Sermaye sınıfının örgütleri arasında ya da kimi patronlarla siyasal iktidar arasında güç çekişmesinden hak ve özgürlükleri gasp edilenlere, yoksullaştırılanlara, işsizleştirilenlere, sömürülenlere ne çıkacak?
Düzen içinde hukuk devleti isteği
Ali Rıza Aydın
Geçen haftaki yazımda “haddi aşan hukuk ve yargı aracılığıyla tasarım”dan, hukuk ve yargı aklının “kimileri doğrudan, kimileri de dinsellik aracılığıyla sömürücü sınıfa teslim edilmesi”nden söz ettim. Bu teslimiyete yasama organının ve siyasal iktidarın ortak olduğunda kuşku yok. Genel deyişle sermaye sınıfı, burjuvazi, gericilik, devlet ve hukuk… Hepsi aynı yerde.
Sevgili Volkan Algan’ın yeni romanı “Eksodos”ta (Yazılama Yayınevi, Aralık 2024) Gülay’ın Avukat Aydın’a söylediği; “Hukuk dediğin soğuk kurallar manzumesinin arkasına sığınıp, insani olana karşı, bana karşı bu kadar körleşmiş olduğunu görmek beni nasıl yaraladı bilemezsin” sözlerinin arkasında “bir işçinin ölümü”nde “işinin gereğini” yaptığını düşünen Aydın’ın patronunun suçlu olmadığını savunması, patronunun yanında yer alması yatıyor; iş kazası değil, işçi cinayeti yatıyor. TÜSİAD’ın hukuk devleti talebinin özeti de buraya, sermaye sınıfının çıkarına oturuyor.
Bugün Türkiye’de yargı aracılığıyla hak ve özgürlük sınırlamasına, engellemesine gidilmesi yoluyla yaşananların kalkış noktasında siyasal iktidarın olduğu tartışmasız. Buradan ne Anayasadaki “meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde hak arama özgürlüğü” ne de “adil yargılanma hakkı” yaşama geçer.
Ekonomik, siyasal ve toplumsal gerçekleri araştırıp anlatanlar, siyasi faaliyet hakkını kullanarak siyasal iktidarı eleştirenler, farklı siyaset yolları önerenler, siyasal iktidara siyasi faaliyetle talip olanlar, haber verme ve alma hakkını kullananlar, suç duyurusunda bulunanların başına gelenler… Daha birçok başlık hangi “hak arama özgürlüğü” ve “adil yargılanma hakkı”yla anlatılabilir?
Sermaye sınıfının örgütleri “hukuk devleti” derken, “tahkim”, “arabuluculuk” gibi yargı dışı kurumlara başvurmayı isteyenler değil mi? Sınıflarının çıkarını yasalaştırmak için yasa önerilerini yazıp parlamentoda yasalaşmasında etkin olan onlar değil mi? Sermaye sınıfının egemenliği için emekçileri denetim altında tutacak hukukun sahibi olarak, yargıyı da bu hukuka uygun örgütleyerek sömürüyü güvence altına alıp emek gücünü güvencesiz bırakanlar onlar değil mi?
Hak arayan işçilere baskıya, onların tutuklanmasına sessiz kalanlar; grevleri erteletenler; özelleştirme yağmasıyla zenginliğine zenginlik katanlar; ucuz, esnek, güvencesiz emek gücünü isteyenler kim?
İşine gelmeyen yargı kararı için “demokrasiye sıkılan kurşun” denilmesi, seçme seçilme hakkı ihlalinde yerel mahkemeler ve Yargıtay kararları ile Anayasa Mahkemesi hak ihlali kararlarını karşılaştırma bilgiçliğine girilmesi, beğenilmeyen kararları veren mahkemelerin kadrolarıyla oynanması, olmadı mahkemelerin kapatılmasından söz edilmesi hukuk devletine oturtulamıyor ama bu tür başlıklarda takılıp kalındığında da hukukun ve devletin sınıflı toplumdaki yeri unutturuluyor.
Yargıyı adalet gücü olarak gösterenlerin, işine gelmeyen yargı kararlarını dolanarak geçmesine ne demeli…
İşte yakın tarihli örneklerden biri:
Ankara Beşevler’de, eskiden Uygulamalı Otelcilik Turizm Lisesi’nin ve yanında Konservatuvar’ın bulunduğu yerde cami, dinsel tesis, diyanet akademisi gibi adlandırmalarla yapılan, Melih Gökçek döneminde başlayan plan değişiklikleri üç kez yargı kararıyla iptal edildi. Son iptal Ankara 6. İdare Mahkemesi’nin 25.10.2024 günlü, E.2024/333, K.2024/1505 sayılı kararıyla geldi. Mansur Yavaş dönemindeki bu kararın gerekçesinde plan değişikliğinin “…bilimsel ve teknik temele dayanmadığı, araştırmalara ve ihtiyaç analizine yer verilmediği…”, “…bölgede yer alan mevcut/planlı ibadet yerleri ve bunların hizmet etki alanları göz önüne alındığında … cami alanı düzenlenmesine ihtiyaç bulunmadığı…” ve “…plan değişikliği işleminin, imar mevzuatının ilgili hükümlerine, şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına ve kamu yararına uygun olmadığı…” açıkça belirtildi. Hukuk devletinden beklenen nedir? Yargı kararına uymak. Yargı kararına karşın ne yapıldı? Mansur Yavaş, Murat Kurum işbirliğiyle Büyükşehir Belediyesi yerine Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü devreye sokuldu. 30 bin metrekareden fazla inşaatı içeren benzer plan, yargı kararına ve kamu yararına aykırı bir işlemle tekrar askıya çıkarıldı.
Elbirliğiyle yıkıyorlar…
12 Eylül darbesi sonrasında, 1982 Anayasasında, 2010 Anayasa değişikliklerinde, Hakimler ve Savcılar Kurulu, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay’ın örgütsel yapısı, bileşimi ve kadrolarıyla oynanırken, yargı yürütmenin güdümüne sokulup üzerinde bağımlılık tasarımları yapılırken, yargıya ve mensuplarına saldırılar ve baskılar sürerken, savunma hakkı ihlal edilip savunma yapanlar suçlanırken, yasama organı işlevsiz hale getirilirken, seçme ve seçilme hakkı yok sayılırken susanların hukuk devleti çağrısı samimi olmuyor.
Sermaye sınıfının örgütleri arasında ya da kimi patronlarla siyasal iktidar arasında güç çekişmesinden hak ve özgürlükleri gasp edilenlere, yoksullaştırılanlara, işsizleştirilenlere, sömürülenlere ne çıkacak? Sermaye sınıfını şirin gösterecek arayışlar sömürüyü bitirecek mi?
Sermaye sınıfının çıkarları yönünde yapılan çağrılara, yasa önerilerine ve reformlara onay verirken, halka karşı yapılanlara sessiz kalmak haksız ve eşitsiz gücün kullanılabilmesi için gerekli ortama yarıyor. Bu ortam halkı içine alarak “Cumhuriyet” olması gereken bir devletle de uyuşmuyor.
Halkı piyasaya, gericiliğe, yoksulluğa, hak ve özgürlük yoksunluğuna, eşitsizliğe, adaletsizliğe, sermaye sınıfına ve sömürüye tutsak eden düzeni kendi kural ve kurumlarıyla iyileştirmeye kalkışmak şeytan taşlayarak ya da vampire haç göstererek çözüm beklemeye benziyor.