1 Mayıs'ın tek kahramanı

Tamam, dün söz verdik diye, yasak savma kabilinden kısaca devam edip bitirelim.

“Hey sen, hizaya gir, arkadaşının ensesini gör, bir kol boyu mesafeyle...” demek serbest sola. Sen şuraya geç, kırmızılı arkaya, türünden hiza vermeler meşru. Niye? “Yüzde”ler oranına geçemedi, kitle hareketlerini kucaklayamadı, çünkü söz dinlemedi! Gitsin köşeye tek ayak üzerinde dursun!

Bir konuda kararsızlık var, akıl vericilerde. Ya umursanmayacak kadar küçüğüz ve dikkati çekmemiz gerekiyor, ya da herkesin gözü üzerimizde, ama çekici gelemiyoruz.

Mesela, bir sosyalist partinin kitlesel örgütlenmesinin önündeki engeller arasında, şeffaf olarak gelir gider raporunu, bilançosunu halka arz etmemiş olmasını, ya da diyelim profesyonel kadrolarının mal bildirim beyanında bulunmamasını sayacak kadar titiz davrananlar var.

Halkın, ne bileyim, Gramsci’nin tezlerine yeterli ağırlık verilmemesini eleştirdiği bir bilinç düzeyinde olduğu görüşüyle, düşünsel çabaya gerek bırakacak formülasyonlardan kaçınılmış doğrudan ve somut mesajlara kulak verdiği görüşü, bir arada olabiliyor.

“Duran adam” gibi “yaratıcı eylem biçimleri”nin, “park teatileri” gibi “doğrudan demokrasi” örneklerinin yüceltildiğine de rastlıyorsunuz, “kendiliğindenci şekilsizliğin sınırları” üzerine fetvalara da.

Seçimlerde Gezi’yi sandığa sokamamak da sosyalistlerin suçu, Gezi sandığa girsin diye taleplerini yükseltip, Gezi’nin zıddı olan CHP’yi desteklememek de.

Gericiliğe karşı yeterli mücadele edememenin sorumlusu da sosyalistler, “militan laiklik”ten ve “aydınlanmacılık”tan uzak durarak, inançlara saygılı profili vererek “özgürlükçü” görünmemenin de.

Bunlar uzayıp gidiyor.

İnsanın da, tamam da, şimdi ne demiş oldunuz alla’sen, diyesi geliyor.

Bunları niye söylüyoruz? Sosyalistler istese her şeyi yapabilirlermiş, ama yapamıyorlarsa gönülsüzlüklerindenmiş havası artık can sıktığı için.
“Somut durumun somut tahlili”nde, her türlü etkenden soyutlanmış bir solun beceriksizliği ve söz dinlemezliği üzerinde tepinmek bıktırdığı için.

Sosyalistlerin elbet eleştirilere, önerilere ihtiyaçları var. En çok da elini taşın altına sokanlara. Bunlardan bahsetmemiz de, bu yöndeki girişimlere kulak tıkamadığımızı gösteriyor. Yeter ki, bir şeyden bahsediliyor olsun, yeni bir kelâm içersin. Yoksa atılan taş, ürkütülen kurbağaya değmiyor.

* * *

Aman neyse ne. Belki de bir başka sevimsiz insan, iyi şairin dediği gibi, hiçbir şey söylemeyen sözlere varmak için, her şeyin sonuna kadar söylenmesi gerekmiştir.

* * *

1 Mayıs, evet birlik, dayanışma günüdür. Tamamlayanı için birlik ve dayanışma: Mücadele.

Kimin mücadelesi? İşçi sınıfının.

Bu temel öğeyi çekip çıkardığınız zaman, ortada 1 Mayıs kalmaz.

Sosyalistler, siyasal iktidarın öznesi olmalarıyla elde edebilecekleri yeni bir dünya için mücadelelerinde işçi sınıfının yanında olmakla tanımlarlar kendilerini.

Bütün yapıp etmelerini, bu hedefe yönelik kılarlar.

1 Mayıs, aydınların, gençlerin, kadınların, özetle her toplumsal katmanın taleplerini, siyasal iktidara, sermaye erkine dayatırken, sesini yükseltirken, bunu emekçi sınıfın mücadelesiyle birleştirdiği bir gün olursa, herhangi bir günden ayrılır.

1 Mayıs’ta, kimlikler ve roller, emekçi sınıf yörüngesine uyarlanmalıdır.

Burada, böyle bir perspektiften kopuşa, pazarlıklara, öne çıkmalara yer verilemez. Sınır çizilemez, rol kapılamaz.

Meydanlara sınıf damga vurmalıdır ki, günlerden 1 Mayıs olduğu anlaşılsın.

Kurulu düzenle sınıfın mücadelesi için birlik ve dayanışma...

Yani, bir geçit töreni, bir bayrak sallama yarışı, hadi bakalım kim yasaklı meydana çıkacak gösterisi değil söz konusu olan.

Evet, iktidarın inatlaşmasına, karşılığı verilecektir. Evet, Taksim Meydanı’na zincir vurulması kabul edilmeyecektir. Evet, polis şiddetine pabuç bırakılmayacaktır.

Ama bunları, Taksim’i fethetme günü şenlikleri olarak görmeden. Sınıfın vakarıyla, olgunluğuyla, inadıyla, aklıyla davranmayı unutmadan.

Bugün işçi sınıfının ataletinden, yetersiz katılımından, sendikaların göstermelik temsiliyetinden bahis açmanın, haliyle “boşluk doldurma”nın değil, o güç ortaya çıktığında neler yapabileceğini göstermenin zamanıdır.

Birlikle, dayanışmayla. Yani, çoğalarak. Yani, Haziran’ın milyonlarını cezbederek. Toplumu, sınıfın yanına çekerek.

Kaç kişinin Taksim’e çıkıp çıkmayacağı değil, halkın, sınıfın bayramı için sokaklara dökülüp dökülemeyeceğidir sınama alanımız. Kalabalıklardır.

Kavgamız, siyasal iktidar içindir. AKP’den kurtulmak adımı içindir. Bunun için biricik dayanağımız, gücümüz, halktan gelir.

Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs için sembolik anlamı olmasına yol açan olgu, emekçilerin gücünden duyulan korkuyla yaşanmışsa, bunu yeniden yaşatmak için, hangi sokakta, hangi meydanda durduğumuzun daha öncesinde, bu gücü ve kararlılığı yeniden dolaşıma sokmaktır, kitlelere mal edebilmektir işimiz.

Sefer düzenlemiyoruz. 1 Mayıs’ı, sahibinin niteliklerine uygun bir tarzda kutlamak için, seferber oluyoruz. Emekçi halkı, haklı ve meşru bir kavgaya çağırıyoruz.

Sınıfın, halkın, tarihi rolünü oynamak üzere sahneye çıkması. 1 Mayıs’tan, yeni ve daha güçlü, sonuç alıcı, örgütlü bir Haziran’a uzanmak. Bunu unutarak elde edilecek bir şey yoktur, bunu sağlamayan hiçbir şey kahramanca değildir.