İran'a müdahale çoktan başladı

Son haftalarda İsrail basınında sık sık Netanyahu yönetiminin ABD’deki başkanlık seçimlerinden önce İran’a yönelik bir askeri müdahale başlatacağına ilişkin haberler çıkıyor. Ortaya atılan tez şu: Netanyahu ve Savunma Bakanı Ehud Barak, seçimler nedeniyle Obama’nın kasımdan önce İran’a yönelik bir müdahaleyi durduramayacağını hesap ediyorlar ve bu nedenle İran’a saldırmak için gaza bastılar.

İsrail basınında artık sık sık ayrıntılı savaş senaryolarının yayımlanmasına tanık oluyoruz. Bunlardan bir tanesi geçtiğimiz günlerde Richard Silverstein tarafından, İsrail ordu kaynaklarına dayanılarak, daha doğrusu oradan "sızdırılarak" yazıldı. Plan, oldukça ayrıntılı bir biçimde İsrail’in İran saldırısının nasıl gerçekleşeceğini anlatıyordu. Bazı satır başları şu şekilde:

“İsrail’in saldırısı, İran rejimini tamamen felç edecek ve sınırlarında neler olup bittiğini bilme kabiliyetini ortadan kaldıracak olan, daha önce eşine rastlanmamış bir siber saldırıyı da içeren koordineli bir hücumla başlayacak. İnternet, telefon, radyo ve televizyon, haberleşme uyduları ve kritik tesislere giden ve bunlardan çıkan fiber optik kablolar –Hürremabad ve İsfahan’daki yer altı füze üsleri de dahil- işlevsiz hale getirilecek. (…)”

“İsrail’den İran’a onlarca balistik füze fırlatılacak. Basra Körfezi yakınlarındaki İsrail denizaltılarından 300 km menzilli balistik füzeler atılacak. Füzeler alışılmamış savaş başlıkları ile (kitle imha silahları) donatılmış olmayacak, ama özellikle sertleştirilmiş hedefleri vurabilecek şekilde güçlendirilmiş yüksek patlama özelliğine sahip mühimmatla donatılmış olacak.”

“Füzeler hedeflerini vuracak: Arak’ta bulunan, amacı plütonyum ve trityum üretmek olan nükleer reaktör ve yakınlarındaki ağır su üretim tesisini vuracak olan bazıları yer üstünde patlayacak İsfahan’daki nükleer yakıt üretim tesisleri ile uranyum heksaflorid zenginleştirmek için kullanılan tesisler vurulacak. Fordo tesisine atılanlar gibi diğerleri ise yer altında patlayacak.”

“Yüzlerce güdümlü füze komuta ve kontrol sistemlerini, araştırma ve geliştirme tesislerini ve nükleer enerji ve füze geliştirme düzeneğinde yer alan üst düzey personelin evlerini dövecek. Yıllardır toplanan istihbarat, İran’ın bu alanlardaki profesyonel ve komuta düzeyindeki kadrolarını tamamen yok etmekte kullanılacak.”

“İlk saldırı dalgasının ardından sistemleri, çeşitli hedeflere ne düzeyde hasar verildiğini değerlendirmemizi sağlayacak olan ‘Mavi Beyaz’ radar uydusu İran’a yönlendirilecek. Uydudan gelen veriler çözüldükten sonra bu bilgiler İran’a doğru yola çıkan savaş uçaklarına gönderilecek. İsrail Hava Kuvvetleri’ne bağlı uçaklar, değil kamuoyu tarafından, müttefikimiz ABD tarafından bile bilinmeyen elektronik savaş düzeneğiyle silahlandırılmış olacak. Bu teçhizat İsrail uçaklarını görünmez kılacak. İsrail savaş uçakları, daha fazla saldırı gerektiren bazı hedefleri tahrip edecek.”

“Bu hedefler arasında Şibab 3 ve Secil balistik füze siloları, roket yakıtı yapımında kullanılan kimyasal bileşik depolama tankları, füze kontrol sistemleri üretiminde kullanılan sanayi tesisleri, santrifüj üretim tesisleri ve dahası olacak.”

Sızdırılan bu planın gerçekten İsrail ordusu tarafından hazırlanmış olması ihtimali yüksek. Elbette, İsrail ordusunun bu tür planları son birkaç haftada yapmaya başlamadığı da açık. Zira bu tür planlar İran’a yönelik müdahalenin son aşamasının bazı ayrıntılarına yer veriyor yalnızca. Gözden kaçmaması gereken unsur ise İran müdahalesinin çoktan başlamış olduğu…

Bu noktada şu önemli soru gündeme geliyor: Son aşamanın başlatılması kararını İsrail verebilir mi?

Daha önce soL portalda Ortadoğu’da bölgesel bir savaş ihtimalinin hiç olmadığı kadar arttığını çeşitli defalar yazdık. Bölgedeki gelişmeleri yalnızca gazetelerden izleyenlerin dahi aşina olduğu bir gerçek şu: Emperyalizm son bir buçuk yılda Ortadoğu’nun birçok düğümüne birden kılıç attı. Amaç, mevcut düğümleri kesip kopartmak ve yerlerine yenilerini atmak.

Bu düğümlerden bir tanesi Irak işgalinden sonra gücü ABD’nin öngörülerinin çok üzerinde artan Şii ekseninin dağıtılması. Suriye’ye dönük müdahale ise bu çabanın kritik halkalarından bir tanesi.

Başka bir açıdan bakıldığında, Suriye müdahalesi İran’a yönelik müdahalede büyük birkaç adım daha atıldığını gösteriyor. Herkesin bildiği olgu, ABD ve İsrail'in Suriye’de istediğini aldığı takdirde, İran’a yönelik müdahalenin son aşamasının derhal devreye sokacağı…

“Son aşama” ne şekilde gerçekleşir, ayrıntıları nasıl şekillenir, bu ayrı bir soru. Bilinen ve açıkça görülen ise, Suriye’de bir rejim değişikliği gerçekleşmesinin, İran’da rejim değişikliği için uygulanan baskının misliyle artması anlamına geleceği.

Peki, bölgenin genelinin siyasi mimarisini baştan aşağı yeniden şekillendiren bu çapta bir girişimin inisiyatifi yalnızca İsrail’in eline bırakılmış olabilir mi?

Bu soru, eski bir tartışmayı gündeme getiriyor kuşkusuz: İsrail, ABD’den ne düzeyde bağımsız…

İsrail’in ABD’den bağımsız davrandığı, örneğin geçtiğimiz yıllarda Filistin topraklarındaki Yahudi yerleşimlerinin mantar gibi çoğalması konusunda Obama’yla Netanyahu arasındaki gerilimin sadece sahneye konulan bir oyun olmadığı vesaire söylenebilir. Ancak bölgenin siyasi mimarisinin yeniden şekillendirilmesi gibi çok büyük ölçekli bir başlıkta, İsrail’in tamamen bağımsız bir inisiyatifle hareket ettiğini söylemek, İsrail-ABD ilişkilerinin tamamen yanlış bir değerlendirmesi olur. İsrail, bu tür başlıklarda ABD’nin bir uzvu olarak hareket etmektedir.

İyi, ama bu durumda şu soru akla geliyor: ABD’nin kasımdan önce Suriye’ye dönük bir askeri müdahale istemediği söylenirken, Obama yönetimi İran’a yönelik bir saldırıyı neden desteklesin?

Bu sorunun yanıtı ise başka bir çerçevede aranmalıdır:

Birincisi, Obama yönetimi İran’a yönelik zaten uzun zamandır devam eden bir saldırının baş aktörüdür. İranlı bilim adamlarının öldürülmesi, ülkenin sokulmak istendiği ekonomik cenderenin giderek daha fazla sıkılması, "terör" ve benzeri suçlamalarla uluslararası meşruiyetine yönelik saldırılar, Basra Körfezi'ndeki sistematik taciz... Bu liste daha da uzatılabilir. Özeti ise şu: Tartışma Obama'nın İran’a saldırıyı destekleyip desteklememesi konusunda değil, müdahalenin son aşamasına geçişin zamanlaması ve son aşamanın biçimi ile ilgili.

İkincisi, Suriye müdahalesinin şiddeti arttıkça İran müdahalesinin de şiddetinin artması kaçınılmaz. Çünkü bu iki müdahale bir bütün. Dolayısıyla ABD, Suriye’deki silahlı çetelere verdiği desteği yoğunlaştırdıkça, İsrail’in de “İran’a bir an önce saldıralım” diye feryat etmesi aynı madalyonun iki yüzü yalnızca.

Emperyalist müdahalelerin bütünlüğünün en açık göstergesi psikolojik savaş alanında yakalanabilir. İran’ın Suriye yönetimine verdiği desteğin gayrimeşru hale getirilmesine dönük çabalar herkesin malumu. Bir yandan Türkiye’si, Ürdün’ü, Suudi Arabistan’ı, Katar’ı ve Hariri’si Suriyeli çetelere her çeşit desteği verdiklerini açık açık beyan edecek, diğer yandan İran’ın Devrim Muhafızlarının Suriye ordusuna destek verirken yakalandığıyla ilgili bir takım “haberler” servis edilecek… Bu, psikolojik savaşın bir boyutu.

Daha önemlisi ise son dönemde ise bu alanda da bir nitel değişime tanık olmamız. İran’ın bölgedeki gücünü korumak adına başka ülkelerde çeşitli saldırılar düzenlediği yönündeki spekülasyonlara ağırlık verilmesi bunun göstergesi.

Geçtiğimiz ay İsrailli turistlerin Bulgaristan’da bir bombalı saldırı sonucu öldürülmesi, ondan önce Suudi Arabistan’ın ABD Büyükelçisine İran tarafından suikast düzenleneceği iddiaları ve son olarak da, dün İngiliz The Telegraph tarafından gündeme getirilen Ali Hamaney’in Devrim Muhafızlarına verdiği iddia edilen talimat… Hepsi bu nitel değişime işaret ediyor.

Son iddia üzerinde biraz duralım. The Telegraph’tan Con Coughlin, Batılı istihbarat kaynaklarına dayanarak, Ayetullah Ali Hamaney’in Kudüs Gücü’nden Esad rejimin devrilmesinin İran üzerindeki olası etkileri konusunda bir rapor hazırlamasını istediğini yazıyor. Doğrudan Hamaney’in görevlendirmesiyle yazılan raporun sonuç bölümünde İran’ın ulusal güvenliğine dönük yeni tehditler karşısında “pasif kalamayacağı” belirtiliyor ve Batı tarafından Suriye muhalefetine verilen desteğin İran’ın direniş ittifakını tehdit ettiği, İran’ın Hizbullah üzerinden Lübnan’a erişimini ciddi şekilde kesintiye uğratabileceği söyleniyor.

Buraya kadar söylenenleri Hamaney Cengiz Çandar'a sorsa aşağı yukarı aynısını söylerdi herhalde.

Ama Coughlin’in “haberi” şöyle devam ediyor:

“Rapor, İran rejiminin Batı’ya Suriye konusunda aşılamayacak ‘kırmızı çizgileri’ olduğunu ve ‘Amerika’ya, Siyonistlere, İngiltere’ye, Türkiye’ye, Suudi Arabistan’a, Katar’a ve diğerlerine Suriye’de ve bölgedeki başka yerlerdeki eylemlerinin cezasız kalmayacağını göstermesini tavsiye ediyor.”

“Hamaney, Kudüs Gücü’nün komutanı Kasım Süleymani’ye Batıya ve müttefiklerine karşı saldırıları yoğunlaştırması emriyle yanıt verdi.”

“Kudüs Gücü’nün, kısa süre önce Batılı hedeflere yönelik bir dizi terör saldırısına karıştığı iddiaları gündeme gelmişti.”

Tıpkı kulaktan kulağa oyunu oynar gibi, İngiliz gazetesinin Batılı istihbarat kaynaklarına dayandırdığı bu “haber”, bizim ana akım basınımızda şu şekilde yer buldu: “Hamaney vur emri verdi”, “vurulacak ülkeler arasında Türkiye de var!”

Hiçbiri “Batılı istihbarat örgütleri ne zamandan beri güvenilir haber kaynağı oldu” diye sorma ihtiyacı duymuyor. Sihirli bir sözcükmüş gibi “iddia edildi” denildikten sonra “İran Türkiye’yi de vuracak” diye devam ediliyor.

Böylece kamuoyu, yarın bir başka “iddia”nın ortaya atılmasına ve örneğin Gaziantep’teki kanlı saldırıda İran parmağından söz edilmesine hazırlanmış oluyor. Psikolojik savaş böyle yürüyor. Neyin doğru, neyin gerçek olduğunu bilmek imkansız. Ama ortada herkesin bildiği çıkarlar, çatışmalar ve eksenler var. Taraflar kendi eksenlerinin meşruiyetini insanların aklı ve vicdanı üzerinde kurdukları egemenlikle tesis ediyor. Bu “meşruiyet” gerçek ve doğru temellere dayanmıyor, dayanması beklenmiyor. Belirleyici olan savaşta kimin daha güçlü olduğu, kimin sesinin daha çok çıktığı…

Sonuç ise göz göre göre üzerimize geliyor. Emperyalizm Suriye’de istediğini aldığı takdirde İran’a doğrulttuğu silahın da tetiğini çekecek. Şu anda büyük bir hızla tetiği çekmek için ihtiyaç duydukları enerjiyi biriktiriyorlar. Artık herkes o silahın eninde sonunda patlayacağını biliyor. Dolayısıyla onu kimin, ne zaman ateşleyeceğinin de bir noktadan sonra önemi yok. Önemli olan tek şey, bölge ve dünya halklarının o tetiğin çekilmesini haklı görüp görmeyecekleri.

Ve burada Suriye bir turnusol kağıdı işlevi görüyor. Aynı silahın Suriye’nin üzerine boşaltılmasına hak verenler, silah İran’ı vurduğunda da hak verecek. Ama İran'ın da elinde bir silah olduğunu acı bir şekilde tecrübe edeceğiz.