Akademisyenliğine sahip çıkamayan YÖK üyeleri, rektörler, dekanlar ve hatta akademisyenlerle üniversitelerin "üniversiteleşmesi" ya da toplum yararına hizmet vermesi boş bir hayaldir.
Dile kolay! Üniversiteler 43 yıldır 6 Kasım 1981 tarihli 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ve bu yasayla kurulan Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) baskısı altında çalışıyor. Gerçi günümüzde, üniversitelere “üniversite” demeye insanın dili de varmıyor, aklı da, vicdanı da.
Türkiye’nin görüp göreceği en demokratik, bilimsel ve özerk üniversite yasası, Hasan Ali Yücel’in eseri olarak tek partili dönemde çıkarılan13 Haziran 1946 tarih ve 4936 sayılı kanun olmuştur.1 Bu yasayla öğretim üyeleri kendi rektör ve dekanlarını seçebiliyordu. Üniversitenin aldığı kararı bakanın onaylamaması durumunda son kararı, 4936 sayılı yasayla ilk kez kurulmuş olan ve öğretim üyelerinin seçtiği kişilerden oluşan Üniversitelerarası Kurul (ÜAK) veriyordu.
Üniversitelerin üniversiteleşmesine yol açan bu yasa, ancak 27 yıl yaşamıştı. Silahlı Kuvvetlerin 12 Mart 1971 muhtırası sonrasında 20 Haziran 1973 tarih ve 1750 sayılı Üniversiteler Kanunu çıkarılmıştı. Bu yasayla ilk YÖK kurulmuşsa da, 27 Mayıs Anayasa’sıyla kurulan Anayasa Mahkemesi, YÖK’le ilgili maddeyi iptal etmişti. 12 Eylül 1980 darbecileri de 2547 sayılı yasayı çıkarmışlardı. Bu yasayla akademisyenlerin kendi yöneticilerini seçme hakkı ellerinden alınmıştı. 2547 ile dekanları atayan YÖK başkanı, Cumhurbaşkanına her üniversite için dört rektör adayı sunuyordu.
2547 sayılı yasanın ve YÖK’ün kurulmasının amacı, üniversiteleri zapturapt altına alıp piyasacı ve gerici politikaların payandası haline getirmekti. 10 yıl YÖK başkanlığı yapan Prof. Dr. İhsan Doğramacı, ağırlıklı olarak Türk-İslam sentezi anlayışındaki kişilerin YÖK üyesi, rektör ya da dekan olmasını sağlamıştı. Boğaziçi Üniversitesi akademisyenlerinin başlattığı bir girişim sonunda, 1992’de 2547 sayılı yasada yapılan bir değişiklikle üniversitelerin seçimle altı rektör adayı belirlemesi yöntemi getirilmişti. Bu değişim üzerine istifa eden İ. Doğramacı, işlevini tam olarak yerine getirdiği için AKP tarafından Mart 2007’de "TBMM Ödülü" verilerek onurlandırılmıştı. İki yıl YÖK başkanlığı yapan Prof. Dr. Mehmet Sağlam da, Tansu Çiller tarafından eğitim bakanlığına ve R. T. Erdoğan tarafından da önce Etik Kurulu Başkanlığına getirilmiş ve sonra da milletvekili yapılarak ödüllendirilmişti. İlk iki yılındaki icraatlarıyla AKP’den ödül almaya hak kazanan YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz, 28 Şubat 1997 MGK kararları sonrasında tutum değiştirmesinin ceremesini, 28 Şubat davasında (haksız yere) mahkum edilmesiyle çekmişti. Diğerlerine göre biraz daha demokrat görünen YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç de, AKP’nin laiklik ve bilimsellik karşıtı uygulamalarına karşı çıkarken, hazırladıkları Türkiye Yükseköğretim Stratejisi ile piyasacı, din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni yetiştirmede yaptıkları değişimle de, bir bakıma gericiliğe prim vermişti.
Cemaatçi olduğu söylenen Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ın başkanlığı zamanında (2007-2011), yeni atanan üyelerle YÖK AKP’lileşmişti. Bu yıllarda üniversitelerde yapılan rektör adayı seçimlerinde, oyların çoğunu alan kişinin değil de, çok az oy almış olsa da AKP’ye yakın olan kişilerin rektör yapılması yaygınlaşmıştı. Ne yazık ki üniversiteler, böylesi atamaları içlerine sindirebilmişlerdi. Üniversitelerin piyasalaşması ve gericileşmesi hız kazanmıştı. Her önüne gelen vakıf üniversitesi açması ve ilahiyat fakülteleri sayısı ile kontenjanları da hızla artmaya başlamıştı. Üniversiteler, 2008 öncesinde üniversitelerine davet bile etmedikleri AKP liderine "onursal (fahri) doktora" verme yarışına girmişti. Y. Z. Özcan, piyasacılığının ve gericiliğinin ödülünü de büyükelçi yapılmasıyla almıştı.
Cemaatçi olan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından atanan ve belki de cemaatçi olduğu için Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan tarafından görevden alınan YÖK başkanı Gökhan Çetinsaya da, sistemin piyasalaşıp gericileşmesinde elinden geleni yapmıştı. Üniversitelerde de gerici içerikte etkinlikler söylemler yaygınlaşmaya başlamıştı. Örneğin üniversitelerde dualarla açılış başlamıştı ve Balıkesir Üniversitesi’nde Manevi Psikolojik Danışmanlık Uygulama ve Araştırma Merkezi açılmıştı. Dünyanın en fanatik örgütü olan Müslüman Kardeşlerin başkanı Mısır Cumhurbaşkanı Mursi bir askeri darbeyle devrilip idama mahkum edilince, tam tamına 43 rektör 30 Nisan 2014’te idamın durdurulması için, Mısır Müftüsüne bir mektup göndermişti.2
R. T. Erdoğan’ın seçtiği YÖK başkanı, cemaatçi değil tarikatçı Prof. M. Yekta Saraç olmuştu. Bu başkan ilk iş olarak tarikatını ziyaret etmişti. Sonra da AKP liderinin bir dediğini iki etmemeye başlamıştı. 2016’da cemaatçi diye 5 bin ve barış bildirisini imzaladı diye 500 dolayında akademisyen, herhangi bir yargılama olmadan meslekten çıkarılmıştı. Uygulamalarını ‘Yeni YÖK’ olarak adlandırmaya ve yeri geldiğinde de Cumhurbaşkanı’na, “İnançla attığımız bu adımları gerek düşünce planında ve mevzuat değişikliklerinde gerekse uygulama alanında vizyoner yol göstericiliği ile biçimlendiren ve destekleyen şahsınıza müteşekkiriz” ve benzeri sözlerle hitap etmeye başlamıştı. Renkli partizanca ve genelde içi boş rapor enflasyonu yaşanmıştı.
Saraç zamanında gericiliğin yayılması üniversitelerde de hızlanmıştı. Hemen her gün, 17/25 Aralık 2013 yolsuzluk olayları üzerine, “Yolsuzluk başka şey, hırsızlık başka şeydir, yolsuzluğa hırsızlık demek dinen iftiradır” ya da dersindeki başı açık kızlara, “Sizin yüzünüzden melekler derse gelmiyor” denmesi gibi akademisyenlerin gerici söylem ve eylem haberleri duyuluyordu. Saraç, Boğaziçi Üniversitesi’nin (BÜ) de AKP’lileşme sürecini başlatıp AKP ilçe teşkilatı başkanlığı yapmış Prof. Dr. Melih Bulu’nun bu üniversiteye kayyım rektör olmasını ve de BÜ istemese de bu üniversitede hukuk fakültesi kurulmasını sağlamıştı. Ancak Saraç, bir dediğini iki etmediği AKP lideri tarafından beklenmedik bir zamanda görevden alınmış, ödül olarak Cumhurbaşkanı danışmanı yapılması Saraç’ın payına düşen ödül olmuştu.
Saraç’ın yerine getirilen Prof. Dr. Erol Özvar da halefi gibi davranmaya başlamıştır. İlk olarak Devlet Bahçeli ve AKP liderinin isteği üzerine YKS’de uygulanan baraj puanlarını 10 puan düşürmüştür. Demokratikliği, akademisyenliği ve de hatta insan haklarını yadsıyarak, üniversitelerde yaşanan haksızlıkları görmezden gelmekte ve de BÜ’nün AKP’lileştirilme sürecine elinden geldiğince destek vermektedir. AKP iktidarı devam ederse, bu başkanın nasıl ödüllendirileceği merak edilmektedir.
Anayasa gibi 2547 sayılı yasa da, Doğramacı zamanından günümüze pek çok kez değiştirilmiştir. 2547 sayılı yasa piyasacılık, gericilik, bilim ve özerklik karşıtlığı ile disiplin niteliği açısından 10 üzerinden yaklaşık 4 derece iken günümüzde 10 dereceye yükselmiştir. Bu dönüşümün birinci nedeni tabii ki, akademisyenliklerine sahip çıkamayıp kolayca mesleklerine yabancılaşan YÖK üyeleri ile üniversite yöneticileridir; YÖK ve üniversitelerin AKP’lileşmeleridir. İkinci neden, yapılan yasa değişikliklerinin içeriğidir. Örneğin bir OHAL KHK’si ile 29 Ekim 2016’da üniversitelerin 6 rektör adayı belirleme hakları ellerinden alınmıştır. 2547 sayılı yasanın 5f maddesi, şu ifadeyle başlamaktadır: “Üniversiteler ile yüksek teknoloji enstitüleri ve bunlar içindeki fakülte, enstitü ve yüksekokullar, kalkınma plan ve programlarının ilke ve hedefleri doğrultusunda ve Yükseköğretim Kurulunun görüşü veya önerisi üzerine kanunla kurulur.” Ancak 2 Temmuz 2018 tarihli ve 703 sayılı KHK ile bu cümlede koyu olarak yazılan ifade, “Cumhurbaşkanınca yapılan yükseköğretim planlaması çerçevesinde” şeklinde değiştirilmiştir. Ayrıca 24 Temmuz 2018 tarih ve 3048 sayılı yasa ile “Stratejik planların Cumhurbaşkanı tarafından belirlenen temel hedef, ilke ve amaçlar çerçevesinde hazırlanması, uygulanması ve izlenmesine” başlanmıştır.
Üniversitelerin ne denli iktidara bağımlı olduğu,
- Mursi’nin idamının durdurulması için 43 rektör Mısır Müftüsüne mektup göndermişken, Filistin’de yaşattıkları vahşet için bir tek rektörün bile İsrail’i kınamamasından,
- BÜ’nün din toplumunu hedefleyen kuruluşlarla protokoller yapmasından,
- Bilimsel bulguları yok sayan Üsküdar Üniversitesi’nin ‘Yaratılış Manifestosu’ndan bellidir.
2547 ve 3048 sayılı yasalarla ve de akademisyenliğine sahip çıkamayan YÖK üyeleri, rektörler, dekanlar ve hatta akademisyenlerle üniversitelerin "üniversiteleşmesi" ya da toplum yararına hizmet vermesi boş bir hayaldir.
- 1. Bkz. R. Okçabol (2021). YÖK, YÖK başkanları ve Üniversiteleri. Ütopya Yayınevi.
- 2. http://www.gazetevatan.com/43-rektorden--idamlari-durdur--mektubu-63286…, erişim 20 Haziran 2020.