Aydemir Güler'le yürümek...

Yediveren miydi hiç bilmem yerli yersiz, zamanlı zamansız açıp duran, kokusu az ama bir acayip turuncunun şaşırtıcı tonlarını taşıyan sarmaşık gülünü söktüler annemin. Üzerine titrediği gülü, iki adımcık bahçesiyle birlikte tarumar edildi. O bahçeye balkonu uzanan bir evi de olmayacak artık. Nereden gelirsek gelelim, kapısından içeriye adım atıldığı an, “evcağızım evcağızım, sen bilirsin halcağızım” dediği iki göz odalı yer yıkılıyor.
Demişler ki, bir dosya kâğıdına yazmışlar ki, çürükmüş, ayakta duramazmış, derhal boşaltılmalıymış. Kısa pantolonlu veletken fırdöndüğüm evde, artık yaşlanmış damarlarından operasyon geçirmiş bir adam olarak yatarken başladı inmeye balyoz darbeleri. Komşularımız on gün içinde bir bir taşınırken...
Çocukluğumun evi, bütün mahalleyle birlikte yok edilirken. İnsan yaşamının en önemli diliminin tanığı bir mekân, “kentsel dönüşüm”le tarihten ve bellekten silinirken, aslında bir sosyal dönüşüme maruz bırakılırken.
Çürükmüş. Ayakta duramazmış. Yıkılmalıymış. Yerini, futbol sahamıza diktikleri gökdelenlere saka, iskete tuttuğumuz arsayı işlek caddeye çeviren alışveriş merkezine meyve depomuz Lemi’nin bahçesinde yükselen rezidansa uygun binalar almalıymış. Modern, çok katlı, konforlu bir yaşam alanı bahşedeceklermiş bize karşılığında... Bu üç katlı, sobalı, köhne halimizle bozmamalıymışız çevreyi, sararmış diş gibi durmamalıymışız aralarında.
Yaşam alanı... Annemin gülünü toprağından söken yaşam. Çocukların meyveye dalmadığı, top oynamadığı, misket yuvarlamadığı, kuş tutmadığı yaşam. Bir mahallenin, kırk yıllık komşuların dağıtıldığı, masal gibi anıların yok edildiği yaşam. Kaloriferli, uydulu, parmak izi güvenlikli, solumayan, buzdan bir binaya sürülen yaşam...
Bu evin, sokağın, mahallenin, yedi apartmandaki 108 dairede yaşayan insanların kırk yıllık öyküsü, biraz da Türkiye’nin öyküsü. O çocuk cıvıltılı, sabah merhabalaşmalı, akşam bir maniniz yoksa ziyaretli, çeşme başı kafileli, darda kalmışlık dayanışmalı, hastaya koşmalı, düğüne en iyi arabayı süslemeli, cenazede kürek gezdirmeli, herhangi bir terli çocuğun sırtına herhangi bir havlu koyulmalı, sokak satıcılı zamanlardan rezidanslı, AVM’li, yapayalnız insanlı işlek caddelere uzanan bir öykü.
Annemin gülü, bir yuvanın iki adımcık bahçesindeydi. Bir sokakta. Bir mahallede. Bir semtte. Bir kentte. Bir ülkede. Kökünden sökülünce gül, paldır küldür yıkıldı geriye kalanlar.
Ama hâlâ kurtarılacak bir şeyler var. Başka güller, başka sokaklar, başka komşular, başka çocuklar. Bu yıkımdan, bu tarihte bir iz olmaktan kurtarılacak şeyler. Bir gülle başlayan yıkımı, bir gülle durdurmak, yeniden filizlendirmek, yediverenleştirmek için yapılacak şeyler var.
Bu yüzden, bugün saat 13.30’da, Galatasaray’dan yola çıkıyoruz. Aydemir Güler’le birlikte yürüyoruz. Türkiye Komünist Partisi, İstanbul’dan başlayarak, bütün ülkede haramilerin saltanatına son vermek, bu yağma ve talanı, bu gözü dönmüş tahribatı durdurmak için yürüyor.
Biz evden ayrılırken, tek bir pencerede insan silueti kalmıştı. Semiha’nım Teyze, hâlâ camdan bize, “terli terli su içmeyin” diye bağırdığı noktaya gözünü dikmiş bakıyordu. Bu mahallenin tarihine asılı kalmış bir yankı gibi... Gözü seçmiyordu, konuşamıyordu şimdi ama bakıyordu, bağırıyordu. Kırk yıllık komşuluktan kalan ne varsa, korumak ister gibi. Gitmeyi, teslim olmayı içine sindiremeden...
Biz evden ayrılırken, iki üst katın pervazı sökük penceresinden Necmiy’anım Teyze’nin, her sevinci, her kederi paylaşma sözü, “Yaşasın Cumhuriyet!” çığlığı duyuluyordu hâlâ.
Biz evden ayrılırken, kimsecikler kalmamıştı, her biri bir yere dağılmıştı komşularımızın. Ama insan işte, olmuyordu, yapamıyorlardı, bir kalemde vazgeçemiyorlardı, unutmuyorlardı, mahallenin pastanesinde toplanıyorlardı her gün...
Biz evden ayrılırken...
İşte, Aydemir Güler’le yürürken, o bakışları, o haykırışları, o öpülesi gözlerdeki kederi sırtlıyoruz. Yeniden yüzlerini güldürmeye, “döndük geldik bak” kucaklaşmasına ilerliyoruz. Hatırşinaslıkla.
Biz İstanbul’a layık bir haziran sabahı olarak geliyoruz. “Boşuna çekilmedi bunca acılar” sözü karşılığını bulsun, “kavgamızın şehri”ne, yok yere “bekle zafer şarkılarıyla geçişimizi” demediğimiz görülsün diye yürüyoruz.
Çankaya’nın, tarikatın, sağcılığın güllerine karşı, annemin barbarca çiğnenen sarmaşık gülünü yeniden dikmek için orada olacağım ben. İki adımcık bahçelerden bir ülkeye varılacağını bilerek.