Gerçeklerin gücü hakaret midir?

Cumhurbaşkanına hakaret konusu, hem siyasetin hem de hukuk ve yargının içinde bulunduğu durumu anlatma yönünden “klinik vaka” haline geldi. AKP’nin Türkiye’yi getirdiği durumun yansıması oldu.

İktidarların hukuka duyduğu gereksinimin kaçınılmazlığı ve hukukun gücünü kullanmaları bilinir. Bu nedenle, hukuku yaratan akıl ve düşünce sistematiğine el atılarak, hukukla sürekli oynanır. Kendi hukukları kendilerine dönmeye başladığı ya da daha keyfice yönetme hırsı öne çıktığı zaman da kurallara uyulmaz ve yargıdan destek alınır.

Ya yargı keyfilikten desteğini çekmeye başlarsa…

Cumhurbaşkanına hakaret konusunda, dava ve sanık sayısıyla her geçen gün yeni rekorlar kırılıyor. Bu konuda tam bir dava doyumsuzluğu var. Bir yandan da, “ders gibi yargı kararı” manşetlerini attıran aklanma kararları geliyor çeşitli illerden.

Öte yandan Ceza Yasası’nın cumhurbaşkanına hakareti özel olarak düzenleyen 299. maddesinin Anayasa’ya aykırılığı iddiasıyla mahkemelerden Anayasa Mahkemesi’ne itiraz başvuruları yapılmaya başlandı. Mart ayının ikinci haftasında İzmir’den, son haftasında da İstanbul’dan geldi Anayasa’ya aykırılık iddiaları. Her iki başvuru da Anayasa’nın hukuk devleti ve eşitlik ilkeleri ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları yönlerinden ciddi gerekçeleri içeriyor. İzmir başvurusu, bizim de cumhurbaşkanına hakaret suçu atölye çalışmalarında dile getirdiğimiz “isnadın ispat hakkı” konusunu işleyerek ayrıca bir tartışma açıyor.  

Anayasa Mahkemesi’nin önüne daha çok başvuru yapılacağı anlaşılıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararını esas alan Fransa, özel yasa hükmünü yürürlükten kaldırırken Anayasa Mahkemesi ne diyecek, göreceğiz.

Toplumun içinde bolca konuşulan konular, artık yargı kararlarıyla da belgeleniyor:

“Cumhurbaşkanının, seçilmeden önce hükümeti kuran ve iktidarda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi'nin genel başkanı ve başbakan olduğu”;

Hakaret davalarının içeriğinin,  “daha önce uzun süre başbakanlık yapan mağdurun ve başında bulunduğu iktidar partisinin uygulamalarından, mağdurun tutum ve davranışlarından kaynaklandığı”;  

Sanıkların ve birçok insanın, “bu durumu eleştirmek ve protesto etmek amacıyla toplantı düzenleyerek basın açıklaması yaptıkları”, “siyasi eleştiri kapsamında bahsi geçen sloganların atıldığı”;

Sloganların, “grubu oluşturan kişilerin gündemde olan bu konu ile birlikte mağdurun ve daha önce genel başkanı olduğu iktidar partisinin uygulamalarını, mağdurun, kendilerinin de içinde bulunduğu toplumun bir kesimi açısından uygun olmayan tutum ve davranışları ve söylemleri ile ilgili düşünce ve duygularını açıklama niteliğinde olduğu”; yargı kararlarıyla ifade ediliyor.     

Yargı devam ediyor; “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin yerleşik kararlarına göre, Anayasa ve yasalar ile öncelikle de sözleşmeyle koruma altına alınan ifade özgürlüğü kapsamında taraflı düşüncelerin açıklanabileceği, düşünce ve görüşler açıklarken sözleşme kapsamında kamuoyunu şiddete teşvik etmediği sürece saldırgan, ağır kelimeler kullanılabileceği, siyasi kimliği olan kişiler hakkında bu tarz düşünce açıklamalarında bulunulabileceği, mağdur gibi daha önce siyasi kişiliği bulunan ve kamuoyuna malolmuş kişilerin siyasi kişilik taşıdıkları dönemde yerine getirdikleri görevlerini yaparken izledikleri yol açısından bu tarz eleştiri ve düşünce açıklamalarını göğüslemek zorunda oldukları” dile getiriliyor.

"Hırsız", "katil" ve "diktatör" sözlerinin “bu bağlamda ifade, düşünce ve düşünceyi açıklama, yayma özgürlüğü kapsamında kaldığı, olay tarihinde gerçekleşen toplantıda herhangi bir şiddet veya kişileri kin ve nefrete sürükleme unsurunun da bulunmadığı” belirtilen kararlarda, “mağdurun, Cumhurbaşkanı olduktan sonraki birtakım davranışları ve sözlerinin, toplumun bazı kesimlerinde halen iktidarda bulunan partinin genel başkanı gibi hareket ettiği, eski partisi ile bağlarını kopartmadığı algısını oluşturduğu ve halen siyasi kişilik taşıdığı düşünülerek protestolara konu olduğu” belirtilerek sanıklar hakkında beraat hükmü veriliyor.

Bunlar yargının gerekçeli kararlarında yazıyor. “Yargı kararlarını tekrarlamak ve paylaşmak” diye bir suç yok.

Paranın saltanatına ve bu saltanatı yaşatmaya amade şiddette karşı düşünce üretmek ve siyaset geliştirmek diye de bir suç yok.  

Siyaset, “hem amaç ve görevleri hem de araç ve yöntemleri” kapsadığına göre, uygulanan siyaset, karşı siyaseti de getirir.

Siyaset, “toplumsal ve ekonomik yapının yansıması olan etkinlikler” olarak nitelendirildiğine göre, uygulanan siyaset karşı etkinlikleri de getirir.

Kendi yaptıklarına “siyaset” diyenler, karşı siyasete “hakaret” dedikleri an iki yüzlülüğe ve siyaset yanılsamasına sığınan kişiler olurlar ki, kendilerine bunu anımsatmak da bir siyasettir.

Siyasetçilerin, kendilerine karşı eylem ve sözlere “daha fazla hoşgörü” göstermeleri gerektiği artık evrenselleşmiş, çağdaş bir ilkedir. Bunun dışında kalanlar, ancak mizahın ağırlıklı konusu olaya devam ederler.

Fikirler çarpıştırılmadan siyaset yapılmaz. “Dayatma”yı tercih eden ve karşı fikri kendisine hakaret sayanlara da gerçekler izin vermez. Çünkü gerçekler, hakaret sözcüğünün demagojisinden ve hakaret sözcüğüne sığınanlardan daha güçlüdür.