Biden’ın Erdoğan ile Roma’da görüşmesi yönetme krizindeki akepe rejimi için yeni bir hayat öpücüğüdür. Hayat öpücüğü yönteminin ölümden kurtarılanı tek başına uzun süre yaşatabildiği görülmemiştir.

Roma’nın yedi tepesi

Roma, en azından benim bildiğim kadarıyla, tarihte yedi tepeli olarak tanımlanmış ilk kenttir. Roma İmparatoru Büyük Konstantin’in tarih sahnesinin tam da göbeğine oturttuğu İstanbul’a yakıştırılan aynı sıfat  Roma’ya bir tür naziredir. Bütün yollar Roma’ya çıktığı gibi, Roma’da olan Roma’da da kalmaz. Gelir bizi bulur bir şekilde.

Bu yazı kaleme alınırken “asrın lideri”nin ABD Başkanı Biden’la Roma’da yaptığı görüşme tamamlandı. Hepimiz COP26 Çevre Zirvesi vesilesiyle Glasgow’da görüşülecek diye beklerken buluşmanın öne çekildiğini öğrendik ve iki lider Roma’da buluştular. 

20 dakika olarak programlanan ama bir saat sürmesi (ki tercümeyi hesaba katarsak bu yarım saatlik bir süreye denk geliyor) zafer çığlıklarına neden olan bu görüşmede neler konuşulduğu hakkında önce ABD’nin yaptığı kısa bir yazılı açıklamayla bilgi sahibi olduk.  

Açıklamada, iki liderin “Suriye’deki siyasi süreç, Afganistan’a insani yardım, Libya seçimleri, Doğu Akdeniz’deki durum ve Güney Kafkasya’daki diplomatik çabaları ele aldıkları”, Biden’ın “yapıcı ilişkiler geliştirilmesi, işbirliği alanlarının genişletilmesi ve anlaşmazlıkların etkin şekilde yönetilmesi arzusunun” altını çizdiği, Türkiye’nin “Afganistan’daki NATO görevine yirmi yıla yakın süreyle yaptığı katkılar konusunda takdir hislerini” dile getirdiği, "savunma alanındaki ortaklığı ve Türkiye’nin bir NATO üyesi olarak önemini” vurguladığı, buna karşılık “Türkiye’nin Rus S-400 füzelerine sahip olmasına dair kaygılarını” ortaya koyduğu belirtiliyor. 

Açıklamanın son cümlesi ise geçen hafta yaşanan “Büyükelçiler krizi” konusunda son golü kimin attığını, başka bir deyişle kimin geri adım atmadığını ve kimlerin Türkiye kamuoyuna avcı palavraları sıktığını gösteriyor. Atılan yalan, TRT ve A haberin sayfalarında utanma duygusunu yitirmeyenler için bir utanç anıtı misali donup kalmaktan öte işlev görmüyor. Nasıl geçen hafta hepimiz Latince uzmanı olmaya zorlandıysak bu hafta da aşağıdaki ifadeleri ezberleyeceğiz ama yazı eksik kalmasın diye ekleyelim. Bu cümlede aynen şöyle deniyor: “Biden ayrıca güçlü demokratik kurumların, insan haklarına saygının ve hukukun üstünlüğünün barış ve refah için önemini vurgulamıştır.”

Bir ABD vatandaşı olan yani T.C. vatandaşlığı bile bulunmayan ihtiyar Biden kendi işine bakacağına demokratik kurumlara, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne değinerek açıkça Akepe Türkiyesi’nin içişlerine karışmış oluyor. Ya da bize göre öyle. Kimilerine göre ise değil.

Çünkü çok katlı ve az katmanlı propaganda birimi eliyle hazırlanmış AA haberinde bu konudan bahis yok. Bu da demektir ki, yazılı, görsel ve işitsel borazan medya izleyicilerinin bu ifadelerden haberleri olmayacak. Onların büyük çoğunluğu “çok olumlu geçen” bir görüşme olduğunu düşünecek.

Görüşmeyle ilgili olarak basına sunulan belgede F-35 ve  F-16 meselelerine doğrudan atıf görmüyoruz ama konunun ele alındığına dair ipuçları mevcut. Bunda bir gariplik yok zira konu böyle bir özete girmeyecek ölçüde dallı budaklı. Açıkçası ben ayrıntıları anlayabilmek için bu işin uzmanlarının yazdıklarını birkaç kez okudum. Anlayabildiklerimi özetleyeyim.

1) Türkiye F-35 projesinin dışında bırakıldı ve kısa vadede geri dönüşü sözkonusu değil.

2) Teklifi önce kimin yaptığı hususundan bağımsız olarak ABD yönetiminin F-16 modernizasyonu ve ilave F-16 satışı konusunda isteksiz olduğunu söyleyemeyiz. Bence Biden’a atfen yansıyan “bu işin bir süreci var” ifadesi bunu gösteriyor. Kaldı ki, Rusya’yı kuşatma stratejisi bakımından Türk Hava Kuvvetleri’nin güçlü tutulması Kuzey Atlantik İttifakı bakımından bir zorunluluk. İşin akçalı tarafı da en az bunun kadar önemli. Okuduklarımı doğru anladıysam toplam 6-7 milyar dolar gibi bir tutardan söz ediyoruz.

3) ABD bu konuyu S-400 hamlesinden kaynaklanan CAATSA yaptırımları sebebiyle kara listeye aldığı Savunma Sanayi Başkanlığı ile değil doğrudan mutemet kabul ettiği anlaşılan Akar’ın Milli Savunma Bakanlığı’yla görüşüyor.

4) F-16 müzakerelerinde “mutlu son”un önündeki ilk engel gıda toptancılığı ile devlet yönetme arasındaki farkı tam kavramamakta ısrarlı bir zihniyetin “F-35 projesi için harcamış olduğumuz ’e 1,4 milyar doları F-16’ların peşinatına sayın!” ısrarı. Kapitalizmde önce para konuştuğuna göre, bu koşulun kabul edilmesi olanaksız. 

5) İkinci engel ise Kongre onayı. Bunun da öncelikle S-400 meselesine bağlı olduğunu biliyoruz. Birçok kişinin savunduğunun aksine, Erdoğan veya kendisinden sonra gelecek bir başka yönetim Türkiye’nin emekçi halkının sırtından elde edilen 2,5 milyar dolar karşılığında satın alınan bu sistemi kilit altında tutmayı taahhüt ettiği takdirde Kongre onayı elde edilebileceğinden eminim. Unutmayalım ki Amerikan silah endüstrisi dış politikayı etkileyebilecek güce sahiptir.

Önünde sonunda maliyeti emeğimizle ödenecek bu teknik konuyu burada bırakalım da, Biden-Erdoğan görüşmesinin birkaç gün öncesine dönelim.

Değinilecek konulara dair elimizdeki bir ipucu önceki gün ABD’nden verilen “Biden Erdoğan’a acul hareketlerden kaçınmasını tavsiye edecek” mesajıydı. Burada kullanılan sıfatın İngilizcesi “precipitous”.  Birçok anlamı var sözcüğün telaş, acelecilik, anilik içeren. Ben bağlama uygun olacağını düşünerek “acul” diye çevirdim ama bu anlamlardan bir tanesi özellikle ilginç geldi: “uçuruma değgin, uçurumla ilgili”. 

Diplomaside içerik önemlidir elbette ama günümüzde çoğu zaman görüntü bunun da önüne geçer. Biraz açarsak “kaale alınmaya ve kaale alındığını daralan tabanına göstermeye muhtaç” bir siyasi lider için ABD Başkanı Biden’la birlikte verilecek fotoğraf içeride ne konuşulduğundan çok daha önemlidir. Görüşme öncesinde çekilen fotoğraftaki beşuş çehre de bunu göstermektedir. Bu açıdan bakarsak Biden’ın Erdoğan ile Roma’da görüşmesi yönetme krizindeki akepe rejimi için yeni bir hayat öpücüğüdür. Yalnız unutmayalım ki hayat öpücüğü yönteminin o an için ölümden kurtarılanı tek başına uzun süre yaşatabildiği görülmemiştir.