Aydınlanma yaşamsal önemdedir

Gericiliğin tam boy iktidar olduğu bir ülkede sıkça düşünür oldum Turan Dursun’u. Yeri doldurulamayan büyük boşluğunu. Ey aydınlar, demişti, öldürmeyin beni. Ben ölünce, demişti, anlarsınız, pazar kızışır…

Kendini kastetmiyordu tabii. Dine karşı kelimenin gerçek anlamıyla ölümüne açtığı mücadeleyi emanet ediyordu “aydın cemaat”e. Gericiliğin binbir yüzü karşısında bir an duraksamak, bir an aymazlığa düşmek, ölümle sonuçlanırdı, uyarıyordu, anlarsınız diyordu…

Bunu düşünürken, bir anı canlandı. O sessiz, o sakin kişiliğine alıştığımız insanın müthiş bir öfkeyle bize çıkışması.

Dinci gericiliğe karşı açtığı bayrakla Turan Dursun’a benim yerim burası dedirten ve ona özgürce yazacağı kürsü açan “2000’e Doğru” dergisi, hakkında özel kararname çıkartılarak kapatıldığında, “Yüzyıl” adıyla yayınlanmıştı ve “Dinsiz İmamlar” başlıklı bir kapak yapmıştı ilk sayısında. Haber, Kürt illerinde koruculara ve devlete karşı verilen mücadeleyi destekleyen ve bunu dinin zalime karşı mazlumdan yana olmayı emrettiğiyle açıklayan kimi din adamlarının görüşlerine dayanıyordu. Üstbaşlık, “Türkiye Aydınlanmayı Yaşıyor” diye atılmıştı. Gerillalar arasında mollalar, din âlimleri vardı...

Hiddetle elindeki dergiyi masaya vurmuş, siz bunu nasıl yaparsınız demişti.

Ne dönemin politikaları, sıcak savaş hali, somutun incelikleri, ne söz konusu imamların dinin kimi kabullerine karşı çıkan “modern söylem”leri ikna edebilmişti Turan Dursun’u.  Olmaz, diyordu, bu tereddüttür! Dinsel hiçbir referans, o tabuları tümüyle yıkmayan hiçbir kelam, hiçbir gerekçeyle kullanılamaz! O sınırlar çerçevesinde kalan, dine külliyen karşı durmayan aydınlanma yaşanamaz!

Bunları söylemesinin üzerinden bir ay bile geçmeyecekti, yedi kurşun sıkılacaktı Turan Dursun’a. Gericilik bu kez 12’den vuracaktı. Bir daha öyle biri gelmeyecekti...

Ve ilk açıklamalar, cinayeti işleyen olası örgütler arasında  Partiya İslamiye Kürdistan üzerinde yoğunlaşıyordu...

Sonrası, bildiğiniz senaryolar, gelişmelerdi.

Ama kendisini “yüzyılların doğurduğu ölüm”, tüm dinlerin, tabuların, iman etmenin, inanç sistemlerinin ölümü olarak adlandıran bir aydınlanma savaşçısının uyarıları, her dönemeçte kendisini hatırlatacaktı...

* * *

“17. - 18. yüzyılın, sanayi devrimiyle gelen burjuvazisinin felsefi/kurumsal benliğini arayışının ve eskiye dair her şeyi, düşünsel ve örgütlenmeye ilişkin ‘budama’, ‘silip atma’, ‘tarihe gömme’, ‘ayağının altından çekme’ eylemidir Aydınlanma.

“ ‘Din, doğagörüşü, toplum, devlet düzeni, her şey acımasız, kıyasıya bir eleştiriden geçiriliyordu. Her şey varlığını ya aklın yargıç sandalyesi önünde haklı çıkarmak ya da varlığından vazgeçmek zorundaydı.’

“Aslında, Engels’in bu sözlerinden daha özlü bir tanımı da vardı Aydınlanma’nın. Diderot’nun başını çektiği Ansiklopedi’yi yasaklayan Savcı Omer Joly de Fleury, iddianamesinde yapmıştı: ‘Dini yıkmak ve halkları bağımsızlık yolunda kışkırtmak!’ İşte Aydınlanma!”

Bu bölüm, Ahmet Taner Kışlalı öldürüldüğünde, 1999’da yazdığım bir yazıdan: Emperyalist demokratizm, Aydınlanma’ya karşı! O yıllar da, Sivas’ta kendini iyice açığa vuran, 28 Şubat bahanesiyle Cumhuriyet karşıtlığı doruğa çıkan, 1999’da safı tartışmasız hale gelen liberallerin özgürlük, insan hakkı, demokrasi çığlıklarıyla gericiliğe verdiği desteğin yıllarıydı... Ve Fleury’nin “halkların bağımsızlığı”ndan o yıllardaki kastı, bugüne uyumluydu.

* * *

Charlie Hebdo dergisi baskınıyla yaşanan katliamın, uluslararası törende çizilen tablo dahil, kuşkusuz birçok boyutu var üzerinde durulması gereken ve bunlar yapılıyor da. Bir noktada, nasıl ve kimler eliyle düzenlenmiş bir tertip olduğunun da önemi kalmıyor. Bir sadeleştirme işlemi sonrası, Fleury’nin tanımı çerçevesinde kalan iki sanık çıkıyor karşımıza. Emperyalizm çağında, devrim tarihinin kaçınılmaz ilerleme duraklarından biri olan aydınlanmadan da çark etmiş sermaye ve palazlanmasında büyük payı olan dinci gericilik. Aydınlanma’nın iki can düşmanı, el ele vermiş iki uğursuz.

Söylemek zorundayız ki, Charlie Hebdo’nun, emperyalizmin “Avrupa solu”nca kabul edilmiş hamlelerini liberal perspektifle onaylar çizgisi, “dinin kutsalları”na dil uzattıkça, kendisini hedef olmaktan çıkaramadı. Bunda ülkemiz liberalleri için bir ibret vardır ve bu kesimin ilk tepkileri, ağırlıklı olarak bunu görmenin tedirginliğini yansıtmaktaydı.

Ama dinci gericiliğin güçlendikçe kendi kurallarını dayatacağı, taleplerinin sınırının olmadığı hâlâ yeterince kavranmamış olsa gerek ki, ya da uşaklık öyle ruhlara işlemiş olmalı ki, son günlerin yaygın deyimiyle “ama’lar fakat’lar” ilk şokun ardından dolaşıma giriverdi.

Jakobenizmden, devrimler tarihinden, toplumsal sıçramalardan ve bütün bunların sınıfsal temellerinden duyulan korku, çok daha büyük çünkü. Ve bunlar, ancak emperyalizm ve dincilik eliyle tarihin tekerini geriye çevirmeye çalışan gericiliğin yandaşlığından başka bir yol bırakmıyor liberallere.

Onları, kendi sonlarına doğru da koşaradım gitmelerinde, burjuvaziyle yalnız bırakmakta bir beis yok. Düşmanlar kampında cirmi kadar yer tutan bir kesimdir en fazla.

Biz, aydınlanma, laiklik, dinci gericilikle ve emperyalizmle mücadele cephesindeki etkilerini yok etmekle ilgilenelim.

* * *

Örneğin, imam hatip öğrencilerinin gelişmeye açıklığından, o okulların faydasından, itirazın tamamen imam hatipleşmeye karşı olmasından söz etmeyi bırakmak, yaşamsal önemdedir.

Örneğin, İslamı sivil toplum dinamiği ilan edenlerin ve antiJakoben liberal zehirin kaynaklarını, siyasete bulaşmasalar iyi ideoloji ve teori üreticileriydi diyerek genetiğinden atamayanların silkelenmesi, yaşamsal önemdedir.

Örneğin, “zorunlu din dersi”nin ilkokullara inmesine karşı çıkışı, farklı mezhep ve inanç sistemlerine eşitsizlik söyleminin dışına çıkarmak, yaşamsal önemdedir.

Örneğin, inançların bireysel vicdandan ibaret varsayılıp, “inananlara Cumhuriyet mezalimi”nden kurtuluş desteği vermekteki aymazlığın, örgütlenmelere, Kuran kurslarına, tarikatlara, cemaatlere özgürlük istemelerin üzerine tavizsiz yürümek, yaşamsal önemdedir.

Örneğin, Turan Dursun’la ilgili giriş kısmındaki anıda, imamları bile etkilediğinden bahsedilen Kürt siyasetinin, emperyalizmin bölge stratejisinin bir parçası olalıberi, bir yandan İslamiyette birleşme temelli tezlerini, Said-i Nursi güzellemelerini, İslam konferanslarını, bir yandan da Erdoğan sonrası bir ülkenin seküler gücü olarak lanse edilmesini deşifre etmek, yaşamsal önemdedir.

Örneğin, babaannemin başörtüsü denilip geçilen türbana kamusal alanın açılmasını savunmakla, 6 yaşındaki çocukların evlenebileceği fetvası, kadın cinayetleri, hamilelerin sokağa çıkmaması  talepleri, kadınların ortalık yerde gülmemesi gerektiği önermeleri, kariyerin en büyüğünün annelik olarak tanımlanması, tesettür dayatması gibi çağdışılıklar arasındaki bağıntının gösterilmesi, yaşamsal önemdedir.

Örneğin, “gerçek İslamiyet” mavalına uyan sözde laik akademisyenlerin kutsal kitapların aslında ne söylediği yollu yanıtlarla dinsel referanslara diz çöken aptalca savunularını yüzlerine çarpmak, yaşamsal önemdedir.

Örneğin, antikapitalist Müslümanlar türü sersemletici palavraları yutmanın, İslamiyetin faziletlerinden, zalime karşılığından dem vuranlara o kendilerini tabi kıldıkları kelâmın ne dediğiyle yanıt vermeksizin yeryüzü sofralarına tuzlukla koşmanın ne anlama geldiğini anlatmak, yaşamsal önemdedir.

* * *

Yaşamsal önemde olduğu vurgusuyla bitireceğimiz daha bir nice safdilliğe karşı yürüteceğimiz mücadele alanı vardır. İğne ucu kadar boşluk bırakmamacasına.

Buradaki “safdillik” ifadesi, toplumsal tarihin ihanetlerine, karşıdevrime, gericiliğe, emperyalizmin stratejilerine biatla eşanlamlı kullanılmaktadır.

Aydınlanma, bir bütün olarak dini, inanç sistemlerini tarihin ve sosyolojinin inceleme alanlarına, ibadeti kişisel vicdanlara bırakmak, toplumsal yaşamdan, siyasete müdahaleden, iktidar düzenlemelerinden silip atmaktır.

Bunu yapabilmek, evet, sonuçta siyasettir. Ama o siyasetin hangi ideolojik donanımla yapılabileceğinin öncelik kazandığı bir alana aittir.

O ideoloji, sınıfları yok sayan kimlikçi, milliyetçi siyasetlerin günümüzde kaçınılmaz olarak müttefiklerini emperyalizmin ve gericilerin arasından seçeceğini açıkça beyan eder.

O ideoloji, liberalizmin her zerresinde, bu gerici kampın “intellect” gücü bulunduğunu asla göz ardı edemez, en küçük bir yan yana gelişe izin veremez.

O ideoloji, dünyayı sermaye ve emek ekseninde, emperyalizm ve bağımsızlık ekseninde böler ve hayata böyle bakar, bunun siyasetini üretir. Burjuva aydınlanmacılığının ötesine geçer, bunu sınıf perspektifiyle pekiştirir.

Bu anlamda, gerekirse yapayalnız kalır, ama boyun eğmez.

Biz buna, sosyalist ideoloji deriz. Öncülük deriz.

* * *

Türkiye’deki siyasal yelpazenin bugününde, Turan Dursun kararlılığında, uzlaşmazlığında öncülük ve kavgayı önde göğüsleme görevimiz var...

* * *

“Dersin, neymiş meğer; ben de ölürsem” demişti Turan Dursun...