınız. Onu çok gerilerde bırakmış pozuyla, elinizdeki sırığı bir kenara bıraktığınızda, çakılıp kalmışlığınızı, çok daha aşağılardaki bir düzeyi içinize sindirip kabullendiğinizi uzun süre gizleyemezsiniz. Şu çizgi filmlerdeki seyircilerin sessizliği, bastırılmıştır kahkahadır ve çetin dönemeçlerdeki samimi ikrarlarınızda patlar bir gün.

Cumhuriyet Devrimi'ne nasıl baktığınız, ne yönde kullandığınız, geleceğe dönük niyet ilanınızdır aynı zamanda. Var olduğu haliyle korumak değil, "sol" payandalar eşliğinde gericiliğin dinamitlediği mevzileri, piyasanın, emperyalizm acenteliğinin yok ettiği kazanımları bir kez daha elde etmek için, yeniden, emekçileri çok daha ileriye sıçratacak bir devrimi gündeme alarak...

"İşte tam sırasıdır kalleş aklım/Alexandr Nevskiy Bulvarı'nda yürümeye benzemiyor/devrim! diye bağır alçak aklım"...

Öyledir... Benzemez... Devrim, bir sınıfın bir sınıfı devirdiği aşırılıktır. Pek zarif, alicenap, hoşgörülü, nazenin olamayabilir öyle, ne yaparsınız.

Bunu bildiğimizdendir ki, bir sırık lazım bize. Bir dayanak noktası. Her zerresini vücudumuzun, bir sıçramaya hazırlıyoruz. Öteye geçmeye. Çıtayı yükseltmeye...

Stanislavski, vücudunu iyi kullanmak isteyenlere, bir kediyi gözlemlemelerini öğütlüyordu... Bir kedinin yerine, yeryüzü devrim pratiklerini koymalarını da önerebilirdi...