Ahmet’e Sözüm Var

Ahmet'in mezarını Türkiye'ye getireceklermiş de, ailesinden görüş bekliyorlarmış. Benim bildiğim Gülten, onlara güzelce bir görüş bildirecektir. O yüzden, üzerinde pek durmadım haberin. Ama, yine yaram kanadı, yalan yok. Anılar üşüştü. İçinde, müziğin, tarzın, Kürt meselesinin, ne bileyim, daha bir sürü farklılıkların hiçbir ağırlık taşımadığı anılar. Daha önce yazmıştım, ille o, bir hastane odasında yatarken sorduğum, "bir isteğin var mı Ahmet?" sorusuna verdiği yanıt. "Beni 1975'e geri götür!" Çocukluğumuza... Oradan ilk siyasi faaliyetlerimize. Yalınlığa. Sıradan neferliğe. Sonrasına...

Bir fotoğrafımıza baktım yine uzun uzun. Dört kişiyiz bir rakı sofrasında. Biri, Cemal Süreya, biri Feyza, biri Ahmet. Biri de ben, masanın tek sağ kalanı. Şimdi hüzün veriyor, ama o zaman amma gülmüştük. Oturduğumuz masanın bitişik duvarında, dev bir fotoğraf. Muhammed Ali, Frasier mı, Foreman mı, suratı dağıldığından pek belli olmayan birini iplere sıkıştırmış. Ve yumrukları, tepemize inecek gibi duruyor. Onlarca çeşitlemeyle, "pozisyonu yorumlamıştık" kıkırdayarak. Ne bilelim, çok geçmeden, başka darbeler alacağımızı. Ahmet'in uzakta kalbinin duracağını... Biz o gün sanıyorduk ki... Neyse işte, ne bilelim, bir gün birimizin mezarı üzerinden anımsama yaşayacağımızı...

* * *

1975'e dönsek, birkaç yıl içinde, yarına ilişkin büyük umutlar besleyen devrimciler olacaktık. Belki, bugünden bakıldığında, dünyayı değiştirme arzusunun, bir gençlik aceleciliğiyle buluşmasından söz edilebilir. Bunun yol açtığı sekmeler üzerinde de durulabilir. Ama şimdi, o kuşağın devrimcilerinin üzerindeki yorgunluğa, olgunlaşmayı geçip dalında çürümeye vardıran umutsuzluğuna, vazgeçişlere bakınca, iki ayrı atmosferin, iki ayrı sosyal ve siyasal zeminin kuşaklara etkilerini görünce, Ahmet'in isteğini yeniden yorumluyorum.

Bir projenin parçası oldukları için, "bu dünya değişmemeli" noktasında duran "sol"u hesaba katmadan, artık böyle bir beklentisi kalmamış, teselliyi namuslu aydınlar olarak yaşamlarını sürdürmekte bulan, ya da politik aktivitelerini, bir ulufe beklentisine indirgemiş insanlardan söz ediyorum.

Düz mantık, devrimcilik inadından vazgeçiş için, abartmıyorum, yüzlerce gerekçe sunuyor bugün. Yine aynı düz mantık, sosyalizm projesinin beyhudeliğini besleyen, yeni kuşakların buraya kendiliğinden yönelmesini seçenek dışı bırakan bir dizi somut olgu da koyuyor ortaya. Mutlaklaştırılmış bir sistemin bütün arazlarının, yine o sistemin çerçevesinde, bazı yamalar, değişiklikler yoluyla çözülmesini talep etmenin ötesinde, bir bütün olarak reddiyesini içeren çizginin yeniden gündeme gelmesinde, bu koşullara iradi olarak direnmek, bu yüzden büyük önem taşıyor.

1975'te, "dibi kum, dibi çakıl, dibi balçık her suya" vuran bir ay ışığı vardı. Koşullar, politizasyonu hızlandırıyor, bütün sosyal katmanları kuşatıyordu. Ne kadar sağlıklı olduğu tartışılabilir kuşkusuz, ama, birkaç yıl sonra, büyük oranda kofluğu, şişikliği ortaya çıkacak olsa bile, kendiliğinden bir akış içinde bile kitleselleşebiliyordu sosyalist akımlar. Eğrisiyle, doğrusuyla. O zaman, irade, bu yükselişin kalıcı bir hatta oturması yönünde kendisini gösteremedi, kabul.

Ama, bir tek yön, tartışma haricindedir. Bütün o hercümerç içinde, postula doğruydu: Bu dünya değişmeliydi, değiştirilebilirdi.

Bugün irade, bu doğrunun yeniden kitlesel bir eğilime dönüştürülmesi yönünde ortaya konuluyor ve çok daha fazla çaba istiyor. Biyolojiyle etiğin, mantıkla idealin, bugünle yarının cephe cepheye geldiği durumlar vardır. Türkiye, bu süreci yaşıyor.

Evet, vazgeçişlerin, umutsuzluğun, sistemden nasiplenmeciliğin, kırıntıya muhtaçlığın, değer satıp ulufe almanın, aptallaştırılmanın ülkesinde, bundan, öncü sınıfın da büyük oranda etkilendiği realitesinde, sosyalizmi somut bir seçenek olarak sistemin karşısına dikmek, ete kemiğe büründürmek. Akıntıya karşı durmak.

1975'e dönemeyiz, dönmeyelim. İşimiz, dünle değil, yarınla. Yarını, bugünün içinden çekip çıkaracağız. Zor. Zor, ama biz de zorluyuz. Bu nikbinlik değil, bu tarih bilinci. Bu dünya değişmeli. Bu dünya değişebilir. Bir zaman dilimi olarak değil, sosyalizmin her sokakta insanların karşısına çıktığı günler olarak götüreceğim Ahmet'i ilk gençliğimize... Zor. Ama, biz de zorluyuz!