Trump kazanırsa ABD’nin Suriye’den çekilme olasılığı bulunuyor. Türkiye sermayesi ise Irak’taki gibi mal ve sermaye ihracatına bağlı incelikli bir sömürü mekanizmasını hayal ediyor, 2008’lerdeki gibi.
On iki yıldan fazladır Türkiye ile Suriye arasında diplomatik ilişki yok. Hemen tamamen kopmuş bağın yeniden kurulması için Rusya’nın gayret ettiği biliniyor.
Buna rağmen tekrar iki devlet arasında resmi bir ilişki kurulması imkânsız gibiydi.
Suriye tarafı görüşme masasına oturmak için Türkiye’nin Suriye topraklarından askerlerini çekmesini istiyor, Türkiye ise güya rejim muhalifi cihatçı çetelerin yönetim tarafından kapsanmasını ileri sürüyordu.
Ancak koşullar ve sermaye sınıflarının ihtiyaçları değişiyor, arabulucular çalışıyor, yeni dengeler kuruluyordu.
Kısa bir süre önce Suriye burjuvazisi adına Esad Suriye’deki askerlerin çekilmesini telaffuz etmeden sadece Suriye’nin bütünlük ve egemenliğine işaret ederek Erdoğan ile görüşebileceğini söyledi. Erdoğan ise doğrudan cihatçıların yönetime katılımını dile getirmeden nasıl olacağı çok müphem bir şekilde Suriye’nin egemenliğine saygılı olduklarını bildirdi. Hatta “ailecek görüşmeye” atıfta bulundu.
Ailecek görüşme denince birçok kişinin aklına hafızalara yerleşmiş aşağıdaki fotoğraf geldi.
Fotoğrafta görüldüğü gibi Erdoğan Esad’ın elini iki elinin arasına almış, Esad’da ise hiçbir savunma izi görülmüyor. Bu fotoğrafa bakıp iki sene sonra yaşanacak kâbusu düşünüp Erdoğan’ı samimiyetsizlikle suçlamanın anlamı yok. Erdoğan Türkiye sermaye sınıfının elemanıdır ve sermaye sınıfının pragmatik gereksinimlerine göre vaziyet alıyor.
O yılları bir hatırlayalım.
2008 dünya tarihinde bir milat gibi değerlendirilebilir. Bu olayların o yıl başladığını göstermez bize ama süreçler gözle görülür bir nitelik kazanır. ABD mali çöküşle emperyalist dünyanın hegemonyasında halen devam eden inişli çıkışlı gerilemesini yaşamaya başlar. Belli bir sermaye birikimi sağlamış ülkeler ise, Türkiye gibi, görece bağımsız ve kendileri yayılmacı bir pozisyon almaya başlarlar.
Fotoğrafın çekildiği 2009 yılında Suriye Türkiye sermayesinin bir yayılma alanı haline gelmişti. Türkiye’de üretilen mallar Suriye piyasasını kaplamış, Türkiye’den Suriye’ye sermaye akışı başlamıştı. Suriye Libya’dan sonra Türkiye sermayesinin bir hegemonya inşa etmeye başladığı ikinci ülke durumuna geliyordu. Mal ve sermaye akışına kültürel etkileşim de eşlik ediyordu, Suriye’de Türk dizilerini seyretmeyen, bağlanmayan kalmamıştı sanki.
Suriye ise o yıllarda Batı emperyalizminin uyguladığı izolasyondan kurtulmak için liberalleşmeye başlamıştı ve toplumsal eşitsizliklerde artış görülüyordu. Ortam her bakımdan Türkiye sermayesinin barışçıl gözüken ama aslında bağımsızlık ihlaline gidecek yayılmasına uygundu. Bu arada muhtemelen Müslüman Kardeşler ile gizlice bağ kuruluyordu ama bunu tahmin ediyoruz ancak.
Sonra malum ABD komplosu “Arap Baharı” denilen manipülasyonun içinden geldi. Suriye zengin kaynaklara sahip bir ülke değildi belki ama Arap coğrafyasında İsrail’e karşı direnç gösteren neredeyse tek devletti. Ayrıca liberalleşme dalgasına rağmen Batı emperyalizminin mali araçlarına teslim olmamıştı, hala kamucu yanlar barındırıyordu.
Türkiye sermayesi ise kendine yontan açılımlara rağmen halen ABD emperyalizminin hegemonyasındaydı ve kendini komplonun başlıca araçlarından biri olarak buldu. Muhakkak Türkiye sermayesine göz kamaştıran bazı kazanımlar da vaat edilmişti. Türkiye bütün dünyadan gelen cihatçıları Suriye’ye geçirdi, iç savaşta lojistik destek verdi, muhaliflerin Türkiye’de örgütlenmesini sağladı. Sermaye ihracatına dayalı ince sömürü mekanizmaları yerini yağmaya bırakmıştı.
Bu utanç verici yıllar 2015’te yeni bir özellik kazandı. Suriye ulusal egemenliği Batı emperyalizmin mide bulandırıcı metotları ile tam yıkılmak üzereyken Rusya’nın askeri müdahalesi ile emperyalist paylaşım savaşının fay hattı Suriye içinde kuruldu.
ABD kendi yönlendirdiği IŞİD ile mücadele edeceğim diye Suriye’ye asker indirdi ve Kürt siyaseti üzerinden Suriye petrollerini kapsayan bir hegemonya alanı oluşturdu.
Türkiye bu noktada birbiri ile gerilim içindeki ilhakçı ve güvenlikçi siyasetine döndü. Suriye’deki Kürt hegemonyasını güvenlik sorunu olarak görerek askeri olarak bölgeye yerleşti, Afrin gibi beldeleri alarak Kürt bölgesini Fırat’ın doğusuna itti. Özgür Suriye Ordusu’nu kendi paralı ordusu haline getirdi. Suriye’de yenilen Cihatçı çetelerin İdlib’de toplanmasını sağladı ve hamiliğini üstlendi.
Bir yandan ABD’ye Kürtleri bırakıp kendisini hegemonya inşasında kullanmasını istedi, bir yandan Suriye egemenliğine ağır bir zarar verdiği için ABD ile çelişmedi. Suriye kuzeyine vali atayarak, konut inşaatı başlatarak, posta teşkilatı, okul vb. kurarak ve Türkiye parasına dayalı bir pazar ile ilhak ile sonuçlanabilecek bir oluşuma gitti.
Ancak zaman değişiyor. Trump kazanırsa ABD’nin Suriye’den çekilme olasılığı bulunuyor. Türkiye sermayesi ise Irak’taki gibi mal ve sermaye ihracatına bağlı incelikli bir sömürü mekanizmasını hayal ediyor, 2008’lerdeki gibi. Suriye devleti İsrail’in Lübnan ile birlikte Suriye’ye de uzanacak saldırısına karşı sırtını sağlama almak istiyor.
Ama kolay değil.
Akıl ve insanlık dışı operasyonlar Suriye’yi kördüğümlerle bağlamış durumda.
İkili görüşmenin lafı edilir edilmez Türkiye’de ve Suriye’nin Türkiye’nin kontrol ettiği bölgesinde ayaklanmaya benzer karışıklıklar çıktı. Cihatçı çeteler tam olarak Türkiye’nin kontrolünde olmadığı gibi Batı emperyalizminin yönlendirmesi altında halen. Türkiye’nin kendisi ise provokasyona çok açık.
Eğer Suriye’nin egemenliğini ve ekonomik olarak toparlamasını tehdit eden çetelere karşı askeri bir operasyon olursa doğal olarak çekilecekleri yerin Türkiye sınırlarının içi olduğunu herkes biliyor.
ABD bir şekilde çekilirse şu anda Suriye’nin üçte birini kontrol eden Kürt siyasetini neyin beklediği de belirsiz.
Emperyalist dünyanın insanlığı ve dünyayı içine ittiği bunalımın korkunçluğunu anlamak için Suriye iyi bir örnek sunuyor.
Bu coğrafya her yerde olduğu gibi emekçi sınıfların örgütlü iradesini özlüyor.