1 Mayıs’ta kendimize meydan okumak

Asaf Güven Aksel'in “1 Mayıs'ta kendimize meydan okumak” başlıklı yazısı 28 Nisan 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Eğitim yılı anlamında bir alt sınıftaydı da, sosyal anlamda bir-iki üst sınıftaydı, kulakları çınlayası Hakan. O yılların atmosferinde, “ben de sizden olacam” demesinde de şaşılacak bir şey yoktu, kalkıp ardım sıra derneğimize gelmesinde de. Kapıdaki “İşçi Derneği” ibaresiyle kesif dumanlı salondaki öğrenci ağırlığı arasında bir uyumsuzluk olup olmadığı sorusunu yanıtlarken, onun ellerini arkada kavuşturup duvardaki büyük panonun önüne geçip dikilmesinde, pek hoşlanmadığı ortamdan kendini yalıtma isteğinin payı vardı kuşkusuz. Ne çare, dikilmişken bir de okumuştu.

Okudu, yavaşça döndü, “ben kaçayım” diye mırıldandı. Ne olduğunu sorduğumda, “aha baksana, beni tarif etmiş herif” dedi. “Ben kesin liberal olurum!”

Duvardaki büyük panoda, irice harflerle elle yazılmış bir alıntı vardı. Ezbere bildiğimiz 11 maddelik metin. Mao Zedung’un “Liberalizmle Mücadele Edelim” başlıklı, 7 Eylül 1937 tarihli yazısı.

Bugün, siyasal ve ekonomik anlamlarıyla yaygın bilinen liberalizmin bir başka türünün 11 başlıca görünümüne, devrimci bireylerin içindeki liberalizme karşı uyarılar içeriyordu.

Gerektikçe her türlü desteği vererek bizle birlikte kaldı Hakan ama asla bir örgütlü militan olmadı. Aslında bu tavrıyla “liberalizmini” birçok militandan daha fazla yendiğinin ise hiç farkına varamadı. Zaman zaman hâlâ görüşürüz...

Bunca yıldan, bunca deneyimden sonra, bunca “entellektüel birikim” ve incelmişlikle baktığınızda, bu anıya temel oluşturan metinde yığınla sorguya açık nokta görülüyordu kuşkusuz. Sadece bireylerin partiyle ilişkisini düzenlediği, partinin bireylere karşı sorumluluğuna değinmediği gibi. Bireylerin kendi aralarındaki yoldaşça ya da insani ilişkilerin, “emir komuta”, “ast üst” çerçevesinde yabancılaşma emareleri göstermesi gibi. İnsan tekinin özgül yapısına uygun esneklikte özel politikalar uygulayabilme maharetini önemsemez görünmesi gibi. Hayatın cıvıltısından, renklerinden iz taşımamak gibi. Günümüzün revaçta söylemiyle, “hep ödevler var, ya haklar” sorusunu duymamışlık gibi. Karşılıklı ilişki düzenlemesinde çubuğu fazlasıyla merkeze ve örgüte bükmek gibi. Yani o metin gibi, kendileri de sorgulanmaya açık da olsa, bir dizi sorgu noktası pek dikkate alınmamıştı.

Ve tabii şu soru: Ne oluyor, devrimin arifesinde, Japon istilası altında bir ülke koşullarında mıyız!

İşte bu temel sorunun, 1937’de o bir dizi sorgu alanını bir kenara bıraktırdığı ne kadar açıksa, 1976 Türkiyesi’nde, kapısında işçi ibaresi taşıyan öğrenci lokalinin duvarında ne aradığı da o kadar açıktı, tersten bir ilişki kurulduğunda.

1937 ve 1976, 2013 yılındaki 1 Mayıs vesilesiyle, birbirine bağlı bir anımsamayla çıkıp geldi.

1 Mayıs’ta Kadıköy, Taksim ya da İstanbul’un bir başka yerindekinden ayrı bir miting alanından farklı bir şeyi imliyor 2013’te.

“Kapitalizme ve iktidara meydan okuma” diyor Naciye Babalık. Doğru. Ama bu vurgunun içeriğinde saklı, daha geniş kapsamlı bir meydan okuma. Solun çok önemli bir bölümünü, şu ya da bu oranda, şu ya da bu görünümde etkisi altına almış, iktidarın ve kimlikçiliğin peşine takmış, devrimci ve sosyalist argümanları demokrasi ve özgürlük soyutlamalarına feda etmiş, sınıfı ulus ve halk kıskacına hapsetmiş, emperyalizmi “global köy” masalının “onlar ermiş muradına” terennümüne vardırarak silmiş liberalizme de net bir meydan okuma bu.

Kadıköy’de toplananların, diğer meydanlara, “biz ayrı bir takımız” mesajını vermeleri, durduk yerde bir “yalnızlaşma, kendini ayırma” cüreti olabilir mi? “Büyük güçleri birleştirme”den vazgeçiş olabilir mi?

Cürettir evet, vazgeçiş için değil kendini ayırmadır evet, ama yalnızlaşmak için değil. “Biz ayrı bir takımız!” ilanı, bir gücün kendini ortaya koyma iradesidir.

Emperyalizme ve kapitalizme karşı sosyalizm seçeneğini yükseltirken, her türlü el titrekleştirici, zihin bulandırıcı liberal etkilerin de açıktan karşıya alınmasıdır Kadıköy.

Bunun dışında “kapitalist yol”un bir başka parlatılışı olan, ulusalcılık yumuşatmasıyla asla zevahiri kurtaramayacak, sınıfın ideolojisine kesinlikle yabancı ırkçı, milliyetçi güruha da meydan okumadır.

Bunlar malum, aslolan, bir şeyi daha kavramak olduğu için bir anıyla girdik. Bu malum olanların gösterdiği ve açıkça beyan ettiği şey, sıcak savaşın göbeğinde olduğumuzdur bu noktada.

İşte “içimizdeki liberal”le mücadele, o yüzden, bugün çok daha yakıcı önemdedir.

Anımsamaya, o 11 maddenin içinden, örgütün ve siyasetlerinin hatalı olduğunu düşündüğünüz yönlerine karşı sessiz kalmak, bunları dile getirmemek, “gözlerimi kaparım vazifemi yaparımcılığa düşmek” kısmını seçip alarak başlayabilirsiniz.

Ama sizi, örgütten özel ilgi beklemeye, kendisini sadece büyük işlerin insanı görmeye, küçük gündelik çalışmalara dudak bükmeye, göze batmak için sürekli çığlık atmaya, kendini abartmaya, kişisel didişmelere, kariyerizme, kıdemle böbürlenmeye, kişisel görüşlerini her şeyin üzerinde tutmaya, görev bölüşümünü mevki sıralamasıyla karıştırmaya, sürekli hak ettiği mevkilerden dem vurmaya, ayrıcalıklar talep etmeye, isminin, imzasının peşine düşmeye karşı uyaran, aydın liberalizmine karşı sıradan militanlık aşısına kol uzatmaya çağıran maddeleri, yani bir devrimcinin, bir sıra neferi olarak mertebe aldığı en temel karaktere vurgu yapan maddeleri anımsamanın tam zamanıdır.

Nâzım’ın avaz avaz bağırmadan işe başlayan ve bitiren, sırası gelince sayısını sayan sıra neferi. O duvarda, onun 11 maddesi yazılıydı. 1937’de yazılmıştı. Yıl 1976’ydı.

Kadıköy’deki 1 Mayıs, siyaseten bir meydan okumadır. O meydana gelenlerin de kendilerine meydan okuma günü olmalıdır. Sıcak savaş, kollektifin sıra neferlerine güvenerek ilan edilir çünkü...