Bana Bürokratını Söyle Sana Kim Olduğunu Söyleyeyim II

İki ay önce emeğin vasfı tartışmasını bürokrat ve bürokratik elit üzerine çevirmeye çalışmıştım. Bu ay bu noktadan devam etmek istiyorum.

Emeğin vasıf tartışmaları genellikle eğitim seviyesi ve teknoloji üzerinden yürütülegelmektedir. Yeni teknolojilerin daha yüksek eğitim gerektirdiği, dolayısıyla daha vasıflı emeğe ihtiyaç duyduğunu savlayan liberal okul karşısında, teknolojik gelişmelerin otomasyonu artırarak işbölümü ve uzmanlaşmayı derinleştirdiği, dolayısıyla emeği iş sürecine ve makinaya daha çok bağımlı kıldığını savlayan Harry Braverman temelli eleştirel yaklaşım arasında gidip gelmektedir.
Belki Bravermangil eleştirel yaklaşıma bir yama yapmaya çalışarak, tekelci kapitalizmin sanayii ile küresel kapitalizmin post-sanayi üretim teknolojilerinin insan aklında yarattığı tahribat arasında bir fark gözetmeye çalışmanın faydalı olabileceği kanısındayım. Bu farkı kısaca ve en basit biçimiyle şu şekilde anlatabilirim: Tekelci kapitalist sanayiin üretim örgütlenmesi karşısında insan acizdir. Dev fabrikalar, 'görünür' bacaları ve yüksek fırınlarının azameti karşısında insanı ezmekte, kendisine hayran bırakmakta ama buna rağmen 'görünür' fiziksel bir gücü meşrulaştırmaktadır. Bu dev güce karşı koymanın yolu da dev emekçi örgütlenmelerinden, kitlesel eylemliliklerden geçer. Sanayi toplumunun 'görünür' özü emekçileri daha materyalist ve örgütlü bir sürece doğru sevk etmektedir. Mekanik üretim örgütlenmesini ve elektro-mekanik üretim araçlarını anlamak mümkündür ve üstelik anlamaya çalışmak da ayrıca zevkli bir faaliyettir. Kapitalist üretim örgütlenmesi ve üretim araç gereçleri, bütün azametine rağmen, kavranabilir bir yapıdadır.

Küresel kapitalizmin üretim örgütlenmesi ve nümerik temelli (dijital) makinaları ise 'gizli' ve anlaşılmaz olanın iktidarını meşrulaştırır. Kavramak neredeyse imkansızdır. Bilgisayar teknolojilerini düşünün! 1-0 ikilikleri üzerinden çalışan ama çalışma mekanizmasını gizleyerek size simülatif, farklı bir dünya sunan, bu dünyada ortaya çıkan aksaklıkların nereden kaynaklandığını uzman kişilerin bile kolay kolay anlayamadığı, 'parça tamiri'nin neredeyse mümkün olmadığı, yani arızalanan parçanın arızasının nereden kaynaklandığını anlamanın neredeyse imkansız olduğu, bu nedenle onarımların parçaların tamamen yenilenmesi yoluyla yapıldığı, kendisine müdahale edilmesi oldukça güç, bu yönüyle de 'gizemli' bir mekanizmayı bizlere sunar. Hergün daha çok küçülen bilgisayar teknolojileri, arkasında hergün daha çok büyüyen ve katmanlanan büyük bir örgütlenmeyi gizler. Bu örgütlenme ulaşılamaz, tam anlamıyla kavranamaz, dolayısıyla müdahale edilemez bir yapıdaymış izlenimi yaratır. Yeni üretim örgütlenmesi, bir tür "network"tür ve bu "network"e dahil kişiler bile bu örgütlenmeyi kavramak ve bu örgütlenmeye müdahale etmek konusunda kendilerini aciz hissederler. Böyle bir üretim örgütlenmesinde emekçileri bekleyen aciz duygusu, kendilerine ve kendi örgütlenmelerine güvensizlik, süreç üzerinde söz sahibi olamayacaklarına inanma ve bir tür 'teslimiyet'tir. Sürece ve süreci kuran 'gizli özne'ye bir tür teslimiyet, onun standartlarına körü körüne uyma isteği... Bir yanda ne zaman ne yapacağını kimsenin de tam olarak bilmediğine inanılan 'tanrılaşmış' bir 'piyasa' algısı, diğer yanda 'hikmetinden sual olunmaz' uluslararası standartlar... 'Piyasa tanrı' ve 'peygamber-uluslararası standartlar'ın sözünden çıkmazsan kazançlı çıkacağına, 'ödüllendirileceğine' olan inanç.
İşte bizim bürokratik elit için 'zamane' tanrı ve peygamberler bunlar haline gelmiştir. Piyasa kurallarına tam teslimiyet ve uluslararası standartların 'sünnet'ine uygun davranma yolunda hareket etme... Bunu yaparken de mümkün mertebe sorgulamama. Çünkü yeni tanrı ve peygamberleri sorgulamak bir tür 'küfr' demektir, 'mekruh'tan öte bir günahtır. Yeni tanrıların aklına hakim olmak, onlar gibi düşünmeye başlamak, 'en-el Hak' mertebesine ulaşmaktır. Bu yüzden yeni bürokratik elit, IMF, Dünya Bankası, OECD vb kurumların temel yaklaşımlarını hatmetmek, onların akıllarıyla birleşmek, onlarla 'bir-olmak', onların kavramlarını olabildiğince kullanmak ister. Hatta bir çoğu ne kadar saçma sapan şeyler bile yazarsa yazsın, yeni tanrıların kutsal dili olan ingilizcedeki kitapları, kendi ana dillerindeki kitaplara üstün tutarlar. Nasıl İslam dinine gönül vermiş kişiler olabildiğince Osmanlıca ya da Arapça kelimeleri konuşmalarının aralarına sokuşturuyorsa, yeni bürokratik elit de konuşurken olabildiğince kutsal dil olarak gördüğü ingilizceden kelimeleri konuşmalarına monte ederler. Uluslararası hiyerarşiyi tek ve mutlak görürler. Bu hiyerarşinin parçası olmak için onun kurallarına sorgusuz sualsiz uymak gerekir. Uluslararsı rekabette öne geçmek bu dünyanın standartlarına herkesten önce adaptasyona bağlıdır. O yüzden ulusalararası standartların mümkün olan en kısa sürede ülkeye taşınması elzemdir.

Belki de bu yüzden hem emekçiler arasında hem de bürokraside dindar kişilerin sayısı her geçen gün artmaktadır. Yani belki de, küresel kapitalist örgütlenmenin 'gizemli' yapısı, emekçilerde, elitlerde, aydınlarda dini eğilimleri artırıcı yönde etki etmektedir.
Önümüzdeki ay bürokratik elitler üzerine yazmaya devam etmek üzere 'yeni tanrılar'dan olabildiğince azade kalınız!

[email protected]