Arzulayan bir sınıf olmak

Orta sınıf mevzuna yoğunluktan geçen hafta ara vermiş olduk önceki yazımda ana hatlarıyla orta sınıf kavramını da sağın eline bırakmamak gerektiğinin altını çizmiştim. Yani kavramı doğru bağlamlarında belirsizlikten kurtarmak, ve normatif bir işleyişe sokmak mümkün. Gezi direnişi bağlamında söylenen bu hareketin ağırlıklı olarak orta sınıf başkaldırısı olduğu saptaması elbette sorunlar taşıyor. Ben böyle bir tümleyiciliğe elbette gitmeyeceğim. Ama yine de şunu söylemekten çekinmeyeceğim: Gezi’nin vitrininde ve yaratıcı orantısız zekasında, sloganlarında, ironisinde yeni orta sınıfların ağırlığı gerçekten vardır.

Peki yeni orta sınıf (YOS) ile neyi anlatmak istiyorum? Aslında çok karmaşık değil. Bu kesimi oldukça dar bir anlamda ele almak yanlısıyım. 1990’lı yıllarda bütün dünyada sayıları artan, çoğu alt ve geleneksel orta sınıflardan devşirilmiş, üniversite mezunu ve ağırlıklı olarak neo liberalizmin kilit finans, bankacılık, bilişim, medya ya da yaratıcı sektörler gibi hizmetler alanında çalışan ücretli beyaz yakalı bir kesimden bahsediyorum. Kendini mekansal ve kültürel olarak geldiği alt-orta sınıflardan hatta burjuvaziden bile ayrıştırmaya çalışan, küresel etkilenmelere fazlasıyla açık, dinamik bir kesimden bahsediyorum. Ebeveynleri gibi 1945 sonrası Fordist düzenin hiyerarşik disiplini, liyakatçılığı ve meslek ahlakıyla belirlenmemiş, çileci bir tasarrufçulukla malul olmayan tüketim ve haz odaklı, uyarlanabilir esnekliğe alışkın bir arzulama pratiğine sahip olmaya çalışan vitrini patlak bir eğitimliler ordusuydu YOS. 1980’li yılların sonunda diplomalar alınıp, 1990’lı yılların yükselen hizmetler sektörüne akmaya çalışan, yüksek maaşlar ile mest olmuş neşeli beyaz yakalılar yani plaza arıları. Beni bu dinamik ve riskli sosyolojinin kendini nasıl kültürel farklılaşma setleri inşaa etmeye çalıştığı, farklılaştırma mekanizmaları ve arzu politikaları ilgilendirdi daha çok. Hatta şu rahatlıkla söylenebilir: Yükselen doksanlı yıllarda neo liberalizmin hizmetler sektörü ağırlıklı, sanayiyi çepere iten, gökdelenleriyle New York esinli küresel kentin ve yoksulları kent merkezlerinden kovan ve tarihi mekanları eğlence ve kültür odaklarına dönüştüren soylulaştırma (gentrificiation) sürecinin de en önemli aktörüydüler. Bu anlamda açılan barlar, kulüp ve cafeleriyle kent bu kesimin arzu ve karşılaşma mekanlarına evriliyordu. Kapatılan gazinolar ya da parklar gibi kentle kurdukları ilişki mekanlarını yitiren geleneksel orta ve alt sınıflar, evlerinde TV başında çekirdek çitlerken, YOS bütün dinamizmi ve energy drink’leriyle gündüz ofiste gece eğlence ve kültürün içindeydi. Kentle kurdukları ilişki aristokrasi dahil geçmiş sınıflarla karşılaştırılamayacak ölçüde arzu dolayımıyla kuruluyordu. Küresel kentin ya da daha özgün deyimle Sex and City ve özgür kadın profesyonel mitinin de ivmesiyle yeni orta sınıflar kendilerini ayrıştırmış özgül mekanları deneyimlemeye özellikle dikkat ediyorlar ve kent hassasiyetleri de fazlasıyla yüksekti. Bu anlamda kapitalizmin çelişkilerini sınıfsal ilişkiler üzerinden değil, arzunun kısıtlanması üzerinden deneyimlemeye yakın ve muhafazakar tepkilere karşı hassasiyetleri fazlasıyla yüksekti.
2000’lere gelindiğinde kötümserliği artmakla beraber teknoloji dostu yeni bir kuşakla (Y kuşağı) ivmelenen YOS kendini imtiyazlandıran soylulaştırma sürecinin kendisini de dışlamaya başladığının fazlasıyla farkındaydı. Yani küresel kentin vitrini olmuşlar, ama burjuvazinin bobo’laşıp kent merkezlerine dönmesiyle arzu mekanlarını kaybettiklerini kızgınlıkla hissetmeye başlamışlardı. YOS benim kitabımda göstermeye çalıştığım gibi, Türkiye özelinde Leman dergisi üzerinden Ekşi Sözlük ve Zaytung’a uzanan ve yeni kuşağın Penguen ve Uykusuz gibi dergilerinde gelişen sinik ironik dil üzerinden kendine bir kültürel sermaye oluşturmaya uğraşmıştı. Önceleri dışlayıcı olan ve alt sınıfları paradileştirmeye çalışan bu yaklaşım 2000’lerin ortalarına gelindiğinde fazlasıyla alt sınıflara yakın, evcil ve samimi bir ara yüze evrilmişti. Gelecek yazıda bu dili, arzu politikalarını ve Gezi Direnişi’yle bağlarını açmaya çalışacağım. Çünkü o samimi inançsız dilde kapitalizmin ve beyaz yakalıların krizini görmek bizi şaşırtmayacaktır.

Tekinsiz portreler
Özgün portreleriyle tanınan Zulal’in, Evin Sanat Galerisi’ndeki ilk kişisel sergisi “Ben Diye Biri” 19 Kasım’da açıldı. Sergide sanatçının yağlıboya resimlerinin yanı sıra desenleri de izleyiciyle buluşacak. Zulal yeni sergisinde, çevresindeki insanların portrelerini bu kez değişik bir bakış açısıyla resmediyor. Diğer sergilerinden farklı olarak resmini modeliyle birlikte oluşturuyor. Modelin kendi gerçeği dışında bürünmek istediği karakteri, kendine özgü renkleri ve motifleriyle resmediyor. Bu resimler, modelin hayalini ustalıkla kurgulanmış bir kompozisyonda sanatçının fırçasından bizlere aktarıyor. Zulal’in “Ben Diye Biri” isimli sergisi 12 Aralık 2013 tarihine kadar pazar günleri hariç hergün Evin Sanat Galerisi’nde izlenebilir.

Perişan öğrenci evlerimiz
Öğrenci evleri tartışmasında benim aklıma 90’lı yıllarda dönemin mizah dergisi Gırgır’da doğan ve daha sonra Hıbır’da maceraları devam eden Grup Perişan çizgi tiplemesi geliverdi. Bugünün mizah dergisi okurlarının hatırlayamayacağı bir diziydi. Zaten o yılların mizahında öğrenci evleri ve yurtlar, T cetvelli üniversiteliler dergilerin baş konularındandı. O dönemde gençler arasında yeni yeni yaygınlaşan Heavy Metal ve Rock kültürünün öncülerinden Abdülkadir Elçioğlu’nun yarattığı bu karikatür dizisi, üniversitelilerin kendilerini bulduğu bir dünyadan bahsediyordu. Sevenlerinin deyimiyle Abdül’ün Grup Perişan’ı aynı öğrenci evini paylaşan, makarnaya talim Mikrop Danyal gibi taşralı samimi bir anadolu çocuğundan, Soyut Şadi gibi o yıllarda görünürleşmeye başlayan entellere ya da Rocker olma yolunda tam gaz giden Laçka Mazhar gibi kentli gençlere zengin bir özdeşleşme imkanı sağlıyordu. Neler yoktu ki Grup Perişan’ın maceralarında. Kirayı arttırmaya çalışan hacı evsahipleri, girip çıkanı denetlemeye çalışan delikanlı mahalle abileri, evsizlikten sevgilisiyle buluşamayan ergenler, memleketten gelen erzak sepeti ve daha bir sürü hata deneyimi... Grup Perişan, rock müzik ağırlıklı yaşamları ve bunun örgüsündeki gerçek hayattan yakalayabileceğiniz yan tipleriyle yeni gençliği yakalamayı bilmiş bir köşeydi